27 Aralık 2013 Cuma

Yükleyici Ahlâk

Dinci   siyaset, Türkiye’de ahlâkî bir ikiyüzlülüğü artık siyaset yapma biçimi olarak iyice yerleştirdi.

Bu tarz siyaset, iki ayak üzerinde duruyor. Birinci ayak ahlâkı din üzerinden , daha doğrusu  dinin siyasi yorumu üzerinden yeniden tanımlamak ve bu tanım tekeli üzerinden kitleleri yönlendirmek, gütmek…

İkinci ayak da  insanların ahlâkî kabullerini onlara karşı bir şantaj aracı olarak kullanmak.

Birinci ayak ile toplumda dincilere göre aklâkın, iman ve dinî mensubiyet ile aynı olduğu kanaati kabul ettiriliyor.  Oysa dine mensubiyet iman için gerek şarttır  fakat yeter şart değildir. Bir insanın Müslüman olması  mü’min olmasına yetmeyebilir. Bunun yanı sıra “Amel imandan bir cüz değildir.” İlkesi ile insanları amellerine göre tekfir etmek aşırılığı en baştan engellenmiştir. Oysa dinci siyaset “benim söylediğim ahlâka uymazsan hem ahlâksız, hem kâfir olursun!” anlayışını sıradan Müslümanlara  kabul ettirmiş gibi…

Bugün  “milliyetçi” olarak bilinenlerin kahir ekseriyeti de dinden, dincilerin yorumunu anlıyor ve buna göre “amel ediyor”.  Bu anlayış neye yol açıyor? Bu anlayış Müslümanların tektipleşmiş cemaatler halinde ayrışmasına yol açıyor. Ayrıca Müslümanlığı ferdin vicdanında yaşayan bir şey olmaktan çıkarıp cemaatler kanalıyla aklını ve vicdanını otoriteye  teslim etmiş yığınlar oluşmasına yol açıyor.

Ama dinci ahlâk dayatmacılığının ikinci ayağı, bilhassa devlet otoritesi ele geçirildiğinde tam bir vahşete dönüşebiliyor.

İnsanları sahip oldukları ahlâkî  ölçülerle köşeye kıstırmak, bu ahlâk ile onlara şantaj yapmak, günümüzde sahte evrak bavul ticaretiyle ve müstehcen görüntü avcılığıyla  hayatımıza dahil edildi. İnsanların utançlarını istismar etmek ahlâk savunuculuğunun yegâne şekli oldu.

Bunun özünde “ Ben güçlüyüm ve  “ahlâk” ben ne dersem odur. Benim senin gibi ahlâkî sınırlamalarım yoktur! Eğer böyle sınırlamaların varsa o sınırlar beni değil ancak seni bağlar. O zaman da  o ahlâktan kendin sorumlu olursun!” demektir. Buna belki “yükleyici ahlâk” diyebiliriz. Çünkü ahlâkın sorumluluğunu, ancak onu benimseyenlerin sırtına yükleyerek  sorumluluktan kurtulmayı zahiren mümkün kılmaktadır. Bu şekilde hem insanları sürekli kendi ahlâkî hassasiyetleriyle  yükümlü kılarak yargılayabilmek hem de  benimsenmemiş bir ahlâkın yükümlülüğünden  kurtulmak mümkün olmaktadır.

Böylece güçlü olanın, muktedir olanın “işine geldiği” gibi davranabileceği algısı kafalarımıza yerleştiriyor. O halde yapılması gereken de güçlünün, muktedirin istediği gibi davranarak “ahlâklı görünmek” e iktidarın bir üyesi olarak insanlara  her şeyi dikte edebilmek oluyor.

Dinci siyasetin bu ahlâk anlayışı güce dayandığından, güç kullanımında anlaşmazlıklar, yetki aşımı, paylaşım  gibi konularda en ufak bir anlaşmazlıkta derhal  çatırdamaya başlıyor.

Birden bire ortaya çıkıyor ki iktidarın  cinsel zaaflar üzerinden yürüttüğü siyasî ve hukukî istismar, aslında gücü gücü yetene  düzeninin bir parçasıymış. Çünkü  insanları utandırarak onları sindirmek tavrı bir yere gelip rüşvet, yolsuzluk, iftira, evrakta sahtecilik gibi konular ortaya çıktığında; artık gizlenemeyen bir ahlâkî yüzlülük olarak onları tokatlıyor.

Bir şey daha ortaya çıkıyor ki dinciler için bütün ahlâk, kadın korkusu  ve kadın nefreti anlamına geliyormuş.

Türk insanı dinci iktidardan önce dinci ahlâk anlayışından kurtulmalı. Yoksa  siyasal istismarın önüne geçilmesi pek

de mümkün görünmüyor.



2 yorum:

selcen dedi ki...

Günümüzün güzel bir analizi.

Afşar Çelik dedi ki...

Teşekkürler efendim, eksik olmayın. Her zaman bekliyorum.