Yazar adayına öğütler: Bir Paul AUSTER portresi bul ve arada bir ona bak. |
Bir
okurumuz profesyonel yazarlıkla ilgili daha geniş yazmamızı istemişti.
Sizin
için merak ettim araştırdım: “Bu adamlar ne yer ne içerler?” diye…
Değişik
mönüleri var. Mezheplerine ve meşreplerine göre ilhamı farklı lezzetlerden
alıyorlar. Şahsım adına ki bu deyimden aslında nefret ederim, ben ekmek arası
bir şeyleri tercih ediyorum.
Badem
ağacından yetişmiş çağlalar umumiyetle gazoz dahi içmez, ayrandan sakınır.
Biraz daha serbest düşünenler alkollü içkilerle çalışır.
Amma
velâkin meselenin aslı yemek içmekte değil. Mesele profesyonel olabilmekte…
Canım
memleketimde profesyonel yazarlığın, edebî ilkelerle üslupla merakla endişeyle
falan zerrece ilgisi yoktur.
Bu
tamamen “Sen, ben bi’ de emmolu…” mecrasında yürüyen bir zanaattır. Gerçekte
bir şeyler yazmanız bile gerekmez.
Eğer gecelerce uykusuz kalıp da size ilginç gelen bir şeylerle edebiyat dünyasını
sallayacağınızı sanıyorsanız, aptala yakın bir saflıktasınız demektir.
Elbette
arada, ciddi bir şeyler yazarak ödül alan birkaç kişi olur ama onlar da zaten
cümbür cemaat veya bilmeme hangi halk ordusu kafa kırma cephesi eliyle “yazar” yapılmaktan
ve dahi kâğıt karalayarak sözüm ona para kazanmaktan imtina eder.
Profesyonel
yazarlığın en kolay para kazanılan dalı “köşe yazarlığı”. Gerçekte ne yazdığınızı
bilmenize gerek yoktur, bir köşe yazarı olduğunuzda… Yani “Beni okuyan (?) binlerce kişi ya gaza gelir de devrim yapmaya falan kalkarsa? Milletin
malına, mülküne, canına kast ederse… Veya rastladığı her kadını kezzaplamaya
kalkarsa?” diye herhangi bir ahlâkî
endişe taşımanız gerekmez.
Eğer
sağlam bir dayınız falan varsa her gün sırf emlâk ilânlarından milyarlar
kazanan bir tomar kâğıt içine siz de bir
şeyler karalar, sonra da “gazeteci/ yazar” diye amirallik edersiniz. Yani sizi
bir anda paraya boğanların, sizin elinizle nasıl gerdeğe girdiklerini falan düşünmeniz gerekmez. Bir kere gazetede
bir köşe kaparsanız zaten kitap
dünyasının kapıları da size açılır, kendiliğinden.
Bunları
niye anlattık?
Bundan
önceki profesyonel yazarlık yazımda, internette reklâm alan blog yazarlarını
düşünmüştüm. Bana en namuslu görünen de bu tip bir yazarlık.
Çünkü
en fazla haftada bir, hiç kimseye yaranmaya çalışmaksızın, iç âlemini
samimiyetle ortaya döken, bildiklerini, bilmediklerini kendince elâlemle
dürüstçe paylaşan, merak ettiklerini meraklısıyla
paylaşan yazarların yazılarının,
sektörün reklâmlarını sırtlaması bence en zor ve en dürüst yazı işi…
Blogcunun
en büyük problemi de aslına bakılırsa bir kitle edinip edinememesi. Çünkü belli
bir tıklanma sayısına ulaşamadıkça reklâm geliri elde etmek imkânsız gibi
görünüyor. Aslında
Reklâm
da alınıyor ama reklâmdan para kazanmak herhalde blogu bambaşka bir cazibeye
kavuşturmakla ilgili.
O
nokta benim için de yabancı…
Gene
de şu var ki blogcunun en azından eş dost
yorumu alabilmesi belki para kazanmasına yetmese de okunduğunu bilmesi
açısından herhalde önemli…
Âcizâne
kanaatim şu: Kendim de ne yazmam gerektiğini sık sık düşünmeme rağmen
blogculukta önemli olan, yazarın dürüstçe kendisi olması ve aynı zamanda, bıkmadan, usanmadan yazmaya
devam etmesi….
Blog
yazarlığı batıdaki anlamda para kazandıran bir iş olmayabilir. Ama bana kalırsa
mesele blogcunun kendisini ne olarak gördüğü. Kendisini bir yazar olarak
görmekten vazgeçmeyen blogcunun sebatı meyvesini muhakkak gün verecektir. Vermese bile ne gam? Siz blog yazmaktan zevk
almıyor musunuz?
Mazhar Fuat Özkan'dan muhteşem bir şarkı paylaşalım mı? Belki emeğimiz para etmiyordur bu memlekette ama en azından zevkli şeyler dinleyip söyleyebiliriz.