29 Mart 2018 Perşembe

Diyalektik Karşıtlık Mutlakçılığı Ve Ulusalcılığın Türk Çelişkisi



İş  felsefelerimizin uyuşmazlığında yatıyor.

benim fikirlerimin babası ziya gökalptir ile ilgili görsel sonucu“Ulusalcı” denen kesimin içinde Kemalizmi Bolşevizm  türevi bir şey olarak gören enternasyonalist hayalciler de var, “Anadolu neyimize yetmiyor, Turan hayalleri kurmayalım!” diyen sözde realist Anadolucu sosyalistler de… Ki sanırım  ulusalcı kitlenin çoğunluğunu ikinci gruptakiler oluşturuyor.

benim fikirlerimin babası ziya gökalptir ile ilgili görsel sonucuUlusalcı söylemin omurgasını “antiemeryalizm” oluşturuyor. Peki ama bu omurga  gelgeç heveslerle savrulan  fırsatçı ve şeriatçı siyasal milliyetçiliği bir tarafa bırakırsak; milliyetçiliğimizin özünü oluşturan Türkçü felsefeyle ne kadar uyuşuyor?

Ulusalcılık Türkçülükle üç sebepten dolayı uyuşmuyor: 

İlk  sebep ulusalcıların “ulusu” ile Türkçülerin “ulusunun” birbirinden ayrı olamaları. Ulusalcıların “ulus” felsefesi Atatürk’ün,  Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken yaptığı “ Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.  Tanımına dayanıyor. Kurucumuzun yaptığı tanımı eleştirecek ya da yanlışlamağa kalkacak değiliz elbette. Ve fakat bu tanımı “mutlak sınırlayıcı” olarak kabul etmenin sakıncalarına değinmeden geçemeyiz. Atatürk Türkiye dışındaki Türk  topluluklarından haberdar, dahası kendisi kötü bir talih eseri o topluluklardan birine mensup olmak zorunda kalmış bir Türk çocuğuydu. Dolayısıyla “Türklük” tanımının Türkiye’ye sıkıştırılamayacak kadar büyük olduğunu biliyordu. Onun bu tanımı Türklüğü Türkiye’den ibaret görmek değildi. Türkiye’nin kurucu ahalisinin, büyük Türk Milleti’nin bir parçası olduğunu söylemekti. Dolayısıyla bir Türkçü  için Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu sosyolojik tanımından öte bir Türk tanımamak gibi bir şey söz konusu olamaz.

Sanırım çoğu eski Maocu veya Stalincilerden oluşan “ulusalcı” kesim içinse fikri bağlarının, kendi “ata ruhlarının” ( ki onlar için Bilge Kağan, Kültigin, Tonyukuk vs. Türk büyükleri ancak faşistlerin uydurdukları bir takım çizgi roman kahramanı gibidir…) Rus ve Çin kaynaklarından gelen  soğuk savaş refleksi halindeki “Türk alerjisinden” dolayı Anadolu dışındaki Türk topluluklarının varlığından bahsetmek bile faşizm veya ırkçılıkla eşdeğer bir şey.

(Sorun şu ki yakın zamana kadar  bir namus borcu  gibi yürüttükleri Kürtçülüğ’ün Ortadoğu’daki yaygın silahlı ihaneti ve yarattığı küçük çaplı cehennem, onların artık “ Kerkük zindanını”  istemeyerek da olsa hatırlamalarını sağladı…)

Kafalarında Bolşeviklerin uydurduğu “Ulusal Sorun” doktrininden başka herhangi bir bilgi de olmadığı için Satlin’in idraklerine vurduğu prangayla ne kadar nefes alabiliyorlarsa; Türklüğ’ü de ancak o kadar biliyor ve benimseyebiliyorlar. Türk’ü ancak Stalin’in penceresinden görebilen  sol-ulusalcı kampla
benim fikirlerimin babası ziya gökalptir ile ilgili görsel sonucuVatan ne Türkiye'dir Türk'lere ne Türkistan
Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir; Turan!” diyen Türkçü felsefenin uzlaşması düşünülebilir mi?

Uzlaşmazlığın ikinci ayağı ise “antiemperyalizm karşıtlığı” ayağında ortaya çıkıyor. Şimdiler de bazı Türkçüler de sol seçkinciliğe yaranma çabası ve uzlaşma ümidiyle  derhal benimsenen “antiemperyalizm” söyleminin iki felsefi çarpıklığı var.

Bunlardan birincisi ve derhal göze batanı, “antiemperyalizm” söyleminin,  Kurtuluş Savaşı’nı, bir tür “sömürgelikten kurtulma savaşı” haline indirgeyip Türk’ü de “büyük devletlerin eski bir sömürgesi küçük bir  kabile”  diye kabul etmesidir. “Antiemperyalizm” söyleminin temelinde “Türk’ün büyüklüğü”, “etkileyiciliği”, “emperyal ölçekli siyaseti”, “fütuhat tutkusu” vs yer almıyor. Antiemperyalizm söyleminin temel kabulü: “Türkiye’de hasbelkader Türk olarak yaşayan insanların kurduğu,  hiç kimsenin işine karışmayan, hiç kimsenin de kendisine karışmasını istemeyen, sömürgelikten zar zor kurtulmuş, kendi yağıyla kavrulmaktan mutlu bir iki buçukuncu sınıf  kabile tipi cumhuriyet.”

Buna bağlı olarak antiemperyalizm söyleminin daha derin çarpıklığı “emperyalizm”  hurafesini uyduran Marksist okulun dayandığı, diyalektik saçmalığını benimsemesinde yatıyor. “Emperyalizm” terimi dünyayı, sosyalist olan ülkelerle “emperyalist” olan ülkeler karşıtlı şeklinde “mutlaklaştırıyor”.

Diyalektiğin, idealizmi, “İdelerin var olamayacağı, dünyanın yalnızca karşıtlıklarla anlaşılabileceği” şeklinde eleştirirken aslında bütün beynimizi boşalttığını, bizi tanımsız bıraktığını, idelerimiz yok olduğunda, kıyaslamak için elimizde ne kalacağını hiç kimse düşünmedi. Ulusalcılar her şeyin “ilişkilerden ibaret olduğunu” söyleyen Marksist  felsefeyle düşündükleri için “ilişkilerin neler arasında gerçekleşmesi gerektiği” sorusunun varlığını da düşünmek istemezler.

Dolayısıyla “idelerin mutlaklığına” karşı çıkıp “mutlaklığı” reddettiklerini sanırken aslında  “karşıtlık” kavramını ideleştirdiklerini, “mutlaklaştırdıklarını” fark edemezler. Peki ama bunun konumuzla ilgisi nedir?

Bunun konumuzla ilgisi şudur: Öncelikle dünyayı emperyalistler ve antiemperyalistler karşıtlığı içinde algılamak, iki “mutlak kategorisi” oluşturmak anlamına gelir. Bu kategorileştirmenin “mutlaklığı” sözde diyalektik mantık için öldürücü bir çelişkidir.
Bunun sonucunda dünyada, kendiliğinden bir “Etkili büyük devletler ve etkisiz küçük devletler” kategorizasyonu meydana gelir. Elbette  ulusalcılara göre SSCB ve Çin aslında ulusal devletler olmayıp kutsal enternasyonalist esaslara dayanan birer proleter diktası olduklarından, bu ülkelerin Avrupa’da ve Asya’da gösterdikleri yayılmacılığın emperyalist olarak algılanması yanlış olacaktır.

Düşüncelerinin temelinde tanımlar ve kategorizasyondan ziyade “havada uçuşan partizanca diyalektik mukayeseler” yer aldığından, ulusalcılar için “büyük, etkin, üstün bir Türk” tanımı da söz konusu olamaz. Onlara göre Türk  Milleti’nin kendi çıkarları için herhangi bir toprak parçasına askeri müdahalesi dahi doğrudan “emperyalizm” sayılacaktır.

Sözün özü: Ulusalcıların kafasında, dünyaya etki eden, etmesi de gereken, gerçek ve üstün bir Türk  Ulusu’nun “milliyetçiliğinden” ziyade “Türk” dendiğinde anlaşılması gereken :  “Dünyada kendi halinde yaşayan, adını hasbelkader almış, “büyük devletlerin işine karışmadan” pasifist barışçılığı ve kolektivizmi benimsemiş bir Ortadoğu  sömürge eskisi kabile toplumudur.”

Hal böyle olunca  dünyanın neredeyse dörtte birine yayılmış büyük bir ulusun, dünyayı adaletle etkilemesi gibi hedefleri  olan Türkçülerle kafalarında, “ancak büyük devletlerle uygun ilişkiler kurduğu müddetçe var olabilecek bir Ortadoğu sömürge eskisi kabilesi” tasavvuru  yaşatabilen “ulusalcıların”  uzlaşabilmeleri çok zor görünüyor.