17 Mayıs 2015 Pazar

Mahremdeki "Yabancılar"


Kitabı henüz bitirmedim , bitirince tam bir değerlendirme yazısını “Kültür Beğendi” adlı blogumda yayınlayacağım.

Kitap  bana göre bir önceki çalışmadan daha derin ve ayrıntılı.
Burada bir ön değerlendirme bağlamında şunu vurgulamak isterim:
Türkiye’de faaliyet gösteren ajanlar aslında çok zor ve gizli bir iş yapmıyorlar. Zira iki kadeh viski, güzel yemekler,konfor ve özellikle Amerikan övgüsü bu işin yerli işbirlikçilerce gayet güzel yerine getirildiğini gösteriyor.

Kitabı okuyorum, hani wikileaks’in dahiyane  araştırmacılığı bir yana bir de bakıyorum, sızan kriptoların tamamında gazeteci, yazar vs namlı bir takım adamlar, zaten  yabancı misyon şeflerine kendileri ülkeyi anlatıp durmuşlar.

Bunun önemi ne?
Şöyle düşünelim: Herhangi bir Amerikan gazetecisinin herhangi bir yabancı misyon şefine gidip de Amerikan politikasının iç yüzü hakkında  rapor vermesi düşünülebilir mi? Soğuk Savaş döneminde komünist Amerikan vatandaşları bunu yapmış olabilirler ama burada bir fark var.
Amerikan toplumu büyük bir toplum olduğunu, büyük bir devletin sahibi ve  vatandaşı olduğunu bilir. Bu büyüklük bilinci  Amerikan Ulusunu kurban psikolojisine girmekten korur. Hiçbir Amerikan vatandaşı dünyada bir başka ülkenin oyuncağı veya etki ajanı olmayı hayal bile edemez.
Ama ABD bize çok kültürlülükten, azınlıklara saygıdan vs bahseder ve dünyanın geri kalanını kafasına göre kesip biçmeye çalışır.  Bunun böyle olması çoğumuza  “adaletsiz” gelir. İsteriz ki ABD dünyanın geri kalanına da kendi ülkesindeki gibi adil davransın!


İşte bu “adil muamele” beklentisi, sömürgeleşmenin aklîleştirilmesidir/rasyonelleştirilmesidir. ABD’den herhangi bir hakemlik, düzelticilik beklemek aslen ABD’yi egemen olarak bilmek demektir. Dünyada hiçbir egemen ulusal devlet bu tip bir beklentiyi hoş görmez! Hiçbir İngiliz kendi politikaları üstünde bir Amerikan vesayetini tartışmaz, hayal etmez. Hiçbir Fransız ticaret veya siyasette Amerikan yönetiminin ne diyeceğini merak etmez. Savaşta ABD tarafından yapılandırılmasına rağmen Almanya, kimi nasıl yargılayacağına veya ülkesinde nasıl bir toplumsal düzen kuracağına dair asla ABD onayına vs başvurmaz.

ABD misyonlarından çıkmayan , ABD diplomatlarına, ülkeleri hakkında “gönüllü bilgi” veren mürekkep esnafı, ciddi bir aşağılık kompleksinin ve toplumsal geriliğin çocukları. Onlar ( Eski başbakanımız gibi aşağılayıcı biçimde “bunlar” demekten sakınıyorum)   cumhuriyetin getirdiği ulusal çağdaşlaşma  mantığının ailelerine, mahallelerine nüfuz edemediği kenar mahalleli insanlar  veya aşiret mensupları. Türkiye’nin başına belâ olan iki toplumsal tabakanın siyaset destekli sermayelerle palazlandırılmış   meyveleri…

Dinci  fitne ve ihanet kenar mahallenin ki bu mahalleler gene de etnik gerilimlere göre şekillenir genelde, bir ürünüyken etnik terör de kendi içine kapanmış Kürt  aşiret yapısının içinden çıkıyor. Dikkat edilirse dinci ve Kürtçü sermaye, cumhuriyet  ve Türk düşmanı, ikircikli dinci siyasetin iktidarıyla alabildiğine semiriyor.

Ve gene dikkat edilirse ABD misyonlarına ülkelerini her gün marifetmiş gibi gammazlayan, ihbar eden  mürekkep esnafı da   ya dinci kenar mahalleye ya  da etnik ırkçı Kürt kabileciğine mensup insanlar. Bu insanların arasında, uluslaşmanın erdemini anlamış tek bir aile üyesi yok! Elbette hepsi böyle değil. Bazıları  ciddi  okullarda okumuş satılmış beyinler ama onlar istisna. ŞLöyle bir okuduğunuzda  gözünüze çarpan insan profili, genel olarak sermaye eliyle irileştirilmiş yarı okumuş medya kuklaları… Onlar yabancılaşmış, kanserleşmiş insansı uzantılar...

Söylenecek çok şey var şimdilik bu kadar diyelim.



11 Mayıs 2015 Pazartesi

Doğuş Otomotiv Trafik Hayattır!

Önemli olan ne kadar hızlı vardığınız değil, nasıl vardığınız...
Trafikte aşırı hız yapmayın! Çünkü Trafik Hayattır!

Aşırı hız son yıllarda kazaya sebep olan unsurların başında yer alıyor. Özellikle gençlerin yaptığı trafik kazalarının çoğu aşırı hız nedeniyle meydana geliyor. Doğuş Otomotiv’in kurumsal sorumluluk markası Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ı konusunu ana mesajları arasına alarak projelerini kurguluyor.
Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre trafik kazalarındaki ölümlerin yaş grubu analizinde diğer ölüm nedenleri arasında 15-29 yaş grubu birinci sırada yer alıyor.   Bu durum gençlere yönelik trafik güvenliği kampanyalarının acil olarak arttırılması gerektiğini gösteriyor. Trafik Hayattır platformu bu noktada çok önemli inisiyatifler alarak önemli projeler geliştirdi; 4 senedir devam eden Trafik Güvenliği Uzaktan Eğitimi projesinin üniversitelerde seçmeli ders okutulmasının yanı sıra, 2014 yılında radyolarda yer alan ‘aşırı hız’ radyo spotu da dikkat çeken bir diğer proje oldu. İki projede birçok önemli ödül aldı. Bu ödüllerden en çok gurur veren ise 2014 Birleşmiş Milletler Genel Kurultay’ın da iki projenin Avrupa’da trafik güvenliğiyle ilgili örnek uygulama seçilmesi oldu.

Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ ile  ilgili projelerine yenisini ekledi ve her birinde farklı trafik güvenliği mesajlarının verildiği bir animasyon serisi üretti. Aşırı hız konulu animasyonda her gün trafikte rastladığımız hatalar vurgulanıyor.  Çocuğunu almaya giden bir babanın trafikte kalmasını ve sonrasında hız yaparak girdiği emniyet şeridinde kaza yapmasını anlatan animasyondan hepimizin çıkaracağı dersler var.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

10 Mayıs 2015 Pazar

Sınırsız Demokrasi Ve Şeriat



Sabah  bulaşıkları yıkarken aklıma geldi. İhmal edilen bulaşıklar bir anda birikip  yorucu bir yığın haline geliyor ne de olsa.

Şeriatın tarifi hakkında memleketimizde pek sert tartışmalar yapılır. “Sağ” diyebileceğimiz kesim için şeriat, tartışılması bile düşünülemeyecek kadar kutsal bir “emirler” bütünüdür. Öyle ya  bizi yaratan, tabiatımıza en uygun hayat tarzını bize emretmişe; hangi felsefe veya hukuk  bu emirlerin üzerinde olabilir ki?
“Şeriat” konusunda düşünmek için Yahudiliği göz önüne almalıyız belki de?

Musevi dininin kutsal kitabı Tevrat/ Eski Ahittir ve o da pek incedir. Peki ama Yahudilik denen hayat tarzının akıl almaz ayrıntıları bu incecik kitabın neresinde yazılıdır? Tamamı İsrailoğullarına dair bir hikâyeler kitabı gibi görünen bu kitabın içinde meselâ “Koşer” ve bunun uygulanmasına dair herhangi bir  şey var mıdır?
Elbette işin sadece kutsal kitaplardan ibaret olduğunu sandığımızda Yahudi yaşayışıyla kitap arasındaki kopukluk bizi hayrete düşürüyor.

Oysa Yahudiliğin, Musevilikten ibaret olmadığını   Talmut kültürüne baktığımızda anlayabiliyoruz. Talmut kültürü nedir? Talmut, Yahudi olanların hayat tarzını en ince ayrıntısına kadar “ Torah’a dayalı tefsirlerle”  biçimlendirmeye çalışan dinî çabadır.
Mesele şu ki hiçbir “din”, bir yaşayış tarzını, ayrıntılı biçimde tanımlayacak biçimde “inmemiştir”.  Dinler , mensuplarının dünyaya bakışlarını, sıradan menfaatlerin üstünde bir   şeye göre düzenlemesini hatırlatan “objektif ahlâk kuraları” va’z etmeye çalışan inanç temelleri olarak inmiştir.

Ama mesele asıl bu kadarla kalmamış ne yazık ki.
Bir şekilde yöneticiler bu “objektif” emirlere ortak olmak istiyorlar. Böylece ortaya “anlaşılmaz dini anlaşılır hale getirmeye çalışan” ulema ve ruhban sınıfları ortaya çıkıyor. “İslam’da ruhban yoktur!” sözü ancak peygamber zamanı için doğrudur. O öldükten sonra ise halifelikle başlayıp şeyhlere kadar uzanan tam bir ruhban sınıfı ortaya çıkmıştır.

“Din” bu açıdan,” İlâhi olduğuna inanılan  temel  ahlâkî ilkelerin kutsallığına dayandığını söyleyen, bilişsel ve idari bir otoriter  egemenlik  kurumudur.” Bu açıdan dinin, ilâhî kaynağın objektif ve kapsayıcı genel düşünüş biçimiyle bir ilgisi yoktur.
Dinin hayatın her anını kapsadığı   safsatası, “ Allah adına tartışılmaz bir otoriteyi kullanan ulema ve yönetici sınıflarının, sıradan yani yetkisiz  Müslüman’ın  hayatının her anını emirler altında  biçimlendirebilmesi” demektir.

Bugün, şeriatçılığın yasayla yasaklanmadığı ülkemizde, dinci iktidarın, on üç yılda 2000’in üstünde yasa yapması da aslında dinin hayata egemen olmasından ibaret. Demokrasinin hangi şartlar ve sınırlamalar altında meşru ve yararlı olacağına  dair bir endişe duymazsanız, “oy paketleri” olan   toplulukların/cemaatlerin   duygularının istismar edilmesini engelleyemeyeceğiniz gibi çarpık bir yasama faaliyetinin yaratacağı sınırsız yıkımı da  durduramazsınız.
Türkiye’de olan budur. Bugün dinci iktidar belki mota mot bir şeriat rejimi kurmamıştır ama  devleti  tam anlamıyla dine göre biçimlendirmiştir. Şu anda tek eksik olan şey,  şeriat isimli  Allah adına yürütülen şirk  diktatörlüğünün  el, kol, kelle kesmek, recm, miras oranları gibi “şekil emirlerinin” hayata geçirilememiş olmasıdır.

Yani aslında  sağın istediği “din”, şu anda tam olarak hayatımızdadır. İran olup olmayacağımızı sormak artık saçmalıktır.




3 Mayıs 2015 Pazar

Ortanın Doğusunda Maymuna Dönmek

Çok sevdiğim ve kesinlikle daha da fazla saygı duyduğum bir akademisyen ağabeyim ülkenin geleceğiyle ilgili olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu' nun Kürdistan veya Ermenistan ve Kürdistan, ülkenin  batısının da "Batı Anadolu İslam Devleti" olarak bölünmek istendiğini düşündüğünü söyledi.

Elbette İstanbul, tezek kokulu taşradan ( tabir bana aittir.) aynı biçimde uluslararası bir yönetime devredilecekti.

Tarihin tekerrürü   gibi üstelik tamamen gerzek işi mazeret beyanatıyla uğraşmayacağım .

Evvelâ daha dün üstünde İngilizce "Soykırım" yazılı Ermeni bayraklı tişörtleriyle serbestçe dolaşıp Türk toprağını,Türk katili Suriyeli Kürt feodalleriyle rahatlıkla beraberce kirletebilen katil torunlarını görüp de bu tahminde bulunan şerefli Türk oğlunun adını anamadığım için ne büyük bir utanç duyduğumu anlatamam.

Çünkü adını ansam kariyeri anında biter. Dahası ne tür bir soruşturmaya uğrayacağı hiç bilemeyiz.

Onun bu tahmini kafamda bir parlamaya yol açtı.

Dikkat edilirse; dinci cahillerin, mahalle bakkalı kafasıyla, islami bisküvi ve ikinci sınıf betonarme ticareti ufuklu "dış politika " dehalarıyla ülkemizi içine soktular bir proje var.

Batının kapısında köpek olmayı batılılaşma sanan gecekondular sucuk toptancıları odası, bu projenin bahçe kapısında yatırılması projenin mimarı olmak sandığından hepimizi aynı kulübeye zincirletmişti.

Neydi bu proje?

" Genişletilmiş Ortadoğu Ve Kuzey Afrika Projesi"!

Karaborsa kombine bilet satmak dışında kaliteli kâğıtlara hiç bir ilgisi olmamış kenar mahalle delikanlısının o canım iradesi, bizi, boş zamanlarında harita eskileri çizen devletlere tasmalatıyordu ama olsun! Başörtülü bacım kızlarla erkeklerin sereserpe uzanıp sevişebildikleri Harward ovalarında eli imanlı, göğsü tabletli cebi dolarlık mağduriyetlerle okuyabiyordu ya!

Derken Kuzey Afrika'da ne gibi demokratik fantezilerin kurgulandığı ortaya çıktı.

Orada pek katılımcı demokrasi şeriat rejimleri birbiri ardına patladı.Gerçi Tunus'ta fantezilerin,  kuranı elinde patladı ama bir ara Mısır toplu tecavüzlerin cennetten indirildiği bir Müslüman kardeşler Huri Pazarlama Şirketi tecrübesi yaşamadım da değil.

O sırada Ortadoğu'nun göbeğinde neler oluyordu? Olan basitti.

Suriye ve Irak sözde dini temelli bölünüyordu. İşin garibi bu bölünmede meselâ bölgenin egemen nüfusu Arapların adı bile anılmıyordu. Irak,  "Şii","Sünni" ve "KÜRT" diye bölünüyor du.

Sonra kırk yıllık Suriye Arap toprakları tuhaf tuhaf Kürtçe adlarla anılır oldular.Ya Araplar? Gariplerin artık ne Irakta ne Suriye'de bir varil bile petrole sahip oldukları gibi ülkeleri hakkında bütün kararları da eli imanlı, göğsü tabletli, geçimini kaçakçılıkla sağlayıp hobisi Mehmetçik şehit etmek olan Ortadoğu'un pek "kadim" halkı olan Kürtlere devrettiler.

Olan şudur :

Ortadoğu açıkça Kürtleştiriltmektedir.

Araplar, mezhep savaşları ve dinci terörle susturulurken Türkler ulusal varlıklarını hem de kendi hükümetleri eliyle inkâra zorlanmakta. Ayrıca Türk varlığı Kürt etnik terörüyle sürenkli tehdit edilmekte. Böylece "Türküm!" demek ya ayıp hale getiriliyor ya eli imanlı işporta dincilerle koğuşturuluyor ya da bu dincilerin taşeronu Kürt etnikçi terörü ile derhal yok ediliyor. Faili meçhul Kürt cinayeti var mıdır bilmem ama Kürt etnik terörü hâlâ can olmaya devam ediyor ve failleri bizi hâlâ tehdit ediyor.

Türk vatanı hızla  Kürtleştiriliyor. Araplar ve Farslar da Kürdistan'ın işgalcileri olarak suçlanıyor susturulmaya çalışılıyor.

Çözüm? Basit.Türk, Arap ve Fars ulusal ordularının bölgedeki Kürt silâhlanmasını temelli yok etmesi ve Kürt azlıkların bölgede siyasal otorite kurmasını beraberce yasaklaması. Çünkü  bu yapılmazsa Bölge ulusları, Apo ve Barzani'den ayrı bir sürü Kürt feodal etnik primatının insafına terk edilmiş olacak.