Bir insan kaç kişinin yerine yaşayabilir?
Elbette başkasının durumuna yaklaşmak da gereklidir.
İyi ama nereye kadar?
İki hayat birbirinin ne kadar içine girebilir?
Başkasını düşünmenin bir sınırı olmalıdır. Çünkü:
Öncelikle hiç kimse diğerinin hayatını bütünüyle kavrayamaz
Sonrasında, eğer bunu yapmaya çalışırsa, bir müddet sonra diğerinin hayatına müdahale hatta hükmetmeye başlayacaktır.
Oysa tercihlerimizin ne olacağını kendimiz bile bilmemekteyiz. Bir sonraki yol ayırımında elimizde neler olacak, biz neler hissedeceğiz hiç birimiz bunları bilemeyiz.
O halde ne yapmalıyız? Başkalarını hiç düşünmeksizin bencilce mi yaşamalıyız?
Buradaki hayatî sınır, “zararsızlık”tır. Davranışlarımızda zarar vermemeye dikkat etmek dışında, öncelikli ve âmir hiçbir sınır yoktur.
Bir iş yaparken, öldürmemek, yaralamamak, çalmamak ve yalan söylememek sınırlarına uymak dışında, başkalarının iyiliğine doğrudan doğruya katabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Çünkü bizim iyilik diye bildiğimiz katkıların belki diğerinin tercihleri arasında bir yeri yoktur, belki de onun hayatını kötü etkileyecektir.
Buradaki bir diğer sınır, karşıdakinin talebidir. Bizden istenen faydanın, iyiliğin genel zararsızlık ilkesine uyması halinde bir “iyilik” olarak adlandırılması mümkündür… Ama bu niteleme, gene de ancak onu elde edence takdir edilmelidir, edilecektir de. Veya kısaca şöyle söyleyebiliriz, “Herkesin iyisi kendinedir.”
Bu önemsiz bir ayrıntı mıdır? Kesinlikle hayır.
Başkasının adına iyilik biçmeye kalkmanın büyük hali, diktatörlüktür de ondan…
En iyisi, başkalarına zarar vermemeye dikkat ederek kendimiz hakkında en iyisi olduğunu düşündüklerimizi seçmek ve hayırlısını ummaktır.
Net ve cesur bir akılla seçebilmeyi seçiyorum.
Kararlı ve cesur olmayı seçiyorum.
Kararlı ve cesur olmayı seçiyorum
Kararlı ve cesur olmayı seçiyorum.
Kararlı ve cesur olmayı seçiyorum.
Kararlı ve cesur olmayı seçiyorum.