Ya Da Kötülüğün Anatomisi
Gerçek herkes için değildir yalnızca onu arayanlar içindir. |
Ne zamandır yazmağa çekiniyordum.
Çünkü artık yazmak ya da düşünmek yok edici bir kitlenin vahşetine uğramak tehlikesini taşıyor.
Kötülük o kadar yaygın ve kanıksanm
ış ki sadece bizi değil
sevdiklerimizi de bir çırpıda yok edebilecek kadar fütursuzca egemen.
Son zamanlarda Türk adından duyulan nefret toplumu öyle esir aldı ki artık Türk adının “anlamsızlığına” inanmak neredeyse
“insanlığın bir gereği” sayılmağa başlandı.
Türk adı gerçekten anlamsız mı?
Türk adının anlamsızlığını
tartışanlar, ellerine geçen her araç ve bulabildikleri
her yolla Türk adını savunanlara saldırmakta beis görmüyor.
Yok etmeğe çalıştıkları şey bir “anlam”.
Bir anlamın ne gibi bir önemi olabilir?
İnsan dünyayı “algılayarak” yaşamaz, ancak ve yalnız “anlayarak”
yaşayabilir.
Dünyayı salt algılarla yaşayanlar
sadece hayvanlar ve bitkilerdir.
İnsan, dünyayı anlamlandırmaksızın
hayatta kalamaz. İnsan bütün algılarına bir “anlam” yükleyerek ve o algıları “dile”
dönüştürerek var olabilen tek canlıdır.
Bu yüzdendir ki “iyilik”, “güzellik”
ve arzuya şayan her şey, aslında “iyilik”, “güzellik” gibi anlamların
oluşturulmuş olmasından dolayı vardır.
Bu kavramların diğer canlılar için var olup olmadıklarını bilemiyoruz
ama bizim için bunlar “oluşturulmuş” ya da yaratılmış şeylerdir.
Hayvanlar doğrudan algılar ve
algıları arasındaki en basit “mekanik” ilişkiye göre hayatta kalırlar. Oysa insanlar
algılarına yükledikleri anlamlardan dolayı var olabilirler.,
Sorun her insan grubunun her
algıyı aynı şekilde
anlamlandıramamasından kaynaklanır.
Fakat bugün Türk toplumunu tehdit
eden asıl kötülük, “anlam üretici” Türk
insanına karşı duyulan nefretin yaygınlaşmasıdır.
Genel olarak insanlar arasında yaratmak yerine yaratılanı yağmalamak gibi bir
eğilim mevcuttur ve bu güne kadar insan yığınlarının arasında yaratıcı
zekâların genellikle itilip kakılmalarına rağmen ancak ve yalnız onların
yarattıklarıyla hayatta kalabildiğimiz bir gerçektir.
İnsan yığınlarının yaygın eğilimi
yaratıcı zekâların meydana getirdikleri anlamları, “doğanın bir armağanıymış”
gibi kabul ederek yağmalamaktır ki “kötülük”, tam anlamıyla budur.
İnsan yığınlarının çoğu, “anlam
yaratıcısı” insanların yarattıkları zevk ve neşe araçlarının nasıl meydana
getirildiğiyle ilgilenmeyen “hayvansı”
kalabalıklardır. Onlar için “güzellik”
, maymun için dalında yenmeğe hazır bekleyen bir muzdan farklı değildir.
Yaratıcı zekâların ürünleri, hayvan dünyasında ait olan doğa
parçalarını, insan doğasına çekmektir. Bunu da onlara “anlam kazandırarak”
yaparlar.
Bundan dolayıdır ki onlar “hayvan
gerçekliğinden” ayrı bir soyutluk meydana getirerek bizi “insan” yaparlar.
Gerçeklik tartışmalarının
temelindeki çelişki de budur. Gerçekliği hayvanların algılamalarına bağlı
kalarak mı anlamalıyız yoksa gerçekliğin aslında bizim yaratabildiğimiz veya ortaya koyabildiğimiz nihai bir anlam mı
olduğunu kabul mu etmeliyiz?
Burada cevap ikincisidir. Çünkü
artık bir hayvanın algılama şekline geri dönerek iyilik, doğruluk, adalet,
güzellik vs üretebilmemiz mümkün değildir.
Bugün yaygın sorunumuz, güzellik,
adalet, iyilik üreten zihinleri yok ederek bunları var eden anlam üreticileri
olmaksızın bunları doğadan hazır
bir biçimde bulabileceğimizi sanmamızdır.
Bu durum, medeniyet üreticisi
Türk Ulusu’nu yok etmek düşmanlığından, müzik ve resim üreticisi insanların kaderlerini
yarı okumuş bir takım din profesyonellerinin ellerine teslim etmeğe varıyor.
Bir kötülük arıyorsak bu kötülük : Üretilen anlamları, daldaki
muzdan ayırt edememektir.
4 yorum:
Afşar Abi merhaba,
Bahsettiğin anlam üretme problemi son zamanlarda etrafımdaki insanlarda ve kendimde bireysel olarak da gözlemlediğim bir problem. Nenelerimizin dedelerimizin evindeyken, onlarla sohbet ederken kendimizi çok daha hayata bağlı, çok daha mutlu hissetmemizdeki en büyük sebep bence onların bizlerden çok daha büyük değerler üretebiliyor ve bunları etrafındaki insanlara yayabiliyor olmaları. Bizim nesilde genel olarak bir "amaan boşver"cilik, hayattan zevk almama, elde ettiği soyut veya somut hiçbir şeyden mutlu olmama hali var. Ömrün boyunca oku, meslek edin; işe girme hayalleri kur: 1 sene sonra mutsuzsun. E hani çok istiyordun? Yok, elde ettiğimiz değere anlam yüklemekte ve yüreğimizde bu anlamı yaşatmakta o kadar beceriksiziz ki. Etrafımda bir yığın insan görüyorum evliliğe adım atıp sonra her şeyi sıradanlaştırıp üstüne bir de sigaraya başlayan, mutsuz olan. Halbuki hayatını bir başkasıyla birleştirmek ne büyük bir değer.
Bunların hepsi sanıyorum önce bireysel anlam üretememe, kendi hayatında ne yaparsa yapsın mutlu olama problemiyle başlayıp daha sonra toplumsal bir arızaya dönüşüyor. Bu insani yeteği kaybettikten sonra da doyumsuz, hazımsız, vurdumduymaz, değer yaratmayan ve yaratanları da küçümseyen basit canlılar haline geliyoruz. Bu atmosfer ne yazık ki tüm yurdu etkisi altına alıyor. Çözüm olarak tüm memeleketi bir aç/kapat yapsak çözülebilir belki :)
İnsan denilen yaratığın vasatı budur. Bu yüzden vasatı sever. Farklı olanı, yaratıcı zekayı ancak ölüp de kendisi için bir tehlike arzetmediği zaman severler. Rahmetli büyük adamdı.
İnsanın varlığının devamı, hayvanlığına veya vasatına teslim olmayan kahraman adamların, bu vasatın vahşetine direnmeleri sayesinde mümkün olmuştur.
Ne zamandır yoktun hocam.
Blogun yazarlarından olduğunu hatırlatır, değerli fikirlerinden yararlanmamız için seni her zaman bekleriz.
Yorum için sağ ol.
Sağlıcakla.
Yelizciğ'im yorumunu yeni gördüm, bilsen ne kadar sevindim.
Gerçek entellektüeller, öğrendikleriyle yaşamları arasında sürekli bağ kurabilen, meraklı ve ilgili insanlardır.
Bu açıdan okumalarınla getirdiğin yorumlar blogu aydınlatıyor, eksik olma.
Dediklerin kesinlikle önemli ve doğru. Mutluluğun ancak bir bilinçli anlam olduğunu göremeden gökten düşen ve ağzımızı açtığımızda yakalayabileceğimiz bir şey olduğunu sanmak, ilkellik...
Demek ki sanalağ ne kadar gelişirse gelişsin insan gene de ilkel kalabiliyor. Bunun iradi yönü üzerinde kafa yoruyorum.
Lütfen blogu yorumsuz bırakma.
Biliyorsun yorum, blogun kanıdır.
De hadi sağlıcakla kal.
Yorum Gönder