26 Eylül 2017 Salı

Türkiye’de Saptırılmış Ahlâkî Yükümlülük Sorunu


Çok uzatmayacağım. Sanırım twitter bu konuda çok etkili oldu. Bazı şeyleri düşünürken işi uzatırsam gene de kusura bakılmasın.
Önce aklıma “şantaj rejimi” terimi gelmişti. Bu terim, fiili durumu özetlemek için uygundu ama işin felsefi bağlamını tam ifade edemiyordu.

Türkiye’deki şantaj rejiminin etik bağlamına sanırım “ Saptırılmış Ahlâkî Yükümlülük/ Mükellefiyet “diyebiliriz.

Saptırılmış ahlâkî yükümlülüğün iki yönü var. Bu iki yön ile bizi açmazlara sürüklüyor.

Birinci yön Müslümanların, dinlerine dayanarak geliştirdikleri, cinsel ayrımcılığa, cinsel  tecrite ve cinsel aşağılamaya dayalı “femofobik” yani kadın korkusuna dayalı  ahlâk.

Bu ahlâkın, temel hakların korunmasına dayalı “ zarar vermemek iradesi” ile uzaktan yakından alâkası yok.

İkinci yönü de:  Bu saptırılmış ahlâkı, “ahlâk kelimesini  açıkça sömürerek bağlamından çıkarmak,  daha sonra da sapkın ahlâk anlayışının normlarını bu saptırılmış bağlamla ahlâkın gerçek anlamını benimseyenlerin üzerine yüklemek.

Sorun ahlâk kelimesinden kimin ne anladığında düğümleniyor. Meselâ  cinsel eğilimlerinden veya zaaflarından dolayı Müslümanların şantajına uğrayan ( Ki bu şantaj ahlâkı Müslüman iktidarının temel yönetim aracı haline gelmiş bulunuyor) insanlar, Müslümanlara “Senin ahlâk dediğin ne ki beni kendi ahlâkınla yargılayabiliyorsun?” diyemeyecek bir duruma geliyorlar.

Saptırılmış ahlâkî yükümlülük durumu, başka ve sapkın bir ahlâkî kabulün, normal insanlar üzerine bir deli gömleği gibi giydirilmesi halidir.

Bu halin ortadan kaldırılabilmesi için cahil ve şantajcı Müslüman muktedir çoğunluğun kınaması , ayıplaması değersizleştirilmelidir. Ülkeye egemen olan  şeriatçı  Müslüman  seçmen kitlesinin neyin ahlâkî sayılacağına dair en ufak bir ilgisi ve bilgisi yok.Resmi şeriattan korunmak için önce  fiilî şeriat normlarının egemenliğine karşı çıkmalıyız. Türkiye’nin bilime ve devlet ciddiyetine ulaşabilmesinin tek yolu budur.



Tespitim Geldi: Ortadoğuluyuz!!

TESPİTİM GELDİ: Az önce gene gaflete düşüp internetten Tarihin Arka Odası'nı açtım. Bir kez daha anladım ki bu ülkede bir barış gelmesi mümkün değil. Bu ülkede henüz rejim değişmedi. Halen LAİK bir yönetim sözkonusu... Erhan Afyoncu; "Ateist birisi olabilirsin ama kimseye kurban kesme konusunda vahşettir, şudur budur diyerek hakaret edemezsin" dedi. Doğru bu sözün altına imza atarım. Çünkü kurban kesmek bu milletin büyük kısmının hayatının normali ve inancının gereği. Bunun ü...zerine sözü alan Murat Bardakçı; "Daha açık söyle bunlara tarih boyunca gavur derlerdi, daha da açığı kafir denirdi" dedi. Bu söz alenen açık olarak inananları inanamayanlar üzerine kışkırtmaktan başka neticesi olmayan bir boş boğazlıktır. Hukuken bir cezası var mı bilmem ama bir ateiste ancak ve ancak bir şeriat devletinde böyle hitap edilebilir. Karşılığı da muhtemelen ölümdür.
Laik bir ülkede dini ritüelini yerine getirene hakaret edilemeyeceği, aşağılanamayacağı, dışlanamayacağı gibi bu ritüele inanmayan da tahkir edilip hedef gösterilemez... Zaten dini inancını yaşayanın ilkel bir görüntü oluşturmadan kesimini gerçekleştireceği ortamı sağlanması halinde, kimsede bundan rahatsız olmaz...
BEDENEN BATILI GÖRÜNSEK DE RUHUMUZA İŞLEMİŞ OLAN ORTADOĞULULUĞUN BİR GÜN BİRBİRİMİZİ KESMEMİZE NEDEN OLMAMASINI DİLİYORUM...


Facebook'ta ilk yayınlandığı tarih: 26 Eylül 2015

20 Eylül 2017 Çarşamba

Tespitim Geldi: Kabile Ruhu

Milletaltı yapıların çok güçlü asabiyete sahip olduklarını sosyolojinin anlattıkları kadar, yaşadıklarımızdan da biliyoruz. Bazı yazarların kabile ruhu diye de tabir ettikleri bu yüksek asabiyet, kabile içindekileri bizden sayarak kutsayan, dışındakileri de düşman olarak görmese bile dikkate almayan bir çeşit ilkel güdüyü üretmektedir. Kabile ruhu kendi dışına kapalı olduğu için, dış dünyayı analiz edebilmek için kullandığı verileri de yine kabile içinden sağlar. Dolayısıyla analiz çıktılarındaki doğrular doğru olmayabilir, yanlışlarda yanlış olmayabilir. Ama bunun ifade edilmesine tahammül gösteremeyecek bir öfkeyi de, şiddeti de üretir. Bu kapalı sistem sürekli kendini doğrulayarak, ya da dışarıdan sadece kendini doğrulayan veriler alarak içine daha da kapanır. Sonuç olarak yaşamda asıl hakim olan değişimin ve gelişimin karşı konulmaz gerçekliği karşısında uzun süre direnebilme iradesi gösterseler bile, bu tür kapalı sistemler gün gelir dağılır ve yok olurlar.
Millet olma iradesinin zayıfladığı dönemlerde kabileleşme temayüllerini takım taraftarlığında, hemşeri dernekçiliğinde, etnik arayışlarda, ideolojik kurumlaşmalar gibi yapılarda sıkça görüyoruz. Millet düzeyindeki topluluklarda ancak yüksek fayda üreten demokrasinin kurumlarının birer kabile haline dönüşmesi ve mensuplarının kabile ruhuyla hareket etmesi başarının ödüllendirilmesi, başarısızlığın bedelinin ödenmesi gibi işleyişi mükemmelleştiren yapıları işlevsiz kıldığını malesef görüyoruz.
KANAATİMCE FİKRİ HÜR VİCDANI HÜR NESİLLERİN BU ŞARTLAR ALTINDA VAR OLMASININ MÜMKÜN OLMADIĞI GERÇEĞİ İLE YÜZLEŞMEMİZ GEREKİYOR.


Facebook'ta ilk yayın tarihi: 19 Eylül 2015

Tespitim Geldi: Akıl Tutulmalarımız

 Prensip olarak öldürülmüş terörist resimleri paylaşmıyorum. Az önce operasyonlarda öldürülmüş PKK'lıların paylaşan bir sitede bir yorum okudum. ...Yorumu yazan kişi PKK ve KCK'yı masum çocukları dağlara götürüp, beyinlerini yıkadıktan sonra öldürülmelerinden sorumlu tutuyor ve suçluyor, buraya kadar iyi, sonra dönüyor, ey bordro bereliler sizde bu çocukları öldürdüğünüz için suçlusunuz, 5-15 ya da 20 yaşındaki çocuklardan terörist mi olur? diyor. Söyleyen kişi Muğla'da yaşayan bir vatandaşımız. Ömründe bir gün bile teröristle karşılaştığını sanmıyorum, bu yüzden bilemez ama hakkaniyet adına yaptığı kınamayı red ediyorum.
Bu çocuklar kaçırılıncaya kadar masumdular, beyinleri yıkanıncaya kadar da masumdular ama ellerinde silahlar, bellerinde bombalarla sizi öldürmeye geldiklerinde yaşlarının ne olduğu değil eylemlerinin niteliği önem kazanır.
Bordo bereliler şu anda terörle mücadelede en deneyimli, en etkili gücümüz, onlara söz söylemek kimsenin haddi değildir. Ancak bırakınız bordo berelileri herhangi bir polis ve askerin en önemli vazifesi, birincil vazifesi, önceliği kendisinin hayatta kalmasıdır. Bu yüzden herhangi bir çatışmada ölmeden önce öldürmek zorundadır. Aksi takdirde ilk olarak kendi anası bacısı ağlar, varsa evlatları yetim, karısı dul kalır, babası dert sahibi olur.
Elbette gönül ister ki terör örgütünün elindeki bu evlatlarımız emperyalist güçlerin maşası olmasın, okusunlar, adam gibi bu milletin onurlu her ferdi gibi bu ülkeye hizmet etsinler... Başlangıçta zorla bile götürülseler ilk fırsatta kaçmayıp, dağda ovada, şehirde sokakta eylem yapıyorlarsa, insanları taciz ediyor, güvenlik güçlerimize kurşun sıkıyorlarsa bunun bedelini öderler...
BU TİP AKIL TUTULMALARI YÜZÜNDEN EĞİTİM KURUMLARIMIZLA, YASALARIMIZLA, İDARİ VE SİYASİ UYGULAMALARIMIZLA TERÖRLE MÜCADELEDE YETERİNCE KARARLI OLMAYIŞIMIZIN BEDELİNİ BU ÜLKENİN GENCECİK ÇOCUKLARI ÖDÜYOR...


Facebook'ta ilk yayın tarihi: 20 Eylül 2015

18 Eylül 2017 Pazartesi

Tespitim Geldi: Elimizden Kayıp Giden Şehir

Bugün muayene olmak için gittiğim Iğdırlı aile hekimimizin batıdaki bir il'e tayin istediğini öğrendim. "Terör yüzünden mi?" diye sordum. "Evet"... demedi belki ama "hayır" da diyemedi. Sadece "Burada kalmamız için bir sebep kalmadı, birazda biz rahat edelim" dedi...
Iğdır küçük bir yer, yaşaması zor bir şehir, entellektüel alışkanlıklarınıza karşılık gelebilecek hiç bir şey yok, aksine yollar ay yüzeyinden beter, kaymak gibi asfaltlar, hemen toplanan çöpler yok, çarpık kentleşme yüzünden iç içe girmiş evler, sokaklar, ara sokaklarda dolanan tırlar, koyun sürüleri, asla sağına soluna bakmayan yayalar, motorsikletler, bisikletler vb. var. Yolda yürürken beşinci kattan başınıza halı da silkeleyebilirler, su da sıçrayabilir....
Küçük bir ilçe iken birden vilayet oluvermiş, daha ham iken pişmeden üniversite şehri olmuş... Burasının şehir gerçek manada bir şehir olması için zihniyetinin değişmesi gerekli bu da en az elli yıllık süre demek... Bunu hızlandıracak bir katalizatör malesef yok.
Ancak bu şehir boynundan büyük bir yükün sorumluluğunu taşıyor. PKK terörünün hedefinde, adım adım işgal ediliyor. Doğu karadenize uzanan yolun ağzını tıkayan nüfusu halen Türk olan ve devletten yana yerli Kürtleri bulunan bir şehir. Bu yüzden Iğdır sıradan bir şehir değil, önemi boyutlarının çok üzerinde olan bir şehir. Burası düşerse bütün doğu anadolu düşer. ANI KURTARMAYI SİYASETLERİNİN ODAĞINA KOYANLARIN ANLAYAMAYACAĞI BİR ŞEY BU. BİZ BU ŞEHRE KIYMAYIN DEDİK DURDUK... MALESEF KIYDINIZ, SON ŞANSI DA HARCADINIZ... İHTİRASI AKILLARININ BİR KARIŞ ÖNÜNDE KOŞANLAR SİZLER, ASLINDA TÜRK MİLLETİNE KIYDINIZ, BİLİNİZ İSTEDİM...

İlk yayınlandığı tarih: 18 Eylül 2015

16 Eylül 2017 Cumartesi

Tespitim Geldi: Öfkeyle kalkan, zararla oturur!


Bir takım kendini bilmezler, suçun şahsiliği ilkesi göz ardı ederek yaşlı bir kadını ömrünü sürdüğü topraklarda, yeni gömüldüğü mezarından çıkarıp, göç ettiği memleketi Tunceli'ye gömülmesiyle sonuçlanan büyük bir densizlik yaptılar.
Olay vahimdir, birlikte yaşama iradesine vurulan ağır bir darbedir, töremize de aykırıdır. Öncelikle seksen yaşındaki bir kadın aksi ispatlanmadığı sürece kızının fiillerinden sorumlu tutulamaz. İkincisi kadın bir Türk toprağı olan Tunceli'den göç etmiş, yine bir Türk toprağı olan İncek'e yerleşmiş sıradan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Anayasamıza göre Türk'tür ve öldüğü zaman herhangi bir Türk toprağında gömülmek gibi hakkı vardır. Üçüncüsü ölülerle kavga etmek bu büyük milletin çocuklarına yakışmaz, ölen ölmüştür, iyi fiilleriyle hayırla yad etmek gerekir, hataları varsa da öldüğü için kendisini savunma imkanı yoktur. Dördüncüsü ise, en vahim olanı da budur. Vahim hadise fiilen Kürt milletleşmesi için kullanılabilecek sağlam bir malzeme üretmiştir. Yani yaşanan olayla kendisini aynileştirecek bir kısım vatandaşımızın yüreğinde derin bir olumsuzluk yaratarak düşmanlık hislerini besleyecektir.
Milletleşme ırkçılıktan beslenmez, çünkü millet ortaklaşmanın, ana akım bir kültür içine dahil olup, bir olmanın bir ürünüdür. Türk milleti Bozkır'da yay tutan kavimlerin bir araya gelmesinin bir çıktısıdır. Bu millet, bir büyük nehir gibi çevresinden gelen kaynaklardan beslene beslene kadimden geleceğe akmaya devam edecekse her şeyden önce bu tür ahmakça işler yapmaktan uzak durulmalıdır. Öfkenin zapt edilmesi gereken bir illet olduğu unutulmamalıdır. Ataların dediği gibi "Öfkeyle kalkan, zararla oturur!"