28 Şubat 2014 Cuma

İhtiyaç Ve Talep Belirsizliğine Dair Küçük Bir Akıl Yürütme

Talep ve arz piyasada birbirlerini etkilerler.
İhtiyaç, karşılanması gereken  arzu veya yoksunluk/mahrumiyettir. Burada bir “gereklilik” vardır.
İhtiyaçlar,  genel yemek, barınma  ve emniyet ihtiyaçları dışında bireyseldir.

İktisadî tartışmaların en temel kavram kargaşası ihtiyaç ve  talep arasındaki farkı  netleştirememekten kaynaklanır.

Talep  üretici arzına   karşı tüketicinin, mübadele ile  gerçekleşmiş cevabıdır.

İhtiyaçlar bilindikleri ölçüde  üreticilerce karşılanmaya çalışılır.

Buna karşılık eğer bütün üretim ihtiyaçları karşılamaktan ibaret olsaydı icat denen yeniliklerin ortaya çıkması mümkün olmazdı.

“İcat” olgusunun  ortaya çıkışı “üretimin sadece ihtiyaç için yapılması gerektiği” şeklinde ifade edilen sözde hümanist, sosyalist söylemin yanlışlığını en başta  ispatlar.

Otomobilin icadından evvel insanlar atlarla veya buharlı trenlerle  seyahat ve nakliyat ihtiyaçlarını gideriyorlardı. “Tren bütün işimizi görmektedir!” denebilirdi ama insanoğlu bunu dememiş insanların trenden daha hızlı ve daha rahat seyahat edebileceği bir buluşu ortaya çıkarmışlardır.

Otomobil Ford’un zihninde belirirken  hemen hemen hiç kimsenin ne böyle bir aracın var olabileceğine ne de  böyle bir araçla neler yapılabileceğine dair bir fikri vardı. Mevcut araçlarla devam ederek otomobile ihtiyaç duymayabilirdik de.

Oysa böyle olmamıştır. Ford kendi aklını, kendi bilgisini kendi menfaatleri için özgürce kullanarak, diğer insanlardan, yarattığı şeyin karşılığını bekleyerek otomobili üretmiştir. Ondan elde edilecek yararları şüphesiz  tahmin etmiştir, ama bu faydaları yaratan aklının, o icattan sonra meydana gelecek değişikliklerdeki, faydalardaki payını  ondan yararlanacak insanlardan beklemiştir. Bu beklenti adaletsiz veya ahlâksızca mıdır?  Elbette hayır ama bu ayrı bir tartışma konusudur.

Burada sorun ihtiyaca dayanmayan üretimin yerinde olup olmadığıdır. Bunun cevabını müşteriler talepleriyle verirler.

 Herhangi bir mal, daha önce kendisine ihtiyaç duyulmaksızın üretici tarafından arz edildiğinde iki ihtimal vardır. Ya insanlar bu malı almak ister ya da istemez. Mal istenmezse  fiyatı ödenmeyerek mal talepsiz bırakılır. Ya da mal istenir ve karşılığı ödenerek üreticinin arzına karşı bir talep cevabı verilmiş olur.

Bir malın talep edilip edilmediği, insanların o mala ihtiyaçları olup olmadığı bilinerek anlaşılmaz. Bir malın talebi ancak tüketicinin o malı alıp almamasıyla anlaşılır.

Bir arabaya şiddetle ihtiyaç duyabiliriz. Ama bu bizim bireysel sorunumuzdur.  Bu ihtiyaç belki kuvvetli bir arzu belki bir yoksunluktur. Ama en nihayetinde ancak kendi içimizde hissettiğimiz bir “duygudur”.

Bir çiklet aldığınızda  onunla ilgili yoğun bir arzu veya yoksunluk duyup duymadığınızı çiklet üreticisi bilemez. Ama onun malını satın aldığınızda “ Malını üretmek için benden istediğin fiyatı ödüyorum!” cevabını vermiş olursunuz. Talep budur!

Bir eve ihtiyacımız vardır ve bu ihtiyaç genellikle ekonomik gücümüzün yettiği barınma çeşitleriyle karşılanır.

Yiyecek ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan insanlar için de çeşitli kurumlar vardır.

Ama bir araba veya ev ihtiyacı ancak ve yalnız onu bir şekilde karşılayabilecek güce erişip de üreticiye karşılığını verdiğimizde piyasada “talep” olarak belirecektir.

Bir mala talep azlığı iki sebepten meydana gelebilir. Ya insanlar o mala ihtiyaç duymuyordur ya da karşılığını veremiyordur.

Ama ihtiyaç büyük ölçüde bireysel ve psikolojiktir. En başta bahsettiğimiz yemek, barınma ve emniyet dışındaki “ihtiyaçlar”  kişiden kişiye değişir. Şöyle düşünebiliriz. Otomobil almayı bugün çok isterken yarın bunun aslında o kadar önemli olmadığını düşünerek onu “ihtiyaçlar” listesinde daha geriye atabilir veya listeden silebiliriz.
Bu yüzden ihtiyaç birysel, talepse tarihîdir.

İktisadî hesaplar ifade mübadeleye konu olmamış arzular üzerinden yapılmazlar; ancak gerçekleşmiş ve tarih olmuş mübadelelere bakılarak yapılabilir.

Sosyalizmin mutlak iflâsı daha  bu noktada ortaya çıkar.

Çünkü müşteri talebiyle sınanacak yeni ürünlerin ortaya çıkması, “ihtiyacı karşılamaya yönelik hümanist sosyalist rejimde” mümkün değildir. İnsanlar ancak yeni bir malın, herhangi bir ihtiyacı karşılayıp karşılayamadığını deneyebilirlerse, onu, ihtiyaç listesine alıp almamaya karar verebilirler.

İnsanlar aydınlanma ihtiyacı  duyuyorlardı ama onları mumdan daha iyi aydınlatacak ve daha önce hiç var olmamış bir şeyin, onların ihtiyacı haline gelmesi, ancak ampulün icadıyla mümkün olmuştur. (Yıllarını ömrünü, enerjisini ampulü bulmak için geçiren bir insanın bu uğurda harcadıklarına baktığımızda,onun, acaba milyonlara getirdiği rahatlıktan gereken payı almayı hak etmez mi?)

Sosyalizm hem üretim araçlarını devletleştirm
esi/ortaklaştırması hem de tüketicilere ihtiyaçları dikte ettirmesi sebebiyle  arz ve talebi kökünden ortadan kaldırır. Sosyalist düzenin bir ekonomi yaratamamasının sebebi budur.

Buradan şu sonucu çıkarabiliriz.

Har talep, üretici için  bir ihtiyaç mektubudur  ama her ihtiyaç, talep haline gelmeyebilir.




24 Şubat 2014 Pazartesi

İdealizmden Habersiz Bir Türk Büyüğünün İddiasına Âcizane Bir Cevap

İdealizm
Çok değerli bir büyüğümüz:
Türkçü “İdealist” Olmaz
Buradaki idealizm, bir davaya adanmışlık anlamına değil, şeyleri “ideal” ve dolayısıyla sanal bir surette ele almak anlamında.

Neden idealist olamaz? Zira “ideal” bir portre çizmeye çalıştığınızda gerçekten uzaklaşır ve sapmalar yaşarsınız. Renan’dan[13] beri, milletin tanımını, devlet ve “ülke” eksenli bir odakta yeniden yapılandırma ve buna göre milliyetçilik yapma temayülü var, kısa vadede ve küçük çapta değerlendirildiğinde bu müspettir ama, felsefenin ve bilimin mihengine vurulduğunda “çıkmaz”dır. Bütün meselelere “kolektif bilinçaltı” ve “kültür” ekseninden bakmaya çalışan bendenizin gözünde, kısırdır, yetersizdir”*

Buyurmuşlar. Elbette okuryazarlık yönünden kerametine erişmemizin mümkün olmadığı bu büyüğümüzü eleştirmenin, imanımızı zedeleyebileceğini bilmemize rağmen, cehaletimizin bize verdiği cesarete sığınarak iki kelâm etmek isteriz.



Öncelikle büyüğümüzün, kendisine  “meselelere belli bir açıdan bakan bir bende” nazarıyla bakmasındaki o engin tevazu için şükranlarımızı beyan ederiz.  Yoksa elbette bizim gibi cahillerin kendisinden nasiplenmesi büyük nimettir.



Büyüğümüz daha başından ufak bir yanlış yapmış, haddimiz olmayarak belirtiriz:



İdealizmi bir davaya adanmışlık anlamında kabul ediyor, büyüğümüz. Burada “dava” derken neyi kast ettiğini anlatmamış ama bunun “şeyleri sanal bir surette ele almak” olmadığını belirtiyor.



Felsefe mantıkla kol kola yürür. Felsefenin içinden mantığı aldığınızda geriye retorik kalır. Çok değerli büyüğümüzün en baştaki küçük felsefi eksikliği daha sonraki çıkarımlarının bu açıdan retorik seviyesinde kalmasına sebep oluyor.



Büyüğümüzün “dava” derken neyi anladığını bilemiyoruz ama bize göre “dava”, “olması gerekene dair bir iddiadır.” Bu hukuki anlamda da böyledir. Herhangi bir mahkemede taraflar kendi iddialarının  “olması gereken” olduğuna dair bir “dava” yürütürler.



Siyasi anlamda “dava”, “olması gereken toplumsal düzen tasavvurunun gerçekleştirilmesi gayreti, mücadelesidir”.



İyi de “olması gereken” nedir?



“Olması gereken”, yazar büyüğümüzün daha sonra kocaman bir egoyla hayretlerimize bahşettiği “kollektif bilinç altı” ve “kültür” terimleriyle ilgili olan bir değerler ve normlar manzumesinden zaman içinde çıkarsanmış, keşfedilmiş “idea”lardır.



İdealizm, yazar büyüğümüzün sandığı gibi hayali olarak resmedilmiş bir tapınılası figür falan değildir. İdeal, “olması gerekenin” yani gerçeğin bizim sınırlı yeteneklerimiz  için ayırt edilebilen en net görüntüsüdür ki bu asla gerçek bir netlik değildir. İdeal gerçeğin, algımızın buzlu camları ardında beliren silueti veya gölgesidir.



İşte idealizm bu açıdan bu görüntünün gerçek halini anlayabilmek çabasıdır. Buzlu camın ardında “olması” gerekenin en net halini tanımlayabilmek çabasıdır.



Büyüğümüz yazısının ilerleyen bölümlerinde Türkçülerin “realist” olması gerektiğini vaaz ediyor.

İnsan tebessüm etmeden edemiyor elbette. Bu o kadar büyük bir iddia ki… Burada büyüğümüz, algılarımızın önündeki apaçık olguları kabullenmemiz gerektiğini söylüyor. Elbette burada gerçeğin oluşum süreci, nedensellik, insan iradesi gibi şeylerden haberinin olup olmadığını, tabiatın bizim dışımızda yürüyen düzeninden mi bahsettiğini yoksa Türkçülerin müdahil olması gereken, kaçınılmazlıktan uzak tercihlerden  mi bahsettiğini açıklamayı gereksiz görüyor.


Gerçekçilik önümüzdeki gerçekleri kabullenmekse o gerçeklerin oluşumunu meydana getiren insanlardaki gerçeklik algılarını görmezden geliyor olabiliriz. Çünkü insan eylemlerinin sonuçları mutlaka, belli bir gerçeklik algısına yani belli bir ideaya göre  meydana gelir. İdealizm bir felsefi lüks değildir, insan eyleminin yapıcı yönünün biricik yönelimidir.



Türkçü’lerin idealist olamayacağını buyururken büyüğümüz, “Kızıl Elma’nın” ne olduğunu unutmuş görünüyor. Bilmiyor da olabilir ki insanlar geçici bilgisizliklerinden dolayı suçlanamazlar. Ama bilmiyorsa şunu öğrenmeli ki Türkçülüğün “ideali” olan “Kızıl Elma”, dünyanın “Türk’e göre, Türk tarafından biçimlendirilmiş” halinin bir ifadesidir. Yani Türk’e göre olması gerekenin ifadesidir. Yani Türkçü bir idealdir!



Büyüklerimiz, muhtemeldir ki Gazali’nin felsefe hakkındaki  küçümseyici ifadelerini “Dalaletten Hidayet’e” adlı kitapçıktan hıfz edip felsefeye Müslüman bir ağızla   sövmeyi hikmet addediyor. Amma velâkin kelime kullanıp da kelimenin bağlayıcılığının ve dahi kelâmın namusunun davasını güttüğünde aslında ideaların iddiasını güttüğünü nedense bir türlü fark edemiyor.



Ne yapalım? Felsefeyi edinebileceğini sanan büyüklerimiz, mantıklarının da gereçlerinden mahrum kalıyorlar.



http://www.sozkonusu.net/bizim-muhafazakarligimiz.html
 

23 Şubat 2014 Pazar

Akademisyen

Akademisyenlik hoş bir rüya.
Bir akademisyen ne kadar kendinden emindir.

Yanılmazlığın anahtarını elinde tutar. Ona öğretilmiş ve doğruluğu nesilden nesle aktarılmış o gizli bilgilerin mirasçısı ilân edildiğinde, artık bu seçkinlikle ne kadar dokunulmaz  bir hal alır. Kim onun fikirlerinin yanılmazlığından şüphe edebilir?

Kim onun ilâhî mesaja yakınlığından şüphe edebilir?

Bilimin gün ışığının göz kamaştırıcılığından uzaktaki sığınaklarında, aydınlatma şiddeti bilinen lâmbalarının ışığında, mutlak güvenliğe ve huzur kavuştuğu fikriyle yaşamak seçkinliği, kaç ölümlünün eline geçebilir?
Ve orada kim ona niyetinin ne olduğunu sorabilir?

Öğrenmek  ve öğretmek zevkinin  olup olmadığını, kim korkmadan merak edebilir? O soruları soran ve cevap vermek mükellefiyetini artık üzerinden atmış bir seçkin kişidir.

Akademisyen artık sorularını tüketmiş, hayatı cevaptan ibaret, merakın ve cehaletin tevazu çıpasını bir kenara atmış ejderha kabilinden bir kaptan…


Ben o denizlerdeki bilinmezliği ve çalkantıyı seviyorum.

21 Şubat 2014 Cuma

Her an, Her yerde, Herkese daha fazla Hürriyet!

Hürriyet Dünyası mecralarına reklam vermek artık çok kolay!
Gazetede, webde, tablette, mobilde ve sosyal medyada her gün 6,9 milyon insanın yolu Hürriyet Dünyası’ndan geçiyor.
Her gün 1,6 milyon kişiye erişen Hürriyet Gazetesi’ne artık tek bir sayfa üzerinden reklam vererek mesajınızı hedef kitlenize en etkili şekilde ulaştırabilirsiniz. Hürriyet Reklam Grubu size en uygun planlamayı ve rezervasyon hizmetini sağlayarak reklamınızı en etkin şekilde tüketici ile buluşturur. Hürriyet Dünyası, Türkiye’nin en çok okunan gazetelerden birine sahip olmasının yanısıra; internet dünyasında da Türkiye'nin en etkin ve en yenilikçi portalleriyle reklam veren için dev bir içerik ağı sağlamaktadır.
Hürriyet Gazetesi’nde yerinizi almak için; http://reklamver.hurriyet.com.tr/gazeteye-ilan-ver.html adresinden; her biri kendi alanında uzman olan internet siteleri üzerinden hedef kitlenize ulaşmak için ise http://reklamver.hurriyet.com.tr/internete-ilan-ver.asp adresinden Hürriyet Reklam Grubu’na ulaşabilirsiniz.

Hürriyet e-Gazete
Hürriyet’i geleneksel gazete formatında tabletten veya akıllı telefondan okumak isteyenler için hazırlanmış olan Hürriyet e-Gazete Uygulaması; ana gazete ve yayınlanan tüm ek sayfalarına dijital ortamda erişme şansı vermektedir. Uygulama bugün, Türkiye’nin en çok okunan tablet gazetesidir. Toplamda ücret ödeyen abone sayısı, ücretsiz rakiplerinin ulaştığı rakamları geride bırakmıştır. Ertesi gün bayide yerini alacak gazeteye, her gün saat 00:00’da erişme imkanı sağlayan Hürriyet e-Gazete Uygulaması, IOS, Android ve Windows 8 platformunda yer almaktadır.

Hürriyet Tablet
Hem ertesi gün bayide yer alan gazetenin içeriğine hem de tablete özel haber, video ve fotoğraflara ulaşma şansı veren Hürriyet Tablet Uygulaması, kullanıcı dostu bir ara yüzle tasarlanmıştır. Her gün 20:00’da güncellenen uygulama, görsel zenginliğin yanısıra Hürriyet'in en beğenilen köşe yazarlarını, Spor Servisi'nin hazırladığı zengin spor sayfalarını, gündemi belirleyen haberleri ve birbirinden renkli Kelebek, Cumartesi, Pazar ve Seyahat ekleri içeriğini tablete özel bir şekilde okuma imkanı sağlamaktadır.

Hürriyet Çocuk Kulübü       
Hürriyet Çocuk Kulübü, 7-14 yaş hedef kitlesine sahip; spordan sanata, güncel konulardan eğlenceye, teknolojiden bilime kadar pek çok alanda düzenli haberler yapan bir tablet uygulaması ve internet sitesidir. Kulübün 12 adet çocuk ve genç yazarı vardır. Tablet uygulamasının içinde ve Hürriyet Çocuk Kulübü internet sitesinde oyunlar, yarışmalar, makaleler, eğlenceli videolar, çocuk ve gençlerden gelen haberler yer alır. Tablet uygulamamız haftalık yayın yapan, ama aynı zamanda güncel olan ücretsiz bir uygulamadır.
Hürriyet Tablet veya Hürriyet e-Gazete üzerinden hedef kitlenize ulaşmak için http://reklamver.hurriyet.com.tr/tablete-ilan-ver.html adresinden Hürriyet Reklam Grubu’na ulaşabilirsiniz.
Türkiye'nin en etkin mecralarından biri olan Hürriyet Gazetesi'nde Türkiye veya bölge baskılarında seri ve sosyal ilan verebilirsiniz.
Eleman İlanı (Gazetenin Türkiye ve Bölge eklerine Eleman İlanı, Hürriyet IK gazetesine Eleman İlanı), emlak ilanı (satılık veya kiralık ev, işyeri, yazlık, arsa, gayrimenkul, konut, devre mülk ilanı), vasıta ilanı (satılık veya kiralık araba, iş makinesi, kamyon, otobüs, minubüs, motosiklet ilanı), kayıp ilanı, nakliye ilanı, ders verme ilanı, satılık eşya ilanı veya eşya arayanlar kategorilerinde ve sosyal ilan (Doğum, vefat, anma, baş sağlığı Teşekkür İlanı) vermek istiyorsanız, http://reklamver.hurriyet.com.tr/seri-ilan-ver.html adresinden Hürriyet Reklam Grubu’na ulaşabilirsiniz.
Insert Kullanımı
Hane halkının her bireyine ulaşan, başlı başına bir mecra olma özelliğiyle etkin bir pazarlama ve iletişim aracı olan insert uygulaması ile gazetede, hafta içi ve sonunda ürünlerinizin, hizmetlerinizin tanıtım ve pazarlamasını yapabilirsiniz. Firmanızı veya ürününüzü tanıtmak amaçlı broşür / insert’ün Hürriyet Gazetesi ile birlikte dağıtılmasını istiyorsanız, Hürriyet Gazetesi’ne http://reklamver.hurriyet.com.tr/insert-ilan-ver.html adresinden ulaşabilirsiniz.
Hürriyet Dünyası’nın tüm mecralarına reklam vermek için Reklamver.Hurriyet.com.tr adresine tıklayın. Reklamınız hedef kitlenize en etkin şekilde, her an, her kanaldan ulaşsın.
Bir boomads advertorial içeriğidir.
-->

16 Şubat 2014 Pazar

Patron Reklâmları Sığ Siyaset Demokrasi Falan Fiân

Televizyonda iki sucuk reklâmı var.

Biri  Şahin diğeri Pınar marka…

 Şahin gözümüze sokar gibi sürekli sucuk salam gösteriyor, markayı, müşterinin midesin bulandırana, müşteriyi bıktırana kadara tekrar ettiriyor. Muhtemelen patron, çünkü CEO denen adamların böyle bir şeye izin vereceğini sanmıyorum, “ Bol bol adımız geçsin!” diyerek “ajitasyon” yapmış olmalı ki bir müşteri olarak hangi marka et ürününü almamam gerektiğine iyice kani oluyorum.

Ve Pınar işinde ise Kadir Çöpdemir, kıvırcık bir oğlan çocuğuyla sempatik, gülünç ve işin açığı çok daha iştah açıcı bir reklâma imza atıyor. Bize tekrar tekrar seyretmek isteyebileceğimiz, sit-com tadında bir reklam sunuyor. Bilinçaltımızda Pınar yediğimiz takdirde aynı iyimserliğe ulaşacağımız mesajını yaratıyor.  Çöpdemir  fiziksel bir çekicilikle ürünü tanıtmıyor. İçimizden birinin  Pınar sucuğa  neden sempati duyacağını gösteriyor ve cidden usta işi bir reklâm ortaya çıkıyor.

Bunun siyasetle ne ilgisi var?

Türkiye’de siyaset kitlelere, “bir partinin neden seçilmesi gerektiğini” söylemez.

Türkiye’de siyaset  “lider” denen adamların, “müşterilerine” partilerinin adlarını ezberleterek yürüttükleri kötü bir taşra  patron reklâmcılığı  anlayışı ile yürütülür. Zaten özellikle iktidarın gediklisi sağ  partiler için seçmen müşteri falan değil açıkçası mürit, nefer, sarf malzemesi falandır.

Kapitalizme kızanlara bu meyanda bir sır vermek istiyorum. “İstediğinizi seçmenizi sağlayan şey” piyasadır. Demokrasi de  siyasi parti denen malları, içeriklerine, son kullanım tarihlerine, faydalarına gör seçebildiğiniz bir yönetim piyasasıdır.


Sorun  bizim  zihniyetimizde. Partileri, patronların dayattığı birer iman sucuğu olarak mı görüyoruz? Yoksa kendi irademizle ve zevkimizle alıp kullanabileceğimiz, beğenmediğimizde değiştirebileceğimiz lezzet imkânları olarak mı? Neden önemli? Çünkü işin sonunda patronların sucuk yaptıkları kesimlik sığırlar olmak da var. Afiyet olsun!

Bana kendimi iyi hissettiren bir parça paylaşıyorum. Sanırım daha sonra gene paylaşacağım. Bayağı iyi bir grup: "One Republic"


15 Şubat 2014 Cumartesi

Döneklik, Hüsn-ü Zan Ve Millî Mücadele Açılarından İşçi Partisi

Yanılmaktan korktuğumuz için kin gütmeye devam etmeyelim.

Çok yakın  zamana kadar ben de yanı duyguları taşıyordum.  Türk Milleti’nin Kürtçülük fitnesiyle en yaman mücadele ettiği yıllarda, İşçi Partisi  Kürtçüydü, doğrudan doğruya Kürtçüydü. Bu inkâr edilemez bir gerçek. Bu gerçek ne kolay kolay unutulabilir ne de bu gerçek yüzünden  içimizdeki şüphe ve tedirginlik bakiyesi tamamen izale edilebilir. Amma…

Bir yandan da Ermeni yalanlarına  karşı açık ve samimi mücadeleleri, Kürtçü/Dinci koalisyonuna karşı millî bir söylemle  gösterdikleri son dönme mücadelesi var. Adı milliyetçi olan hemen hiçbir akademisyen Mehmet Perinçek kadar ciddi şekilde Ermeni yalanlarının üstüne gitmedi.

Önce şu döneklik mevzuunda biraz düşünmek lâzım bana göre.

“ Dönek” davasından vazgeçen, gittiği yönde yürümekten  vazgeçip başka bir yöne dönen demek.  Olumsuz bir sıfat. Olumsuz bir sıfatı, “olumsuz” yapan şey onu kullananın haklılık duygusudur. Biri, düşüncelerinde haklı olduğuna samimiyetle inanıyorsa ; diğer düşünceleri, kendisine olan yakınlıklarına göre değerlendirir.

“ Kendi düşüncesinin doğruluğundan emin olsa bile  ya gerçekten yanlışsa?” diye sorulacaktır. Bu da mümkündür  ama  bütün insanlar gerçeğin bilgisine derhal ve aynı zamanda sahip olsaydı zaten dünyada doğrudan ve yanlıştan bahsedemezdik.  Gerçeği göremeyenlere gerçeği göstermek gayreti insanın  giderilemeyecek eksikliğinden  dolayıdır.

İşbu sebepten ben şahsen İşçi Partisi’ne karşı hüsn-ü zanla yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Neden meselâ Kürtçü oldukları zamanlarda milliyetçiliği yanlış anladıklarını, Kürt toplumunun uluslaşmamız içindeki yerini yanlış anladıklarını düşünmeyelim? Ve neden bu yanlışlarından samimiyetle dönmüş olduklarına inanmayalım?

Yanlıştan doğruya döndüğünü gördüğümüz insanı eski yanlışından dolayı itelemek, ona kin gütmek fazilet olabilir mi?

Yarın gene Kürtçülüğe başlarlarsa işte o zaman “dönek” olurlar. O zaman biz de onlara gerektiği gibi davranırız.

Ama Kürtçülük ve şeriatçılığın kol kola yürüdüğü bu fetret ve fesat devrinde, tam anlamıyla bir milli mücadele içinde,  elinde Türk Bayrağı tutan herkese ihtiyacımız varken İşçi Partisi’ne “dönek” demek mücadeleyi yıpratır, Türk adı için mücadele edenlerin haklılığına gölge düşürür, şüphe uyandırır.

Bir millî mücadele ayrıntıların, kinlerin silinip bayrakların yükseltildiği  zamandır, bu akılda tutulmalıdır.



14 Şubat 2014 Cuma

Eşit Olmak İstemiyorum

Biz bize benzeriz, güzel söz..Üniversiteye yeni başlamıştım, ortama adapte olmaya çalışırken bir çok ülkücü ve solcunun düştüğü yanılgı ile (Bu arada kendimi herhangi bir tanımlamaya çok yıllardır sokmuyorum yani Türk olamanın dışında bir üst kimliğim yok..) milliyetçi- ülkücü oldukları ön kabulü ile kendimi  başörtülü kızların, hoş biri teyze kıvamında okuldan atılıp dönenlerdendi,  yanında buldum..Heyhat ne büyük düş kırıklığı! Teyzeden bayağı bir korktuğumu da itiraf etmeliyim.




Toplumsal genellemeler sosyolojik verilere dayandırılmadan yapılırsa yanıltıcı değil hurafe olur.Tüm başörtülüler namusludur(Namus nedir?) tüm başı açıklar ahlaksızdır(Ahlak nedir?) , solcular içki içer sağcılar içmez (Yok ya!!) örnekleri çoğalta biliriz.Toplumları - insanları belli kalıplara sokmak işin kolay yanı kafa yormadan  anlamaya çalışmaya gerek kalmadan tembel işi, cahil işi, aptal işi..






Tüm bunları yazıyorum diye sevelim sevilelime bağlayacağım noktayı da sevgililer günü kutlaması ile koyacağım sonucu çıkmasın (Yeni adet yerini bulsun Happy St. Valentine's Day!) benim derdim toplumun hali hazırda var olan kolaycı yanının iptidai kabileler seviyesine  gerilemesi. Biz ve düşmanlar halini alması, birinin çıkıp Milletin a...'a koyacağız demesi , birinin çıkıp g..nün kılıyız demesi, birinin çıkıp hülooo diye aynen iptidai kabile mensuplarına ait çığlıklar atması..Ve bunların eşitlik ve demokrasi adına söylenmesi..Ben eşit olmak istemiyorum.





Bence Sakıncası Yok

17 Aralık'tan bu yana yirmi yıllık gazete okumama orucu bozup, Hürriyet'ten Taraf'a ve Yeniçağ'a kadar 7- 8 gazete ve bir kaç haber sitesini düzenli olarak takip etmeye başladım..

Aydınlık Gazetesi ve özellikle Doğu Perinçek'in yazıları son derece ilginç.. Bir yazısında kendisini ve ailesini ırkçılık yapmakla suçlayan daha doğrusu uyaran bir İşçi Partiliye kendi aramızda şakalaşıyoruz(...) diyor.
Perinçek, Tanrı Odin'in Türk olduğunu dil bilimsel bazı verilere dayanarak kanıtlamaya çalışan bir dizi makale kaleme aldı..



Sosyalistlerin bütün dünya halklarının kardeş olduğuna ilişkin söylemini , Atatürk'ün veciz sözünü ' Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!' yeni anlamlandırmış Aslanlı Yolun mücahiti Perinçek tüm Kuzey Avrupa, Karadeniz, Orta Asya ve Anadolu belki de Meluncanları da katarak bir Türklük coğrafyası yaratarak gerçekleştirecektir..




İyi ya bence bir sakınca yok, ne de olsa 'Bütün Dünya Türk olsun!.




10 Şubat 2014 Pazartesi

Sivil savaşı ihtimali

Bir iç savaş ortamı gitgide daha net biçimde ortaya çıkıyor.

Kürtçülerin devletin hükümet emriyle egemenliğini PKK'ya devredeceğini düşünüyor.

Türk Ordusu fiilen terhis edilmiş vaziyette.

Günün şartları Mondros Mütarekesi şartlarına çok benziyor. İşbirlikçi bir hükümetin, Ortadoğu'nun işgalci güçleri için ülke savunmasını bertaraf etmesi  kelimenin tam anlamıyla ihanet.

Peki Türk Milleti vatanın bölünmesine sessiz kalır mı? Asıl önemli soru bu.

Şu anda güvenlik güçlerinin sınırlı operasyonlarıyla engellenebilecek çatışmaların çok daha büyük ve yakıcı bir hale geleceği düşünülmelidir.

Düzenli bir ordunun savaşı sivillere yürütülürse dökülecek kanın hesabını kimse tutamaz.

9 Şubat 2014 Pazar

Bir siyasi fahişenin kürdistan hayalleri


Üç gündür Aydılık'ın  Apo haberlerini izliyorum.


Üzerinde durulan bence de pek önemli mi taşeronluk hadisesi karşısında herkes suskun.

Yok efendim bunlar barışı baltalıyor muş da bilmem neymiş.

Kardeşim bu domuz soyu daha mahkemesi esmasında söylemiyor muydu "Kullanıldım!" Diye. Herif ayan beyan piyon olduğunu, iradesiz olduğunu, alet olduğunu, fahişe olduğunu beyan etmişti.

Şimdi bizim vatansız ve  namus fakiri dinci siyaset esnafı, bu fahişenin, "Beğensek de beğenmesek de Kürt'lerin lideri olduğunu " söyledi.

Parasını verenin emrine amade bir namussuza bir topluluğun bütün iradesi ve namusu emanet edildi.

PKK'ya ve yardakçılarına sözüm yok. Onlar zaten düşman ve iç savaş resmileştiğinde yok edilecekler.

Benim asıl merak ettiğim güya kadınlarının üstünde uçan erkek sinekler için katliam yapmakla övünen Kürt kardeşlerimizin, kızlarını " Yoğunlaştırma evlerinde" kendi odalığı eden, ırzlarına tasallut eden bu fahişe tabiatlı terör tellalını gerçekten namuslarının ve istikballerinin emanetçisi olarak görüp görmedikleri.

 Eğer bu siyasi fahişenin bir bağımsızlık önderi olacağını sanıyorlarsa çok yanılıyorlar. Çünkü bu fahişeyi parlatan dinci iktidar, elbette gidecektir.  Onlar gittiğinde de  gönüllü piyonların namusuna devlet ciddiyeti emanet edilmeyeceğini, sayısız insan kaybı ve sürgünle yaşyacaklarını görmek için kâhin olmaya gerek yok.




8 Şubat 2014 Cumartesi

Kesimlik hayvanlar cumhuriyeti


Seçim yaklaşırken sağcısıyla solcusuyla bütün yayın organları istisnasız şu konuyu gündemde tutuyor.


Kanaatimizin güdücülerine göre halkın bütün derdi karnını doyurabilmek. 

Ahlâkı, tok insanların lüksü sayan marksist materyalizm için bu yaklaşım normal kabul edilebilir.

Bu yaklaşım bazılarına göre çok "halkçı" çok hümanist de gelebilir.

Peki "halkın önceliğinin ekmek" olduğunu söylemek hele şu dönemde ne demektir?

Bu, halkın, ekmeği veren herkesi kendisinin sahibi olarak gördüğünü, siyasetteki tek güdünün beslenme olduğunu söylemek demektir. Bunu söylemek de seçmenlerin aslında insan değil besilik hayvan olduğunu söylemektir.

Bu besleme politikası Türkiye'de dinci sağın yegâne tarzı haline gelmiştir.

İşin kötüsü bu rüşvetçi/ sadakacı oy avcılığı, köylü ve kenar mahalleli seçmen tarafından pek sevildi.

İnsanlar boğazlarından geçen ekmeğin faydasını her şeyin önünde tuttu.

Peki bu gün ekmeğini oyuyla satın alan seçmen oyunun ne için kullanıldığıyla oyunun nelere sebep olduğuyla ilgilendi mi? Maalesef ilgilenmedi.

İlgilenmediği anda da insan olmaktan vazgeçti. 

Bundan vazgeçmesi ile hükümet eliyle Suriye'de kelle kesici hayvanlara yardım edilmesine, kamu bankalarının soyulmasına, Doğu'nun ve Güneydoğu'nun PKK'ya teslim edilmesine sebep olduğunun farkında bile değil.

Türkiye kendini, itibarını, namusunu, hakkını, yem için satan, feda edebilen bir kesimlik hayvanlar cumhuriyeti haline geldi.

Demokrasi kesimlik hayvanların yem ile güdüldüğü, sopayla korkutulduğu bir şartlı refleks rejimi değildir. Demokrasi, güç kullanıcının işlerinin seçmenlerce sürekli denetlendiği bir bilinç rejimidir.

Oysa Türkiye'de demokrasi, seçmenlerin ahlâksızca güdülmesiyle öldürüldü. Ve demokrasinin katline, makarna kokusu için kan kokusuna razı olan seçmen kitlesi sebep oldu.

Biz artık insanların yürüttüğü siyasetin aktörleri değiliz. Makarna yedikten sonra kendi boğazını kasaba açarken bizi de ona götüren kesimlik hayvanların kurbanlarıyız.



Aydınlıkçılara kin güderek iç savaşa koşmak


İki gündür "Aydınlık" okuyorum. Apo köpeğiyle yapılan bir mülâkatın dökümlerini  yayınlıyor. 


Apo'nun ve türdeşlerinin nasıl güce tapınıcı köpekler olduğunu herkese gösteriyor.

Bunlar tamam. "Gazetecilik başarısı" veya "haber tutkusu" diyebilirsiniz.

Fakat haberle ilgili yorumların tamamı istisnasız milliyetçi. Bütün yorumlarda birlik ve bütünlüğün sosyolojik adı, "Türk Milleti" olarak konuyor.

Gazetenin siyasi geçmişini bilmeseniz onu ezelden milliyetçi sanabilirdiniz bile.

Aydınlık grubunun bir zamanlar Türk milliyetçilerine ne kadar nefret duyduğu bilinen bir gerçek.

Peki hâli hazırda İP grubunu nasıl değerlendirmemiz lâzım?

Şu anda İP, aslında MHP'nin yapması  gereken şeyi yapıyor. Etnik ırkçılığın Marksist yönden de olsa tahlilini yaptığı gibi güncel  tarihini de yazıyor, kaydediyor. Kısaca Türk Milleti'nin vatanıyla bölünmez bütünlüğüne MHP'den çok daha fazla hizmet ediyor.

Türk Milleti şu anda Selefi Arapçılığının ve Kürtçülüğün saldırısı altında.

Bu şartlar altında Türk milliyetçilerinin görevi eski kinleri kaşıyaraj müttefik kaybetmek olmamalı.

" Türküm!" Diyen insanları kırmak, incitmek ancak Kürtçülerin ve dincilerin işine yarar. Lidere tapınmaktan düşünmeyi unutmuş Türk milliyetçileri bu gerçeği ya şimdi anlamalıdır ya da iç savaşın kan  denizinde mecburen anlayacaklardır.

7 Şubat 2014 Cuma

MHP neye yarar?


MHP nerede, ne yapıyor?


Engin Alan hapishanede olmasa Balyoz ve Ergenekon kumpaslarına, dinci siyasetin tasallutuna karşı ne düşündüğünü hiç duymadık.

MHP bu gün maalesef sadece PKK'ya karşı yarı akıncı bir dinci savaşkanlık özentisi dışında hiç bir siyasi ağırlık ve varlık gösteremiyor.

MHP maalesef milliyetçi bir felsefî birikim üretmek yerine PKK karşıtlığını siyaset olarak yürütmeyi yeterli sayıyor.

Buna mukabil AKP'nin temel hak ve özgürlüklere açık saldırıları MHP' nin Türk İslâmcı şeriatçılığı içinde bazen açık bazen de örtülü destekleniyor.

MHP'nin, Türkiye'nin lâik, demokratik hukuk devleti yapısı için söyleyebileceği hiç bir şey yok.

12 Eylül intikamcılığı dışında MHP'nin bugüne ve yarına dair hiçbir fikri yok. Bugün Türk milliyetçilerinin oylarını bir tarih sömürüsüyle sahiplenmek dışında da güvenebileceği bir fikrî sermayesi yok.

MHP Türk milliyetçiliğine verilebilecek en büyük zararı veriyor. Dahası dinci söylemleriyle PKK'nın koalisyon ortağı AKP'nin varlığını meşrulaştırıyor.

MHP Türk siyasetinde gününü doldurmuş fikirsiz  bir köylü partisi olarak varlığını zorla sürdürüyor. Bölünme süreci onun fikirsizliğinden ve taassubundan besleniyor. MHP varlığıyla yokluğuna dua ettiriyor.

Türk milliyetçiliği MHP'ye rağmen varlığını sürdürüyor ama MHP'nin verdiği zarar nasıl giderilir, orası meçhul...



6 Şubat 2014 Perşembe

Demokrasi internetin neresinde ?


Efendim internette kişisel verilerin korunması için servis sağlayıcılar birliği diye bir şey oluşturulacakmış.


Durmadan telkin edilen bireysel hakların korunması mazeretiyle herkesin internet faaliyetleri adım adım devlet tarafından izlenecek. 

Üzerinde durulmayan nokta devletin, sizin her haberleşmenizi, her yorumunuzu anında görecek olması.

Bu adımla vatandaşların gerçekten mahremiyet elde edebildikleri tek saha da devletin eline geçti.

Son "düzenlemenin" anlamı sanırım şu: " Bu mahallede ne gerekiyorsa benden sorulur. Seni korurum  ama ne zaman tuvalete gideceğini bana soracaksın. Senin için neyi uygun görürsem onu söyleyeceksin, onu okuyacaksın. Sana izin verdiğin kadar ifade edeceksin." 

Bu açıkça faşizmdir. Kaldı ki internette yapılan bu düzenlemenin kişinin kendini ifade edebileceği bütün vasıtalara uygulanmaması için hiç bir engel yok. Bu ülkede boş arama emirlerine hakimlerin imza attığı söylenirken interneti hükümetin emrine doğrudan doğruya açmak demokrasiyle bağdaşmaz.