İdealizm |
“Türkçü “İdealist” Olmaz
Buradaki idealizm, bir davaya adanmışlık anlamına değil, şeyleri “ideal” ve dolayısıyla sanal bir surette ele almak anlamında.
Neden idealist olamaz? Zira “ideal” bir portre çizmeye çalıştığınızda gerçekten uzaklaşır ve sapmalar yaşarsınız. Renan’dan[13] beri, milletin tanımını, devlet ve “ülke” eksenli bir odakta yeniden yapılandırma ve buna göre milliyetçilik yapma temayülü var, kısa vadede ve küçük çapta değerlendirildiğinde bu müspettir ama, felsefenin ve bilimin mihengine vurulduğunda “çıkmaz”dır. Bütün meselelere “kolektif bilinçaltı” ve “kültür” ekseninden bakmaya çalışan bendenizin gözünde, kısırdır, yetersizdir”*
Buyurmuşlar. Elbette okuryazarlık yönünden kerametine erişmemizin mümkün olmadığı bu büyüğümüzü eleştirmenin, imanımızı zedeleyebileceğini bilmemize rağmen, cehaletimizin bize verdiği cesarete sığınarak iki kelâm etmek isteriz.
Öncelikle büyüğümüzün, kendisine “meselelere belli bir açıdan bakan bir bende” nazarıyla bakmasındaki o engin tevazu için şükranlarımızı beyan ederiz. Yoksa elbette bizim gibi cahillerin kendisinden nasiplenmesi büyük nimettir.
Büyüğümüz daha başından ufak bir yanlış yapmış, haddimiz olmayarak belirtiriz:
İdealizmi bir davaya adanmışlık anlamında kabul ediyor, büyüğümüz. Burada “dava” derken neyi kast ettiğini anlatmamış ama bunun “şeyleri sanal bir surette ele almak” olmadığını belirtiyor.
Felsefe mantıkla kol kola yürür. Felsefenin içinden mantığı aldığınızda geriye retorik kalır. Çok değerli büyüğümüzün en baştaki küçük felsefi eksikliği daha sonraki çıkarımlarının bu açıdan retorik seviyesinde kalmasına sebep oluyor.
Büyüğümüzün “dava” derken neyi anladığını bilemiyoruz ama bize göre “dava”, “olması gerekene dair bir iddiadır.” Bu hukuki anlamda da böyledir. Herhangi bir mahkemede taraflar kendi iddialarının “olması gereken” olduğuna dair bir “dava” yürütürler.
Siyasi anlamda “dava”, “olması gereken toplumsal düzen tasavvurunun gerçekleştirilmesi gayreti, mücadelesidir”.
İyi de “olması gereken” nedir?
“Olması gereken”, yazar büyüğümüzün daha sonra kocaman bir egoyla hayretlerimize bahşettiği “kollektif bilinç altı” ve “kültür” terimleriyle ilgili olan bir değerler ve normlar manzumesinden zaman içinde çıkarsanmış, keşfedilmiş “idea”lardır.
İdealizm, yazar büyüğümüzün sandığı gibi hayali olarak resmedilmiş bir tapınılası figür falan değildir. İdeal, “olması gerekenin” yani gerçeğin bizim sınırlı yeteneklerimiz için ayırt edilebilen en net görüntüsüdür ki bu asla gerçek bir netlik değildir. İdeal gerçeğin, algımızın buzlu camları ardında beliren silueti veya gölgesidir.
İşte idealizm bu açıdan bu görüntünün gerçek halini anlayabilmek çabasıdır. Buzlu camın ardında “olması” gerekenin en net halini tanımlayabilmek çabasıdır.
Büyüğümüz yazısının ilerleyen bölümlerinde Türkçülerin “realist” olması gerektiğini vaaz ediyor.
İnsan tebessüm etmeden edemiyor elbette. Bu o kadar büyük bir iddia ki… Burada büyüğümüz, algılarımızın önündeki apaçık olguları kabullenmemiz gerektiğini söylüyor. Elbette burada gerçeğin oluşum süreci, nedensellik, insan iradesi gibi şeylerden haberinin olup olmadığını, tabiatın bizim dışımızda yürüyen düzeninden mi bahsettiğini yoksa Türkçülerin müdahil olması gereken, kaçınılmazlıktan uzak tercihlerden mi bahsettiğini açıklamayı gereksiz görüyor.
Gerçekçilik önümüzdeki gerçekleri kabullenmekse o gerçeklerin oluşumunu meydana getiren insanlardaki gerçeklik algılarını görmezden geliyor olabiliriz. Çünkü insan eylemlerinin sonuçları mutlaka, belli bir gerçeklik algısına yani belli bir ideaya göre meydana gelir. İdealizm bir felsefi lüks değildir, insan eyleminin yapıcı yönünün biricik yönelimidir.
Türkçü’lerin idealist olamayacağını buyururken büyüğümüz, “Kızıl Elma’nın” ne olduğunu unutmuş görünüyor. Bilmiyor da olabilir ki insanlar geçici bilgisizliklerinden dolayı suçlanamazlar. Ama bilmiyorsa şunu öğrenmeli ki Türkçülüğün “ideali” olan “Kızıl Elma”, dünyanın “Türk’e göre, Türk tarafından biçimlendirilmiş” halinin bir ifadesidir. Yani Türk’e göre olması gerekenin ifadesidir. Yani Türkçü bir idealdir!
Büyüklerimiz, muhtemeldir ki Gazali’nin felsefe hakkındaki küçümseyici ifadelerini “Dalaletten Hidayet’e” adlı kitapçıktan hıfz edip felsefeye Müslüman bir ağızla sövmeyi hikmet addediyor. Amma velâkin kelime kullanıp da kelimenin bağlayıcılığının ve dahi kelâmın namusunun davasını güttüğünde aslında ideaların iddiasını güttüğünü nedense bir türlü fark edemiyor.
Ne yapalım? Felsefeyi edinebileceğini sanan büyüklerimiz, mantıklarının da gereçlerinden mahrum kalıyorlar.
http://www.sozkonusu.net/bizim-muhafazakarligimiz.html
2 yorum:
yahu, orada "idealizm" ve "ideal" sözcüklerinden bu yazı bağlamında ne anlaşılması gerektiğini vurgulamışım. alıntıladığınız kısmı takip eden ve öncülleyen paragraflarda da bunu destekleyen laflar etmişim.
dolayısıyla bu eleştiri yazınızda en isabetli görüşünüz, büyük olduğumu tasdik etmeniz olmuş.
Ne anlamamız gerektiğini "buyurduğunu"z yeri sanırım alıntılamışım...
Zaten neden idealizmden bir şey anlamadığınızı da ona dayandırmışım :) Yazının size iki beden büyük geleceğini tahmin ediyordum. Bir kaç sene sonra ne demek istediğimi anlarsınız.
Erken gelişmiş egonuzla fakirhaneyi ziyaretinizden dolayı teşekkürlerimi sunuyorum. Her zaman beklerim.
Yorum Gönder