Nedir fikrin derinliği böyle bir yerde? Merak ediyorum doğrusu… Bir şair hanım bir yazı yazmış: “Kurulmuş bir şey olarak Türk edebiyatı kavramı var mıdır?”* diye… Gülmeden edemedim…
Şair hanım alabildiğine alengirli, alabildiğine dolaşık ve eminim anlamından kendisinin bile haberinin olmadığı bir yazı yazmış… “ Türk edebiyatı kavramı” var mıymış? Bir de bu moda çıktı, iyi mi?
Sahi acaba biz bu memlekette var mıyız? “Kurulmuş” sıfatının geçersizleştirici o derin etkisiyle şimdilerde her okumuş bize, aslında bir Matrix’te yaşadığımızı, gerçeğin aslında bizim sandığımız gibi olmadığını söylemeye çalışıyor ama ne söylemeye çalıştığını kendisi de bilmiyor. Bilmemesi gene normaldir, kabul edilebilirdir… Ama bu kabil lâfları bilerek ediyorsa… İşte o felakettir.
Neden felâkettir? Çünkü dilin ve o dilin bilincinin oluşturduğu milletin varlığına, bu bir reddiyedir.
Şair hanım ucuz bir dil- iktidar felsefesiyle sözüm ona, iktidarsız bir dil kurmak gayretine giriyor ama bunu yaparken dilin imkânlarına, iskeletine dayandığını bile fark edemiyor. Şair hanım hangi dille şiir yazdığının, estetik inşa ettiğinin farkında bile değil. “kurulmuş” diyerek Türk dilinin metafiziğini reddedip dilin sahibi bir benliğe hırçınca saldırıyor.
Ve bir yandan Türk diline ve edebiyatına köksüz, yönsüz, vatansız bir hınçla alabildiğine saldırırken diğer yandan aslında şiir/ edebiyat bilincinin, kelime yoksunu bir hurdacının hurda yığınından başka bir şey olduğunu göremiyor.
Hiçbir şey dememenin, diyememenin, cahilliğin sığ sularında dolaşıp bir estetik yaratıyormuş gibi yapmanın enfes tanıtımı… “Ben senin kebap yiyebilmek ihtimalini seviyorum…” dercesine saçmalıkları “çok sesli şiir” denen zırvalıkla şiire sokuşturan ve dili yok eden cehaletin flaması…
Hep merak ediyorum, nedir fikrin derinliği, böyle bir yerde? Ve nedir böyle şeyleri yazan şairin şiirinde yazılan sesler? Bir çöplükte yaşamak için reddediyorsanız kimliğinizi… Sesinizi kurmaca ve hayali bir saçmalığa ait sanıyorsanız… Kendinizi yaksanız da yanmayacağını dilin… Bilmelisiniz…