tag:blogger.com,1999:blog-46846889242526600222024-03-23T13:18:07.318+03:00Fikir KazanıAfşar Çelikhttp://www.blogger.com/profile/15556789707758242847noreply@blogger.comBlogger1585125tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-19912161473235893252024-03-22T09:59:00.006+03:002024-03-22T19:19:30.621+03:00Satın Alınan Vatandaşlıkla Demokrasicilik Oynamak..<p><br /></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">(Bunları, olası bir kıyamet
durumunda fikir tohumları olsunlar diye yazıyorum. Çünkü aklımız
çoraklaştırılıyor ve sürekli saldırı altında. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Gerçeği durmadan “başkasından alıntılanan
bir şey” olarak görmekten, kavram geliştiremiyoruz. Bu yazılar aynı zamanda
gönüllü bir cehalete ve tanımsızlığa kendisini mahkûm eden Türk Milleti’nin
kavram dağarcığını oluşturmak ve korumak için yazılıyor.)<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Vatandaşlığın “evrensel” bir tanımı yapılabilir mi? Hayır…<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Çünkü “vatan” kelimesinin bizim
için ifade ettiği “değerler” başka toplumlarca paylaşılmayabilir ya da farklı
anlamlara gelebilir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Vatan: Egemenliğini ve
bağımsızlığını kanıyla kazanmış bir ulusun, üzerinde egemenlik aygıtlarını hiç
kimseye hesap vermeden kullanabildiği, sınırları diğer uluslara zorla kabul
ettirilmiş toprak parçasıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bu, özünde Türk bağımsızlığına ve
egemenliğine dayalı bir tanımlamadır. (Şurası kesindir ki biz bağımsızlığımızı
ve egemenliğimizi başkalarına göre anlamak ve tanımlamak zorunda değiliz ki bu
da “bilişsel bağımsızlık” olarak adlandırılabilir.)<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Peki o halde vatandaşlık nedir?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Vatandaşlık: Kendi vatanında
bağımsız ve egemen yaşayan bir ulusun, toplumsal düzenine ve devletinin kuruluş
ilkelerine uymak kaydı ve şartıyla o vatanda temel haklardan ayrımsız
yararlanabilmek halidir. Bu kayıt ve şart altında bu haklardan yararlanan
insana da “vatandaş” denir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Görüldüğü gibi “vatandaşlıkta”
ölçü ırk, kan, soy benzerliği vs değildir, doğrudan doğruya vatana ve onu vatan
yapan ulusa, o ulusun “değerlerine” tartışılmaz ve bölünmez bir bağlılık duymak,
bu bağlılığın gereklerini yerine getirmektir. Tanımda bu değerlerden
bahsedilmemesi tanımdaki vatandaşlık kayıt ve şartının, bu değerleri içeriyor
olmasındandır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Dikkat edilirse vatandaşlık bir
kayıt ve şartla bağlıdır. Kayıtsız şartsız vatandaşlık diye bir şey yoktur.
Bunun sebebi, “vatandaşlığın” da temel haklar gibi ancak “sorumluluk ihlali
olmadıkça” dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez bir menfaat olmasındandır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Neden böyledir? Çünkü canımızın
istediği yere canımızın istediği zaman gitmemizi sağlayan şey, temel
haklarımızın evrenselliği değildir. İçinde yaşadığımız vatanın varoluşuna
aykırı davranmayacağımıza dair beklentileri kabul ettiğimizin herkesçe “masumiyet
karinesi” altında kabul edilmesidir. Vatanın varoluşuna kayıtsız şartsız bağlı
olduğumuza dair ortak kabulümüz “vatan” üzerinde menfaatlerimizi istediğimiz
gibi arayabilmemizi mümkün kılar ve güvenceye alır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Dolayısıyla vatanı vatan yapan
milletin bağımsızlığına, egemenliğine ve kimliğine saygı ve dahası bağlılık
duymaksızın vatandaş olmak mümkün değildir. Dünyanın her yerinde uluslar kendi farklı
toplumsal düzenlerini kurmuşlar ve farklı ideolojiler belirlemişlerdir. Buna karşılık hiçbir ulus ne vatan olgusundan
vazgeçer ne de vatandaşlığın gerek-şartlarından.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Peki bunun bizim için önemi nedir?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Öncelikle Kürtçü etnik ırkçılığın
silahlı ve silahsız bütün unsurları, Türk vatanının milleti ve devletiyle bölünmez
bütünlüğünü açıkça ve sürekli reddederek vatandaşlığın gerek şartlarını sürekli
ihlal etmekte ve hakkında kanun
olmamasına rağmen “vatana ihanet “suçunu her gün işlemektedir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Medeni bir ülkede vatandaşlık
hakkının iptaline sebep olabilecek bir “suç” milli egemenliğin mabedinde milli
egemenliğe ortak çıkabilmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bunun da ötesinde ülkede nasıl
elde ettiklerini anlayamadığımız bir vatandaşlık menfaatiyle milyonlarca
yabancı, Türk bağımsızlığını ve egemenliğini açıkça reddederek vatandaşlık
hakkını sınırsızca sömürebilmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bu iki kesimin fiilen Türk
vatandaşlığıyla hiçbir ilgileri yok.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Resmî zorlayıcılık, vatandaşlığın
anlam ve önemini fiili uygulamalarla açıkça yıpratmaktadır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bu durumda “vatandaşlık almış”
Suriyelilerin durumu da şu şekilde açıklanmalıdır:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Medeni ülkelerde ancak uzun ve
denetlenebilir bir uyum sürecinin sonucunda alınabilen vatandaşlığın parayla
satın alınabilmesi mümkün değildir. Bu şekilde alınan vatandaşlık herhangi bir
yürütme organının izniyle sağlanmış olsa bile hukukun temel ilkelerine kesinlikle
aykırıdır. Böyle bir menfaat temini, Türk ulusunun bağımsızlığı ve egemenliği red
ve inkâr edilmeksizin mümkün olamaz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Kaldı ki herhangi bir şekilde
elde edilen vatandaşlık ebedi ve dokunulmaz değildir. Vatandaşlık, vatanı var
eden her unsurun tartışmasız ve sürekli savunulması sorumluluğunu taşır.
Dolayısıyla herhangi bir Türk vatandaşı bu vatanda doğmuş dahi olsa Türk
bağımsızlığını, Türk egemenliğini , Türk onurunu gözetmekten imtina ettiğini
söylediği anda bu vatanda edindiği bütün menfaatlerden de imtina ettiğini beyan
etmiş olur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bu da demektir ki medeni,
ulusal ve hukuksal temelleri yıpratılmamış olsa şu anda pek çok insanın, çoktan vatandaşlıktan çıkarılmış olması
gerekmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Şu unutulmamalıdır ki demokrasi “vatandaşlıktan
üstün” bir değer değildir. Demokrasi ancak “vatandaşlar” arasında geçerli olan
bir yönetim biçimidir. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Nasıl hileyle elde edilen malın
mülkiyeti elde edilemiyorsa, üstünde yaşanılan toprağın değerlerinin bedeli
ödenmeksizin “vatandaşlık” da elde
edilemez.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-72672058358972403772024-03-21T06:21:00.000+03:002024-03-21T06:21:01.348+03:00Mutluluk Görevi II<p> </p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-size: medium;"><i>Film devam ediyor…</i></span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Mutsuz olmak için pek çok sebep
var.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Aslında mutsuzluk mutluluktan çok
daha akılcı görünüyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Öyle ya hastalıklar var, fakirlik
var, en önemlisi ölüm var. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Öyleyse mutluluk nedir sahiden?
Ya da… Fakirlerin mutlulukları gerçek midir meselâ? Bu bir yalan mıdır, bir züğürt tesellisi midir? “Züğürt tesellisi”
boş bir şeyse mutluluk parayla kendiliğinden geliveren bir şey midir?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Paranın mutluluğu satın alıp
alamayacağını bilmiyorum ama galiba neden mutlu olmamız gerektiğine dair bir
şeyler biliyorum ya da -Wittgensteincı bir ihtiyatlılıkla söylemek gerekirse- “seziyorum”.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Mutluluk aslında bir “görev”.
Görev kelimesi hepimize biraz itici geliyor, farkındayım ama bu gerçek. Neden?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Çünkü yalnız yaşamıyoruz,
yaşayamıyoruz. Çünkü varlığımızın bir anlamı ve önemi olduğuna inanan insanlara
ihtiyacımız var. Bu öyle temel bir ihtiyaç ki diğer her şey ancak bu
sağlandıktan sonra gerçek bir tatmin sağlıyor. Bu öyle temel bir ihtiyaç ki dünyanın
bütün varlıklarına herkesten daha kolay ulaşılabilen ülkelerde bile temine
dilmemesi halinde insan, bunalıma ve intihara sürüklenebiliyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Hayatımızın ilk yıllarında bu
ihtiyaç, ebeveynimizce karşılanıyor ama sonra hayatımıza başkalarının -yani eşlerimizin-
girmesi gerekiyor. Sonra eşlerimizin bize sağladığı doyumu çocuklarımıza aktarmamız
ve öğretmemiz gerekiyor ve insan nesli ancak böyle devam ettirilebiliyor. Ama
işi neslin devamına bağlayarak basitleştirmeyeceğim.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Peki ama hâlâ mutluluğun neden
bir görev sayılması gerektiğini açıklayamadık değil mi?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Eğer çevremizde… Varlığını bizim
varlığımızla birleştiren, bizimleyken mutlu olan, neşelenen, gülen insanlar
varsa; varlığımız gerçekten bir anlam ve önem taşıyor demektir. Bizi varlıklarının bir parçası haline getiren
insanların olması, bizim onları korumamızı, onlara özen göstermemizi
gerektirir. Aksi takdirde birer parazit/asalak oluruz. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Peki ama sevdiklerimize nasıl
özen gösterecek, onları nasıl koruyacağız?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Şüphesiz onların sağlıklarını
korumak herkesin akıl edebileceği ilk şey. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Fakat sanırım sevdiklerimizi asıl
mutlu eden şey, onlarla birlikte olmanın bizim için önemli olduğunu onlara
göstermek. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Kendimiz için istediğimiz şeyin
onlar tarafından da istendiğini düşündüğümüzde ortaya mucizevi bir sonuç
çıkıyor: Mutluluk, bize hayatın bir borcu değil.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"> Mutluluk, bizim sevdiklerimizin varlığının
kıymetini bilmemizden ibaret. Mutluluk, sevdiklerimizin eşsiz varlıklarının,
hayatımıza kattıklarının sürekli farkında olmaktan ibaret.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">İşte mutluluğu bir “görev” yapan
da bu farkındalığın sürekli kılınmasının gerekli olmasından…<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Neden? Çünkü geriye dönüp baktığımızda
aslında bütün işin, bir başkasıyla asla biriktiremeyeceğimiz sayısız ve eşsiz bir anılar albümü oluşturmaktan ibaret olduğunu
anlıyoruz. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Neden? Çünkü tek bir hayatımız
var ve o da çok sınırlı. Bu da onu en iyi şekilde değerlendirmemizi
gerektiriyor. Bu da sevdiklerimizin hayatını da değerli ve önemli görmemizi gerektiriyor.
Bu da sevdiklerimizin hayatlarını da sevinçle aydınlatmamız gerektiğini
gösteriyor. Ve bu da onların hayatlarının bizim hayatımızı nasıl aydınlattığını
onlara göstermemiz gerektiğini gösteriyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Ve bu da neden mutlu olmamız
gerektiğini gösteriyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">İşte bu yüzden mutluluk her şartta
yerine getirilmesi gereken bir görev. Eğer onun bir görev olduğunu anlayamazsak
sevdiklerimizin mutluluğu için sorumluluk duymak yerine sürekli almak ve elde
etmek arzusunun o şekilsiz ve güçlü akıntısına kapılıp kendimizle birlikte
yanımızdaki herkesi de o akışa sürükler ve mutsuz oluruz. Kendi başımıza ne
yaptığımız bizi ilgilendirir ama ya bizimle mutlu olan, yanlarında olmamıza
ihtiyaç duyan ve zor zamanlarında bizden güç alan insanlar, onlar ne olacak?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bunları kendime yazıyorum. Çünkü kendi
aklımın yalnızca kendime yettiğini biliyorum.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"> <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-39895517923638519632024-03-20T22:54:00.006+03:002024-03-20T22:54:54.958+03:00 Cıvıltılar 5<p><br /></p><p>Öyle görünüyor ki seçimlerden sonra Türkiye'nin bölünmesi artık daha "rahat" şartlarda tartışılacak. Çünkü PKK destekçisi partilerin belediyelerle örgütü destekleyebilmesinin önü açılacak</p><p>Solun gericilikle suçladığı popüler şeriatçılık, Marksist Kürtçülükle ortak düşmanı saydığı Türk egemenliğini bu seçimlerde neredeyse resmen ortadan kaldırabilecek. Belediyelere "kayyum atamamak vaadi", belediyelerin TC aleyhine PKK desteğine zımni destek vermek demek.</p><p>Fiilen Türk egemenliğinin yok sayıldığı, Andımız'ın kaldırıldığı, Türklükle ilgili her endişenin, duygunun doğrudan ahlâk dışı ve insanlık suçu sayıldığı bir devirde Solun tek derdinin, düşmanının Zafer Partisi ve Türkçülük olması beni kınayan solcu dostlara hiç tuhaf gelmiyor.</p><p>Şu anlaşılmalıdır ki siz ağzınızla kuş tutsanız, Türk vatanının bir kısmını Kürt etnik ırkçılarına elinizle teslim dahi etseniz, emeğinizle, enerjinizle, varlıklarınızla kendinizi Kürt etnik ırkçılığına köle etmedikçe etnik ırkçı terör dinmeyecektir.</p><p>Kaldı ki siz kendinizi köle edip de Marksist bir enternasyonalist proleter cennete ulaştığınızı, devrimi gerçekleştirdiğinizi sansanız bile bitmeyen bir sözde tarihi kinle sürekli aşağılanacak ve Türklüğünüz size bir suç gibi hatırlatılacaktır.</p><p>Dinle kardeşlik kurulabileceğini sananların ülkeyi getirdikleri hal ortada... Saçma sapan tarih telakkileri ve cahilce iktisat analizleriyle bilim yaptığını sanan bir ahmağın hayallerine uyan sevgili solcuların da ülkenin gidişini anlayabildiklerini sanmıyorum.</p><p>Türksüz Türkiye'de PKK eşkıyasına boyun eğmeyi ucuz yollu proleter devrim sayabilecek herkese bir kere daha durup düşünmelerini hararetle öneririm. Çünkü şunu anlıyorum ki sol, proleter diktasını kurmak için iç savaş dahil her durumu "devriminin" bir merhalesi sayıyor.</p><p>Ve sol için devrimin yapılmadığı bir ülke, aslında "sınıf savaşının devam ettiği" bir tür "dar-ül harp". Dolayısıyla Türkiye'nin bölünmesi durumunda şahsen ben hiç bir solcuya sırtımı dayayamayacağımı düşünüyorum.</p><div><br /></div>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-51559657920276940672024-03-11T09:53:00.000+03:002024-03-11T09:53:08.718+03:00Cıvıltılar 4<p> Bir fikrin belirgin aykırılığı, "onun ezberlenmiş saçmaları yanlışladığı" anlamına gelmez. Bu bazen mümkündür ama Marksistlerin istisnasız sergilediği gibi genellikle sadece, içinde yaşanan ortam hakkındaki derin cehaletten ve kesin inançtan kaynaklanır.</p><p></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhOQBiMeGOhCJWwV9nHSItJaaa8VxUsH1hozk0mIrmfsGgYr14f9L6YzRkhsN9YpMOLhVNXvUQ12Ilwt0tgcLjydbz3erF4HC8YbZn-iN3u9qxIqEteH_EXc_0EOZeMEKk6ZgqbDWumQUwTMwp_AjlNAQfuP-YjkIGFw4kSo-dBcf1pdvdGaPg_KI1zBxA" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="536" data-original-width="800" height="214" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhOQBiMeGOhCJWwV9nHSItJaaa8VxUsH1hozk0mIrmfsGgYr14f9L6YzRkhsN9YpMOLhVNXvUQ12Ilwt0tgcLjydbz3erF4HC8YbZn-iN3u9qxIqEteH_EXc_0EOZeMEKk6ZgqbDWumQUwTMwp_AjlNAQfuP-YjkIGFw4kSo-dBcf1pdvdGaPg_KI1zBxA" width="320" /></a></div><br /><br /><p></p><p>Neden böyledir? Çünkü Marx dünyayı anlamak yerine değiştirmek gerektiğini söylediğinde, aslında dünyanın hakkında hiç bir fikri yoktu. Hiç bir insanın bütünüyle kavrayamayacağı bir sosyal ilişkiler ağını anlamaksa çok zordu.</p><p><br /></p><p>Tembeller ve kesin inançlılar, anlamadıkları şeyi ya derhal reddeder ya da ona taparlar. Marx sayfalar dolusu tanımsız, dayanaksız ve tutarsız şey yazarken tembellik etmiyordu ama toplumsal düzenliliği daha özenli gözlememekte tembellik ediyordu.</p><p><br /></p><p>Marx ayrıca bütün "diyalektik" söylemine rağmen, diyalektiğin kendisini bile "biricik ve ideal izah tarzı" olarak benimsiyordu. Buna karşılık aslında düşüncelerindeki "tek yönlülük/kaçınılmazlık" vurgusu, dinî bir kesin inançtan başka bir şeyle desteklenmiyordu. </p><p><br /></p><p>Dolayısıyla Chomsky gibi yeni Marksistlerin "deha örneği" gibi sunulan aykırı fikirleri aslında cehaletin nakilci bir kesin inançla sergilendiği bir Dunning- Kruger sendromundan başka bir şey değildir.</p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-75597864671372406182024-03-06T09:15:00.003+03:002024-03-06T09:15:50.485+03:00Cıvıltılar 3<p> Entelektüel, sürekli ve etraflı düşünen insandır. Disiplinler arası bağlantıları gözetir ve hayatın bütünü hakkında sürekli bilgi sahibi olmaya çalışır. Oysa akademisyen kendi konusu hakkında uzmanlığını derinleştirmeye çalışan bir bilgi madencisidir.</p><p>Edward Said açısından akademisyen, "profesyonelleşme ve uzmanlaşma" ile zehirlenmiş bir bilgi işçisi gibidir. Konusunun derinliklerine dalarken yeryüzünün değişimlerinden kendisini yalıtır.</p><p>Medeni bir memlekette felsefe başlı başına bir değerdir. Tutarlı önermeler, kimden gelirse gelsin kabul görürler. Dolayısıyla bilginin kaynaklarından biri de entelektüellerdir. Bu yüzdendir ki "entelektüel", medeni memleketlerin vatandaşıdır.</p><p>Yarı medeni memleketlerde ise "bilgi", ancak "daha muteber kaynaklardan" alıntılanan ya da doğrudan ölçümle elde edilen veri ve belki ancak bunlara dayanılarak ürkekçe sentezlenen çıkarımdan ibarettir. Dolayısıyla böyle bir kültürde entelektüel değersiz bir üfürükçüdür.</p><p>Medeni memleketlerde bilginin ölçüsü düşünce disiplini ve tutarlılıkken yarı medeni memleketlerde "akademik kadrodur". Bundan dolayıdır ki kadro sahibi bilgi profesyonellerine ait sayısız saçmalık ve hurafe, kamuoyunda kendisine yer bulabilmektedir.</p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-34204159120940379792024-03-06T08:33:00.004+03:002024-03-06T08:34:31.266+03:00Cıvıltılar 2<p style="text-align: justify;"> İnandığınız gibi yaşamak istiyorsanız, inancınızın gerektirdiği gibi de giyinmeli her şeyinizle inancınızı göstermelisiniz. İnsanlarla konuşurken laik, akılcı batılı giyimin itibar normlarını kullanırken şeriatı savunmanız, insanları yanıltmaktır.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">"İnandığınız gibi yaşamak", akla başvurmaksızın "gerçek" olduğundan emin olduğunuzu düşündüğünüz biçimde yaşamak demektir. İnsanın her şeye inanması mümkündür fakat gerçekliğimiz, aklın sınırları olduğu kabulüyle belirlenir. Dolayısıyla inanç, sınırsız bir hak değildir.</p><p style="text-align: justify;"><br /></p><p style="text-align: justify;">Bu yüzdendir ki sınırları belli olmayan, kaçınılmaz biçimde aşırılıktan beslenen herhangi bir "inancın" toplum hayatına yön vermesine, insanı korumaya yönelmiş, sınırları akılla sürekli denetlenen siyasal sistemler içinde yani laik sistemlerde izin verilemez.</p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-61785389348534061402024-03-06T07:03:00.000+03:002024-03-06T07:03:30.848+03:00Cıvıltılar 1<p> Birey için geçerli olan toplum için de geçerlidir. Bu yüzden toplum da suç işleyebilir, kötüleşebilir, "yargılanabilir". Nasıl birey ancak suç işlediği ana kadar kayıtsız şartsız masum sayılırsa toplumlar da böyledir. Bu yüzden söz gelimi Kürtçü siyasetin "meşruiyeti" kalmamıştır.</p><p>Ulus devletinde ulusun kaderi, ulusun bireyleri tarafından belirlenir. Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Fakat bu "kayıtsız şartsız" egemenlik, ulusa "intihar etmek" hakkını vermez; tıpkı bireyin de "intihar hakkının olmaması" gibi.</p><p>Birey nasıl temel haklarını , deli, katil, hırsız vs. olmak için kullanamıyorsa partilerin de toplumda, var oluşu, temel hakları zedeleyici siyaset yapmaya hakları olamaz. Bir parti ancak ulusun var oluşuna aykırı davrandığı ana kadar meşrudurlar. Sonrasında hain ve suçlu olur.</p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-88880778393827289082024-02-25T00:36:00.002+03:002024-02-25T00:37:25.112+03:00Türk Milliyetçiliğinde Şeriatçı Paradigma Ve Arvasi<p> </p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Türk milliyetçiliği git gide
şeriatçı bir kimliğe bürünüyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> <br /></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Üstelik de bu yönelim,
şeriatçılığın insanlık dışı tahripkâr yüzü, kendisini git gide daha cüretkâr
gösterirken meydana geliyor.<o:p></o:p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjRfcMIUkZM52y3E_pn7VWid1uzZ9hdBT3WKn_vUH3K52hXlPe2cTs9yXuDDKbUZt9-nbEiheUkxM_H7j-GZ6E8dk6TFFLxR0WbotJ9o4ShqGz0chrrv7Iae66dvlwWxVkow3cjCnoZRDglqsFe8fF6rajk_uBMQwrr6PxbPOVaZtdTatPkMjFdYTZmmX8" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img data-original-height="176" data-original-width="286" height="197" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjRfcMIUkZM52y3E_pn7VWid1uzZ9hdBT3WKn_vUH3K52hXlPe2cTs9yXuDDKbUZt9-nbEiheUkxM_H7j-GZ6E8dk6TFFLxR0WbotJ9o4ShqGz0chrrv7Iae66dvlwWxVkow3cjCnoZRDglqsFe8fF6rajk_uBMQwrr6PxbPOVaZtdTatPkMjFdYTZmmX8=w320-h197" title="Onlarca Türkçüden sonra bize şeriatçılıkla milliyetçilik öğretmeye kalkması cidden düşündürücü bir bozgunculuktan başka neydi?" width="320" /></a></div><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Bu yönelimde en dikkat çekici
belirti, Arvasici milliyetçiliğin kendisine İslamcı bir çizgi ve evren
belirlemeye gayret etmesi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">1969 kurultayından sonra
milliyetçiliğin yönünü popülist İslâmcı çizgiye kaydıran Arvasi sözde milliyetçiliğinin
felsefi bir içeriğinin olmadığını kimse görmek istemiyor. Özü itibariyle Türkçe
ve Türkçü bir zihniyete sahip olmayan, Türk’ü ancak kendisine göre İslâm’â
yakınlığı ve faydası ölçüsünde seven bir insanın yalnız ve ancak Türk için
yaşaması mümkün değildir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Arvasi milliyetçiliğinin bütün
amacı Türk’ü “Türk üstü” bir İslâm idealine göre şekillendirmek, Türk ahlâkını İslâm adına Arap örfüne göre
biçimlendirmekten ibaret. Dolayısıyla Arvasi’ye göre Türk’ü sevmek, gayrıTürk bir Müslüman’ın
dinden ötürü Türk’ü sevmesinden başka bir şey değil. Dolayısıyla Arvasi’yi
milliyetçiliklerinin temeli yapanlar, aslında İslâm’dan ötürü Türk’ü sevmeye çalışan Arap ya
da Kürt Müslümanları olarak düşündüklerini fark edemiyorlar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Oysa merkezine Arap örfünü alan
İslâmcılığın içinde Türk’e yer olmadığı gibi Türk’ün şerefli, asil olması için
İslâm’a ihtiyacının olmadığını da bir türlü göremiyorlar.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"> Fikirlerini Arvasi üstüne bina eden
milliyetçilerle Türkçülerin yolları bir yerde ayrılacaktır. Arvasi’nin yolundan
gidenlerin “Kürt-İslam” bölücüleriyle mücadele etmesi çok zordur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Daha kötüsü Arvasi çizgisindeki
milliyetçilerin cumhuriyetin bütün yenileşme ve medenileşme çabalarını “
seçkinci bir avuç yabancılaşmış azınlığın adeta gâvurca azgınlığı” gibi görmek
eğilimidir. Bu bakış zaman zaman Atatürk’ün de bir tür dinsiz devrimci faşist
gibi görülmesine dek varabilmektedir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Doğrudur… Türk devriminin belki o dönem Türk halkında “bir
karşılığı” yoktur. Fakat sorun şudur: Aklı midesinden ve menfaatinden öteye
çalışmayan fakir ve yılgın bir kitlenin bir hukuk devletinde yaşaması için
yapılması gereken, onun suyuna giderek rızasını kazanana kadar ona taviz vermek
değildi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Oysa bugün görünen odur ki Arvasi
milliyetçiliği Türk devriminin dilden müziğe kadar yaptığı her şeyi adeta “toplum
düşmanı” , iğrenç bir zorlama olarak niteliyor. Arvasi çizgisindeki
milliyetçiliğin toplumun estetik birikimine, felsefi dağarcığına, mantık gücüne katabileceği hiç bir
şey yok. Arvasi milliyetçiliği, sadece
dozu günden güne artan bir şeriatçı popülizmi, “ öze dönüş” gibi görerek
bu akım ile Türk milliyetini Arap emperyalizmi ve Kürt feodalizmi karşısında savunmasız
bırakmaktan başka bir iş yapmayacaktır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Arvasicilik, Nakşilik ve diğer
tarikatlerin İslamcılığı, bugün siyasal kitle milliyetçiliğini kendisine köle
etmiştir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Türkçülerin bu yeni popülist
milliyetçilikle hiçbir ortak noktaları yoktur ve olmamalıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;">Türkçüler uyanık olmalı ve
dinciliğin her türlü sızma teşebbüsüne karşı Türk İnkılâbını/Devrimini, Atatürk’ü,
çağdaşlaşmayı, laikliği ve ulusal egemenliği yılmadan savunmalıdır.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><o:p> </o:p></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-33773527822810556732024-01-26T10:00:00.004+03:002024-01-26T10:02:56.268+03:00Hangi Türkçülük?<p> </p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgCYbFfpWa6XwseOOpVzCbYObdEGvHSM8W3y47kSChDMgvWfmbRTpuY0xpDHFQ9Zf_3Tatq9UXOXqdUuh1tqAzlk_kp6l9lala-5PMs3LTgz2_3SjjIjJhKXmKJF6WiiNbtNAf_iInJzKiIoV22cZgg7Up5Wiropbwdo-fawwC0efk3LcXUUXPReWv74lA" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="900" data-original-width="980" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgCYbFfpWa6XwseOOpVzCbYObdEGvHSM8W3y47kSChDMgvWfmbRTpuY0xpDHFQ9Zf_3Tatq9UXOXqdUuh1tqAzlk_kp6l9lala-5PMs3LTgz2_3SjjIjJhKXmKJF6WiiNbtNAf_iInJzKiIoV22cZgg7Up5Wiropbwdo-fawwC0efk3LcXUUXPReWv74lA" width="261" /></a></div><span lang="TR">Rahmetli Attila
İlhan, bir televizyon programında “ Saldırgan Türkçülük-Savunmacı Türkçülük”
gibi bir ayrımdan bahsediyordu.<br /><o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Aslında bir akademisyen arkadaşım da kendi tez savunmasında bu konudan
bahsedildiğini söylemişti. Jürideki bir hoca Atatürk’le Atsız’ın
Türkçülüklerini kıyaslamış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Tamam da bu ayrım
gerçek mi? Yani gerçekten “saldırgan ( faşist/ırkçı) bir Türkçülük” ve “savunmacı
bir Türkçülük” var mı?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Kısa yoldan
söyleyelim ki böyle bir ayrım yok.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Bu ayrım, Türklük
bilincini Marksist enternasyonalizmle uyuşturamayan solcuların Atatürk
dışındaki Türkçüleri itibarsızlaştırmak için giriştikleri yapay bir ayrım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Keza aynı işi Türk
Dünyası’ndaki Türkçüleri de zamanında mensup oldukları sosyalist ittifaklar
üzerinden veya laik ve ilerlemeci görüşlerinden dolayı sosyalizme yamayarak
tekrarlıyorlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Öyle bir noktaya
geliniyor ki Atatürk dışında tek bir “Türkçü” kalmıyor. O da “Atatürk
milliyetçiliğinin” kurucusu olarak görülüyor. Milliyetçiliğin içindeki “Türk”
özünü sildiğinizde, ortada enternasyonalist, hümanist, radikal barışçı ve Sovyet ittifakından dolayı Marksist bir üçüncü dünya sosyalist lideri olan
Atatürk portresi kalıyor. Böylece Atatürk milliyetçiliği , Türkçülüğün
saldırganlığından kurtulmuş, barışçı, uzlaşmacı, pasifist, zararsız bir üçüncü
dünya ülkesi laik amentüsüne dönüşüyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Peki ama böyle mi?
Yani meselâ Atsız “saldırgan bir Türkçü” müdür? Türkiye’de Türkçüler ellerine
kılıç alıp ata binerek komşularını istila etmek isteyen, “Türk ırkını bütün
ırklardan üstün gören” nazi özentisi ırkçılar mıdır?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Elbette böyle değiller.
Bunlar kendi siyasi emelleri için proleter devrimi hayalleri için karşıtlarını her şekilde tahkir etmeyi/alçaltmayı kendilerine hak bilen solcuların kaba karikatürleri.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Atsız dahil hiçbir Türkçü,
Almanların savundukları şekilde sözde bilimsel verilerle bir “üstü ırk” teorisi
falan savunmamıştır. Bu Türkler gibi zaten son derece kalabalık ve yaygın bir
ulus için anlamsız olurdu. Öte yandan “ırk” sözcüğünün özellikle yirminci yüz
yıl başında bizde ancak “modern ulusu” karşıladığı düşünüldüğünde, (“Kahraman
ırkıma bir gül…”) batı tipi ırkçılığın bizde hiç doğmadığını görürüz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Biz görürüz de
solcular bunu görebilir mi? Maalesef göremezler. Çünkü bilinçlerinin “üst
yapısı” ideolojilerince şekillendirildiğinden dünyayı ancak “kimliksiz(vatansız)
Marksistler” [ Kimse kızmasın Marx’ın kendisi “ Proleterlerin vatanı yoktur!”
diyordu.] olarak algılayabilirler. Dolayısıyla ideolojilerinin dayatması
yüzünden “Türk olarak düşünmeleri” neredeyse imkânsızdır. Onların “biz ve
ötekiler” algısı “Proleterler ve düşmanları” şeklinde çalıştığından, Türklük
onlara zaten yabancıdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Şunu da
belirtmeliyiz ki bu mekanizma şimdilerde kendilerini “Müslümanlar” olarak
tanımlayarak Türklüğü inançları gereği inkâr edenler içinde bire bir
geçerlidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Demek ki Türkçüler
ne ellerine kılıç alıp önlerine geleni
kesmek ve dünya imparatorluğu kurmak istiyor ne de “kalıtsal üstünlük”
iddialarıyla önlerine geleni hakir görüyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Peki ama Türkler
kendilerini üstün görmüyorlar mı? Elbette her ulus gibi kendi üstünlüklerine
inanıyorlar. E ama oldu mu şimdi? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Dünyada “biz ve
ötekiler” ayrımı var oldukça “bizi” diğerlerinden ayrı ve üstün görme güdüsü de
var olacaktır. Sorun bu üstünlük duygusunun neye dayandığı ve dahası nelere yol
açtığıdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Türk’ün üstünlük duygusu,
Atatürk’ün defalarca dile getirdiği yüksek ahlaki erdemlere, üstün cesarete,
eşsiz fedakârlıklara ve üstün öz disiplinle örgütlenebilmek yeteneğine vs. dayanır. Türk göz rengiyle, kas yapısıyla vs
üstünlük elde etmeyi umursamaz. Demek ki Türkçüler solcuların yabancılaşmış zihinleriyle
ancak algılayabildikleri batılılar gibi “ırkçı” değildir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İnsanlığın imparatorluklar
kurdukları dönemlerde herkes nasıl davranmışsa, Türkler de aynısını
yapmışlardır. O devri bugünün “değer yargılarıyla” yargılamak ahmaklıktır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Peki Türkçüler elde
kılıç dünyayı fethetmeyecekse ne demeye sürekli Türk der? </span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Şundan dolayı: Elçibey’in dediği gibi “Biz Türk olduğumuzu unutsak bile düşman unutmaz.”
Dolayısıyla dünyada kimliğimizden vazgeçerek ya da bilincimizi uyutarak barış
içinde yaşamamız mümkün değil! Dünyada
yalnız ve ancak Türk olarak var olabiliyorsak bu kimliğin tarihiyle, bilinciyle hareket etmemiz ya da “durmamız”
gerekiyor. Dünyada hiçbir ulus da yerinde durmadığından Türkler olarak bizim de
kendi kimliğimizle, aklımızla ve diğerlerinin de sahip olduğu “üstünlük”
duygumuzla” hareket etmemiz gerekiyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Ama bunları
yapabilmemiz için bir Türklük farkındalığına sahip olmamız gerekiyor. İşte
bütün Türkçülük bu! O yüzden “Tanrı Türk’ü korusun!” diyenler sizin sandığınız
gibi faşistler falan değildir. Sizin henüz farkına varamadığınız kimliğinizi
korumak isteyenlerdir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Ne mutlu Türküm
diyene!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"> </span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-37381587745152719872024-01-02T16:13:00.003+03:002024-03-11T09:55:37.155+03:00Vatandaşlık Da Nereye Kadar?<p><br /></p><p>Memlekette zaten muktedir olan şeriatçı seçmen kitlesinden, alenen bölücü siyaset destekçisi seçmenlere kadar herkes vatandaşlık hakları konusunda dertli.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Türbanın neredeyse resmî kıyafet haline geldiği şu günlerde, hâlâ bitmeyen bir örtünme mağduriyeti şikâyeti var.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Kısaca hiçkimse Türk vatandaşlığından bir türlü memnun olamıyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Kanunlar artık fiilen “ulema” kanaatine ve dindar seçmen “taleplerine” göre oluşturulurken “vatandaşlığın” tanımı ve kapsamı bir türlü adam akıllı belirlenemiyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Bunun sebebi, ülkeyi fiilî bir koalisyonla ( koalisyonda MHP etkisiz eleman) yöneten dinci ve etnikçi seçmen kitlelerinin yasama ve yürütmede kısaca resmen egemenlik kullanımında, “Türk” adından alabildiğine rahatsız olmaları. </p><p><o:p> </o:p></p><p>Oysa ülkeyi kuran milletin adı “Türk”. Bu isim, cumhuriyetten asırlar önce bile vardı.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Memleketin fiili egemenleri Kurtuluş Savaşı’nda Türk karşıtı toplulukların fikir varisleri. Dolayısıyla temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan bir TÜRK DEVLETİNE tahammül edemiyorlar.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Demokrasi istismarıyla ele geçirdikleri güçle ağızlarından düşmeyen demokrasiyi kendisine borçlu oldukları Türk Milleti’ni sözde sandık gücüyle ve yanı sıra etnik terör tehdidiyle silmek istiyorlar. Sözcüleri olan basın yayın mensupları her gün Türk’ün bütün değerlerini aşağılayıp onlara saldırıyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>İnsan ister istemez düşünüyor: Bir vatandaşlığın uyrukları, vatandaşlığın kurucusu olan ulusu aşağılayıp, inkâr edebilir mi? Vatandaşlar kendi milletlerini itham edebilir mi?</p><p><o:p> </o:p></p><p>Hiç bir ulus egemenliği altındaki topraklarda hiç bir vatandaşının kendisine karşı savaşmasına, egemenliğini ret ve inkâr etmesine izin vermez. </p><p><o:p> </o:p></p><p>Neden böyledir? Çünkü her bir vatandaşın, hayat, mülkiyet ve hürriyet haklarını koruyan devlet otoritesi genellikle kurucu ulusun bir kuşağının kanı pahasına girişilmiş bir savaşın neticesinde elde edilmiştir. Dolayısıyla vatandaşın devletten beklediği iyilikler/menfaatler aynı zamanda vatandaşa devletin devamının sağlanması için elinden geleni yapmak yükümlülüğünü getirir.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Vatandaşlık menfaatleri, tek taraflı ve sorumsuz menfaatler/haklar değildir. Nasıl hiçkimse onu kurtaracak cankurtaranın boğazın sıkarak boğulmaktan kurtulamazsa hiç bir vatandaş da kendisnin yegâne varlık sebebi olan devleti ve onun kurucusu olan milleti yok etmeyi arzulayarak vatandaş kalamaz. Hiç bir demokrasi de temel hakları koruyan değerlerin ve varlıkların yok edilmesi gibi fikirlerin savunulmasına izin vermez. Demokrasi kategorik olarak ancak millî egemenlikten sonra gelen bir yöntem tercihidir. Kısaca demokrasi olasa da ulusal egemenlik var olabilir ve olmalıdır oysa ulusal egemenlik olmazsa demokrasi açıkça anlamsızdır. Çünkü ulusal egemenliğin olmaması ulusun, bir başka ulusun kölesi olması ya da yok edilmesidir.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Bugün Türkiye’de şeriatçı-etnikçi koalisyonu, Türk Ulusunun varlığı pahasına, zaman zaman açıkladıkları, kabileler uzlaşması halindeki çarpık bir demokrasi tasavvurunu, ellerinden gelen her şeyle Türk Ulusu’na dayatıyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Hümanizimin egemen olduğu uygar ülkelerde, hiç bir vatandaşın düşünmesine bile izin verilmeyen, vatana, kurucu ulusa ve anayasaya karşı suç kabul edilen eylemler, Türkiye’de sıradan olaylar olarak her gün karşımıza çıkıyor. Faillerinin vatandaşlık menfaatlerinin kısıtlanmasına yol açacak eylemler popülist siyasetin seçmen tavizleri yüzünden artık kınanamıyor bile.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Eğer ceza suçla orantılı olmalı ise Türk adına, Türk vatanına, Türk egemenliğine karşı ilenen suçların en hafif müeyyidesi hapis ve sonrasında mutlaka vatandaşlık hakkının kaldırılması olamlıdır. Nitekim Türk olmadığını söyleyen Türk devletine ve milletine açıkça hakaret eden, onları itham eden, Türk vatandaşlığının gereklerini açıkça reddeden milyonlarca insan, vatandaşlığın, vatandan ve vatana karşı sorumluluklardan ayrı bedava bir menfaatler bohçası olduğunu sanıyor ve bu sanı da ulusal, laik, sosyal hukuk devleti olan Türk devletinin değerlerinin fiilen yıpratılmasıyla, yok sayılmasıyla destekleniyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Bu yüzden de özellikleri Anayasası’nda belirlenmiş bir devletin bazı vatandaşları açıkça Anayasaya karşı ve vatana ihanet sayılması gereken terör ve şeriat destekçiliği eylemlerinde bu ihmalle bu fiilî ret ve inkârla kendilerini daha haklı ve güçlü hissediyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Ne yazık ki şu soruyu hiç kimse sormuyor: Varlığını Türk varlığına armağan etmiş Türk evlâdı, Türk sancağının şanını hayatı pahasına korurken onun koruduğu bütün varlıkları ve değerleri inkar eden “seçmen kitlelerinin” vatandaşlığı fiilen nasıl devam edebilir?</p><p><o:p> </o:p></p><p>Türkiye şu anda açıkça Türklükten imtina eden, Türklüğü ırkçılık, faşizm ve dinsizlik sayan koskoca bir şeriatçı-etnikçi kitle koalisyonuyla yönetilirken “Türk vatandaşlığının” hukuki bağlayıcılığı, fiilî koruması nasıl sürdürülebilir?</p><p><o:p> </o:p></p>Türkiye, cankurtaranın gırtlağına sarılmış bir cahilin yaşayabileceğini sanmasına yol açan kör bencillik ve çıkarcılık ile gün geçtikçe daha da dibe çekiliyor.afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-11817751316431757602023-12-21T23:43:00.004+03:002023-12-21T23:43:39.273+03:00Hayalî İnsanistan Ülkesinde Demokrasi<p> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Herkes sanıyor ki dünyadaki makbul ve arzu edilir
demokrasiler, kimliksiz, ideolojisiz ve nötr devletlerde ortaya çıkıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgnx3D4T38Ev0qUIgVZFMxfEcnoF256hQcKBjJaEe9ThWefCgZaaeB0Pl9dqWR-SfvHZyPY7WO0d4i5awbMk8GNEKSb1V0W71yxt61yHBoF51vWish68e4QQUPLLCfZ-NuO_FjypuZMhpvS7MfVoVJU1CMdFSF22JlBRlhrq75kpcpfs18G4lWgFcP11y4" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="389" data-original-width="480" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEgnx3D4T38Ev0qUIgVZFMxfEcnoF256hQcKBjJaEe9ThWefCgZaaeB0Pl9dqWR-SfvHZyPY7WO0d4i5awbMk8GNEKSb1V0W71yxt61yHBoF51vWish68e4QQUPLLCfZ-NuO_FjypuZMhpvS7MfVoVJU1CMdFSF22JlBRlhrq75kpcpfs18G4lWgFcP11y4" width="296" /></a></div><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> <br /></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu hayali ya da safsatayı memlekete liberalistler
yaydı. Bu liberalizmin kötülüğü mü? Hayır. Çünkü herkesin ağzının suyunu akıtan
bütün o müreffeh demokrasilerin hepsi istisnasız. liberal demokrasi…<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki bu ne demek? O ülkelerde herkes canının ,
istediğini yapabiliyor mu? O ülkelerde vahşi bir kapitalizm herkesi sömürüp
fakirleştiriyor mu? Ne tuhaf ki asgari ücretli işçilerin alım gücü bizimkilerle
kıyaslanmayacak kadar yüksek.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Ama bu başka bir tartışmanın konusu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">“Yüksek şatodaki Adam’ın “dizisini seyrediyoruz
annemle.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Toplumsal kodların farklılığı, dünyaya bakıştaki
aykırılıklar ve başka çelişkiler ya da kaçınılmazlıklar sanırım biraz da
moralimi bozuyor. Çünkü bir film de bir rüya gibi sizi etkiler. Çünkü şeylerin
dimağımızda yarattığı izlenimler aslında onların kendilerinden daha çarpıcı
olabiliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Öyle bir hayal yaratılıyor ki o hayalî ülkede hiç kimsenin
bir kimliği yok. O ülkede herkes sadece insan olduğu için değerli görülüyor. O
ülkede, o hayalî ülkede hiç kimsenin sadakat duyduğu bir kimliği, korumak
istediği bir kültürü ya da değerleri yok.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Elbette o ülkenin dilinin ne olduğu, nasıl
belirlendiği ya da o ülkeyi kimin kurduğu, dahası o ülkenin nasıl kurulduğu
gibi konulara ise hiç değinilmez. Ya da o ülkede kimin sözünün <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>geçtiğinden söz edilmez.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bir ülke söz konusu olduğunda bir egemenlikten
bahsetmemek mümkün mü? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki dünyada herhangi bir savaşla ya da mücadeleyle
elde edilmemiş bir egemenlik söz konusu mu? Belki ama herkesin bildiği gibi
istisnalar kaideyi bozmaz. Bugün haritadaki bir toprak parçasından ibaret
olmayan bütün devletler bir savaş veya mücadeleyle kurulmuştur. O halde böylesi
yüksek bir bedelle kurulan devletlerin hiçbirinde bu bedeli ödeyen ulusun
iradesi dışında bir irade hüküm süremez. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">İşte bu, egemenliktir. Bazı romantik liberalistler
bunun “demokrasi” adına ihmal edilebilecek ya da vazgeçilebilecek bir şey
olduğunu savunurlar ama ideolojilerini ödünç aldıkları hiçbir ülkede bu hayal
ciddiye alınmaz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Egemenlik, bir ülkede kurucu ulusun, o ülkenin rejimini,
toplumsal düzenini, belirleyebilmesi yetkisi demektir. Bu yetki de <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ancak başkalarıyla savaşılarak alınır. Ve <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bu yetki bir kez alındı mı ancak yine savaşla
kaybedilebilir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu da demektir ki demokrasiler, kuruldukları
ülkelerde, kurucu ulusun parmak izini taşırlar ve bu parmak izi genellikle
kanla basılır.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Dolayısıyla “demokrasi”
ancak kurucu ulusun varlığıyla anlam kazanır. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bir ülkede kurucu ulusun adının, kimliğinin ve
egemenliğinin o ülkede hukuka ve demokrasiye engel olduğunu düşünmek bu
yüzdendir ki ya hamakkattir ya da ihanet.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Demokrasi milli egemenliğin üstünde, onu aşkın bir
değer değildir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kısacası hiçbir ulus demokrasi adına ülkesinin
bağımsızlık senedine kanla bastığı parmak izinden vazgeçmez.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-38026918606178107282023-12-19T01:24:00.002+03:002023-12-19T01:28:07.265+03:00Felsefe Ve Gerçeklik Sorunu 2<p><br /> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">“Gerçeği bilmek mümkün müdür?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Herhalde bu soru, insan düşünce çabalarının en büyük
konusu. <o:p></o:p></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjP33q7S71II4yTLTf9VkKG9WhiFSb9bgjhx7UzHU4zB7oUuZ8yrz6nVEUwwJii1xfMbEPQjqViFUH5smGcwW-9KunyKR7eXzUhI5ULySDIiM3eGYFBvGP54NqaGVwd6g6MW59VU4lXOgaMl03kmLcEgWBk22hobvAHoYEycr1y1Y4h7G2oljU8suPqXyM/s299/matrix.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="168" data-original-width="299" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjP33q7S71II4yTLTf9VkKG9WhiFSb9bgjhx7UzHU4zB7oUuZ8yrz6nVEUwwJii1xfMbEPQjqViFUH5smGcwW-9KunyKR7eXzUhI5ULySDIiM3eGYFBvGP54NqaGVwd6g6MW59VU4lXOgaMl03kmLcEgWBk22hobvAHoYEycr1y1Y4h7G2oljU8suPqXyM/w320-h180/matrix.jpg" width="320" /></a></div><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Aslında pek çoğumuz, özellikle ahlâkî yargılarda
yanılma ihtimaline karşı bu soruda kaçınmaya eğilimliyiz. Öyle ya… Gerçeğin ne
olduğunu söylemek ne de olsa yargıların en büyüğüdür. Oysa gerçek, kişiden kişiye,
toplumdan topluma, zamana göre değişmiyor mu? Değişmeyen tek şey değişim, değil
mi? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Oysa gerçekten beklentimiz onun değişmeyecek bir şey
olması. Her şey değiştiğine göre aslında gerçekten de bahsedemeyiz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki ama bu kısa akıl yürütme bizi gerçeği aramaktan
caydırıyor mu? Hayır. Peki ama aslında beyhude bir çaba gibi görünen gerçeği
bulmak, hâlâ neden bizim için en hayatî çaba? Bunun en hayatî çaba olmadığını
düşünüyorsanız hayatın anlamından her gün neden bahsettiğimizin de cevabını
biliyor olmalısınız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bütün hukuk sistemimiz, hayatımızı, yalanların, sahtekârlıkların
ve şiddetin zararlarından korumak üzerine kurulu. Hukuk sistemimizin nasıl
işlediğinin bir önemi yok. O, inşa amacına uygun kullanılmayan bir makine
olabilir ve böylesi bir kötü kullanım, onun mekanizmasını tahrip etmiş
olabilir. Ne olura olsun biz eylemlerimiz hakkında “yalın bilgiyi” yani gerçeği
bulmak için usuller ve süreçler icat etmiş bulunuyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Ya bilim çalışmaları? <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bilim, dünyanın gerçekliğini anlayabilmek için
algı sınırlarımızda sürekli daha fazla bilgi biriktirebilmek için uğraşıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Sanatın yaptığı da bu… Sanatçının ruhundaki, bakışındaki
yalınlığı ne kadar iyi görürsek insan özümüze kendimizi o kadar yakın hissetmiyor
muyuz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Evet… Duyularımızın sınırlılığının farkındayız.
Algılarımız da buna bağlı olarak sınırlanıyor. Dolayısıyla bütün bilgilerimiz
aslında bu sınırlılıkla kayıtlı. Peki ama sınırlı duyularımıza rağmen neden
hâlâ çabalıyoruz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Çünkü gerçeğin var olduğunu biliyoruz ve her seferinde
onun başka bir parçasını ya da daha büyük bir parçasını görebilmek için
uğraşıyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Gerçeğin var olduğunu nereden biliyoruz? Ya her şey bir
rüyaysa?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu soru bile aslında ancak gerçeğin var olmasına bağlı
olduğu için gerçeğin var olduğunu biliyoruz. Hayır… Bu bir diyalektik tahlil
değil. Çünkü diyalektikte kavramların önceliksiz bir beraberliği vardır. Yani?
Yani zıtlar birbirinin varlığını gösterir ve bu yüzden aslında neyin ne olduğunu
söylemek de mümkün değildir. Ayrıca diyalektiğe göre zıtlar birbirini gidermez;
bir araya gelip bambaşka bir şey yaratırlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sorun bu sözde
sentez ürününün neyin zıttı olduğunu bilmemektedir. Bir başka sorun şudur ki
zıtların bir araya gelmesiyle ikisinden de farklı bir şey mi ortaya çıkar,
yoksa zıtlardan biri diğerini yok eder mi? İşin aslı şudur ki böyle bir sentez
yoktur ve bu özellikle Marks tarafından fark edilmiş, kendisinin çelişki dediği
şey de Marksizm’de, zıtlardan birinin diğerini yok etmesiyle ortadan
kaldırılmıştır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Diyalektiğin öldürücü yanlışı şudur ki doğadaki “sentezler”
, zıtların birliği değildir. Doğada elementler birbirilerinin zıttı, değillemesi
değildir. Doğada elementler, kendi atomik düzenlerine göre diğer elementlerle “iş
birliği” yapan maddelerdir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde gerçeği nerede bulacağız?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Gerçeğin varlığı iki noktadan bilinebilir. Bunlardan
biri<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>var olduğumuzu bilmemizdir. Var
olup olmadığımızı bilebilir miyiz? Eğer varlığımız bir rüyadan ibaretse…
Hepimizin paylaştığı ve kesintisiz bir istikrarla süren bu rüyaya gerçek
demekten başka ne yapabiliriz?<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Doğumumuzdan itibaren dünyayı etkileyip dünyadan
etkilendiğimizde… Sevip sevildiğimizde… Zarar verdiğimizde…<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Acaba akıcı, değişken ve kavranamayan bir
rüyada mı sürükleniyoruz? Bunu bilmemiz mümkün müdür? Belki bunu bilmek mümkün
değildir ama o halde son bir atışla hedefi vuramaz mıyız? Ne fark eder? Yerçekiminin
varlığı bir hayalse bile uzay araçlarının atmosfer dışına çıkmalarından, bir
atmosferimizin var oluşuna kadar pek çok şey onun varlığıyla tutarlılık
gösteriyorsa yerçekiminin bir hayalden ibaret olduğunu söylemek saçmalamak
olmaz mı?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Ama bu işin düşünce boyutu. Oysa bilim bize bunu
kanıtlarla göstermeye çalışır. Bunu nasıl yapar?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bilim, duyularımızın sınırlarının ötesindeki
bilgileri, çeşitli yöntemlerle ve araçlarla duyularımızın sınırlarının içine
taşıyarak gerçeğin parçalarını bize gösterir. Söz gelimi kızıl ötesi gözlükler
spektrum dışındaki dalga boylarını tek renkli görüntüler haline getirerek o
görünmezliği, duyularımıza tercüme eder. Osiloskoplar sesleri çeşitli dalga
görüntüleriyle bizim için görülebilir hale getirirler. Radarlar çıplak gözle
göremediğimiz cisimleri görünür kılarlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde gerçeğin ne olduğunu bilip bilmemek
probleminin merkezinde bizim sınırlılığımız yer alır. Biz sınırlı olduğumuz
için gerçeği bütünüyle göremeyebiliriz ama en sonunda onun “kanıtlarıyla”
varlığını her seferinde daha güçlü görürüz. Gerçeğin kanıtları “doğrulardır”.
Ya da şöyle söyleyebiliriz: Gerçekle bağdaşmayan şeylere “yanlış” deriz. Eğer
gerçekle bağdaşmayan şey irademizle oluşturulan bir ifadeyse ona da “yalan”
deriz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu yüzden… Sınırlı varlığımızın idrakiyle<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sürekli ve tutarlı bir ilişkiler ve varlıklar
bütününde biz bu bütünün<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>işleyişini her
gün daha fazla anlamaya çalışıp sınırlılıklarımızı aşmak isteriz. Bunun dışında
bir gerçekliğin var olup olmadığını bilmemiz de mümkün değildir. Çünkü
bilgilerimiz ancak sınırlı duyularımız aracılığıyla oluşturulur ve insan “görmediği
şeyin rüyasını göremez.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Matriks’te Morpheus’un Neo’ya söyledikleri aslında
konuyu özetler gibidir: “Matriks’te ölürsen gerçek hayatta da ölürsün, çünkü
vücut bilinç olmaksızın yaşayamaz.” O halde insanlar makineler bağlı olarak Descartes’ın
şeytanının elinde oyuncak olarak yaşasa bile içinde doğup öldüğü, her şeyiyle
tutarlı bir gerçeklikte yaşamak zorundadır. Dolayısıyla gerçeklik bizim onu
bilmemizden önce vardır. Buna karşılık biz onu ancak sınırlı duyularımızla ve
algılarımıza <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>pek sınırlı bir şekilde
idrak edebiliriz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">“Başka bir gerçeklik” hayal edilebilir mi? Maalesef
hayır. Çünkü “başka bir gerçeklik” bile ancak ve yalnız şu anda tutarlığını
kaçınılmaz olarak gördüğümüz uzay zaman içinde var olmak zorundadır. Örneğin
sinema dünyasının belki de en çirkin ve vahşi kurmaca canlısı “ Alien/Yaratık/Zenomorf
bile iki ayak, iki el, omurga ve kuyruk sahibidir. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Peki ama neden? Çünkü şunu biliyoruz ki
yerçekiminin var olduğu bir uzay-zamanda “canlılar”, ancak buna uyumlu
organlara sahip olabilirler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde var olup olmadığımızı düşünüp dururken var
olmanın <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>etkilerine gözlerimizi kapatarak
ancak havanda su dövmüş oluruz. Varız… Yok olur muyuz? Bunu kimse bilemez.
Bilemediğimiz şeyi yok saymamız mümkün mü? Bilim, bilmemenin zayıflığının bize
ati olduğunu göstermekten ibaret… <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<iframe allow="accelerometer; autoplay; clipboard-write; encrypted-media; gyroscope; picture-in-picture; web-share" allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/rMoeRwjE5rY?si=21fV3YPzHQ8BiQhR" title="YouTube video player" width="560"></iframe>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-61920031410954476092023-12-12T15:00:00.001+03:002023-12-12T15:00:25.653+03:00Felsefe Ve Gerçeklik Sorunu 1<p>Felsefenin, üzerinde en çok durduğu konu sanırım “gerçeklik”.<br></p><p><o:p> </o:p></p><p>Gerçeğin bilinip bilinemeyeceği öyle çok tartışılıyor ki felsefe, bu tartışmalar yüzünden girdaplarla dolu kapkara bir denize benziyor. Felsefe bu yüzden, aklımızı aydınlatmak yerine, bizi cevapsız soruların bataklığına çekiyor ve cevaplar vermekten çok bizi sorulara boğuyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Peki ama gerçek neden bu kadar önemli?</p><p><o:p> </o:p></p><p>Eğer hiç bir şey gerçek değilse hayat anlamını yitirir. Yaşamak gerçek değilse ölmemizi engelleyen ne kalır ki? Kendi hayatımıza son vermek bir yana başka hayatları yok etmemizi ne engelleyebilir ki?</p><p><o:p> </o:p></p><p>O halde gerçeklik arayışımız sadece bir mantık veya fizikokimya sorunu olamaz.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Gerçeği neden arayıp durduğumuz sorusu belki de gerçeğin varlığını ispatlamaktan daha önemlidir.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Çünkü en nihayetinde gerçekliğin varlığı bizi “anlama” götürecektir.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Belki bu noktada plâğı tersten dinlemeliyiz. Yani gerçeklik arayışımızı “anlam oluşturmak” faaliyetimizden başlayarak incelemeliyiz.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Gerçek var mı yok mu diye yıllardır tartışıyoruz, çünkü her seferinde karşımıza onun ya da o sandığımız şeyin farklı “görüntüleri” çıkıyor. Bütün bu yeni görüntülere bakarak iki sonuca ulaşıyoruz: </p><p>i- Gerçeği bilemeyiz.</p><p>ii- Gerçek diye bildiğimiz görüntülerden ibarettir ve aslında gerçek bir yanılsamadan ibarettir.</p><p>Her iki sonuç da görünüşte son derece bilgece ve alımlı “vargılar” olarak karşımıza dikiliyor ve son sözü söylemiş gibi bize alaycı bir biçimde gülümsüyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Peki ama bu bilgeler bize “gerçekten” birer cevap sunuyorlar mı? Eğer gerçek hakkında bütün bilebileceklerimiz ancak bu olası cevaplardan ibaretse örneğin temel bilimler neden hâlâ atom altı parçacıklarla uğraşıyor?</p><p><o:p> </o:p></p><p>Buradaki esas yanlışlık insanı felsefenin dışına atmaktan kaynaklanıyor. İnsan, diğer nesneler gibi bir nesne değil.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Öncelikle şu “sorumsu cevap” aklımızın bir köşesinde durmalı: “ Ne fark eder?” Bu kestirme cevaba nasıl ulaşıverdiğimize az sonra bakacağız. Ama önce insanın, kendi kendine var olan bir otomatizm evreninde istisnai bir varlık olduğunu varsaymamız gerekiyor.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Felsefenin “en başındaki” soruları atlayıvermiş olablir miyiz? Şüphesiz evet. O halde o soruları cevaplamadan bu varsayıma nasıl ulaşabiliriz ki değil mi?</p><p><o:p> </o:p></p><p>O halde bilimin bize öğrettiği inkâr edilemez ve tartışılamaz bir veriyle başlayabiliriz ki o da insanın sınırlılığı.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Bu ne demek? Bu, insanın ancak duyularının sınırlı kaynağının izin verdiği kadar anlam ve bilgi oluşturabildiği anlamına geliyor. Sözgelimi dil ve gerçeklik tartışmasına girdiğimizde “dilimizin anlamsızlığı” veya yetersizliği gibi bir tartışmaya girerek gerçeğin bilinmezliğinden bahsetmek bu yüzden saçmadır.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Eğer gerçek bilinemez, kavranamaz ve dolayısıyla varlığı inkâr bedilebilir bir şeyse sayesnde bunca tartıştığımız dili neden terk ederek hayvanlar gibi yaşamadığımızı biri cevaplamalı.</p><p><o:p> </o:p></p><p>Dikkat edersek aslında bir ters mühendislik yürüttüğümüz görülebilir. Neden böyle yapıyoruz? Eğer her şey anlamsızsa ve gerçeklik yoksa “ne fark eder ki?” Eğer gerçeğe yaklaşabiliyorsak ve ayağımızı basacak bir zemin elde edebiliyorsak “ne fark eder ki?”</p><p>Yazıya devam edeceğiz.</p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-5848539250752563322023-12-09T23:53:00.004+03:002023-12-11T06:47:20.164+03:00Dinler Cinler İmamlar<p> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Bugün <span style="mso-spacerun: yes;"> T</span>witter’da genç bir “hoca” gördüm. (Artık
kafasına bir sarık saran herkes ne de olsa hoca…)<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhb8fyrl-ZQQbLy9JoyA2j6aD0TvcFxqgDulp5GhD8tQk3kX5NB17AXU-7bPA_oDNPEPZGL2IgehICFnM4_AaIUABqDAIS7IPyc91FnotuQJQ5ltDYjARVxWuOzYHls8FsNzkiSXsO9ku8CZRDj7Ce4hKO1k9P_x1FxpgS5C9-MzLREwBktiodnHqqD6n0" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img alt="" data-original-height="234" data-original-width="236" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhb8fyrl-ZQQbLy9JoyA2j6aD0TvcFxqgDulp5GhD8tQk3kX5NB17AXU-7bPA_oDNPEPZGL2IgehICFnM4_AaIUABqDAIS7IPyc91FnotuQJQ5ltDYjARVxWuOzYHls8FsNzkiSXsO9ku8CZRDj7Ce4hKO1k9P_x1FxpgS5C9-MzLREwBktiodnHqqD6n0" width="242" /></a></div><br /><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Cinlerin
padişahıyla nasıl çarpıştığını, onu nasıl öldürdüğünü anlatıyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Bir başka hoca, bir
halifenin <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>hikmetiyle güneşin kararabildiğinden
bahsediyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Her şeye gücü yeten
bir Tanrı’ya inanmak kişinin idrakine bağlı bir şey. Aslında “her şeyi
yapabilmenin” objektif bir ölçüsü <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ve
tanımı yok. Kimlerine göre böylesi bir güç herkesi yok edebilmek demekken
kimlerine göre karbon atomunu ya da diğer elementleri, değişmeyecek
özelliklerle yaratabilmek kudreti anlamına gelebilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Bugün artık Türkiye’de
kadir-i mutlak bir Tanrı’dan anlaşılan şeyse canının istediğini canının
istediği gibi yapabilen, insanlara Arapça seslenip Arap üstünlüğünü telkin
eden, insani bütün özelliklerin en mükemmel hallerini taşıyan, kullarıyla
pazarlık edip onlardan intikam alabilen… Kısaca insan gibi davranan ama insanla
kıyaslanamayacak kadar kadir bir yaratıcı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Yanıltıcı
tartışmalar Tanrı’nın nitelikleri üstüne yapılıyor… Oysa hiç kimse Tanrı hakkında
konuşmaya haddimizin yetip yetmediğini tartışmıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Kafasına bir sarık
sarıp Arapçayla uğraşan herkes kendisinin, kendiliğinden Allah’a daha yakın olduğunu
iddia edebiliyor. Öyle ki Arapça bilmeyenlerin Allah’la yakınlaşması ya da
ondan bir şey istemesi bile pek zor addediliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Ve bu imtiyazlı
insanlar, bilinmeyen âlemlerin kapılarını açıp bilinmeyen varlıklarla iletişim
kurabildiklerini söyleyebiliyorlar. Onlara “nereden bildiklerini” bile
soramıyoruz. Çünkü <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sözde Arapça
bilgileriyle zaten “iman yolunda” bizden çok önde gidiyorlar ve onları
sorgulamak doğrudan doğruya imanı tehlikeye atmak anlamına geliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Hiç kimse de o
insanlara “İyi de senin benim imanım hakkında ahkâm kesmeye ne hakkın var?”
diye sormak aklına gelmiyor. Ya da… “Senin inandığına inanmıyorum ki neden
bahsettiklerinle beni sürekli sıkıyorsun?” diye sormak artık memlekette “Allah’ın
düşmanı” sayılmanın eşiği sayılıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Birer macera öyküsü
ya da romanı gibi anlatılan sayısız öykü, mesel ya da menkıbe bizim için karbon gibi
yaşamsal bir elementin yarattığı sayısız olasılık kadar şaşırtıcı ve
düşündürücü olabilir mi? Yoksa biz aslında nefsimizin korku, şehvet ve macera
arzusunu anlatılanlarla tatmin edip de delinmez bir zırhla bütün ahlâkî sorumluluklardan
kurtulabilmek mi istiyoruz? Bu dünyada ahlaksızlık sayılan her şeyin sınırsızca
yaşanabileceği bir yerin vaadiyle itaat talep eden insanların peşinden
gidildiğinde varoluşum gerçek mucizelerinin gerçek hayranlığına ve minnettarlığına
ulaşılamayacaksa eğer… <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Başlarına sarık
sarıp cinlerle savaşan insanlara itaat ederek gerçekten karbon atomunun yaratıcısının
sonsuz idrakine yaklaşabilmek mümkün müdür?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Tanrı’nın ne
istediğini sürekli bize dayatan insanlar karbon atomunu yaratan varlığa karşı
hadsizlik ettiklerini bir an bile düşünüyorlar mı? <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İman onların denetiminde bir bilinç mi? Yoksa
biz mi köleliğin sorumsuzluğuyla zevk ırmaklarında yüzmek mi istiyoruz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-62113026869877420802023-12-08T12:03:00.001+03:002023-12-08T12:03:13.528+03:00"İnsanlığımı Yitirirken": Osamu DAZAI<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/RlSm_gGYsls?si=sLiFARq5OimKYUUG" frameborder="0"></iframe>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-70051167549044446912023-12-06T22:54:00.003+03:002023-12-06T22:54:52.825+03:00Tencere Dibin Kara Ahlâkı<p> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Nasıl düşüneceğimiz
bize öğretilmediği için el yordamıyla ve kesin inançlarımızla kendi düşünme
şeklimizi belirliyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEggaRNK88DyMPbLlvcjx5SAippNd6Y4vggWlV0RKK-Vik6QuK2Eo__4z-3k7tNWbGheXiYzZ6N0Rs7pKEjY4s578XOyaEFOyPn8bXdHMCRwT1lYA1cY7S7uSqUBMkUuSXI2HvTtiWinoMswhxbf3Jn9tRkDWRGWVH9IMGvZbGswIdu_z1kkoVWyieBiugE" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="475" data-original-width="600" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEggaRNK88DyMPbLlvcjx5SAippNd6Y4vggWlV0RKK-Vik6QuK2Eo__4z-3k7tNWbGheXiYzZ6N0Rs7pKEjY4s578XOyaEFOyPn8bXdHMCRwT1lYA1cY7S7uSqUBMkUuSXI2HvTtiWinoMswhxbf3Jn9tRkDWRGWVH9IMGvZbGswIdu_z1kkoVWyieBiugE" width="303" /></a></div><span lang="TR"><o:p> <br /></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Aslında
düşünmüyoruz da… Düşündüğümüzü sanıyoruz. Yani nasıl?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Şöyle… Kesin inançlarımız
ve kabile güdülerimizle şartlanmış kafalarımızla, ezberlediğimiz sözleri ve
bize belletilen sloganları, kaba kıyaslamalarla destekliyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Bu mukayeseleri
nasıl yapıyoruz? Bu mukayeseleri, “Tencere didin kara, seninki benden kara”
çarpık mantığıyla yapıyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İyi de bunun ne
önemi var ki?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Şu önemi var: “Kötü
örnek, örnek sayılamaz.”( Sui misal emsal teşkil etmez) ilkesi gereği, kötü davranışlar,
suçlar birbirlerine örnek/emsal teşkil etmez. Eğer böyle bir şey kabul edilirse
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kötülüğün, suçun önü alınamaz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Oysa günümüzde,
Türkiye’de siyaset tam da bu ilkenin tam zıttına sığınılarak yürütülüyor.
Haydaaa! Bir anda felsefeden siyasete nasıl atladık, değil mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Düşünmeyi öğrenmek
için felsefeyle uğraşmak lâzım. Felsefeyi lüzumsuz bir iş gibi gördüğümüzde,
düşüncelerimizin akşının ahlâkla, faydayla ilişkisi kaybolur. Yani düşüncenin
kendisi kaybolur. Çok mu muğlak oldu?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">O halde şöyle
söyleyelim: İnsan düşünmeden yaşayamaz. Neden? Çünkü insanın vücudu,
içgüdülerle yaşayan canlıların vücutları gibi doğaya dayanamaz. İnsanın var
olabilmesi için <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bütün ihtiyaçlarını
kendi başına, kendi aklıyla gidermesi gerekir. Bunu yaparken insan “inşa eder”.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İnşa etmek,
tutarlılığı gerektirir. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tutarlı olmayan
düşüncelerle hayatı devam ettirecek yapılar kurulamaz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İşte “Tencere dibin
kara seninki benden kara…” sözde mantığı, karşıtımızın kötülüğünü açıklamak
dışında hiçbir işe yaramaz. Bu mantık karşımızdakinin ahlâkî tutarsızlığını
belki gösterir ama kendi ahlâkî tutarlılığımızın geçerliliğini kanıtlayamaz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İyi de “ahlâkî
tutarlılığın” konumuzla ne ilgisi var?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Çünkü ahlâk “ zarar
vermemek iradesi” dir. İnsanlar ahlâkın bu tanımını belki tam bir açıklıkla
ifade edemez ama zararsızlık iradesi yönündeki yaygın uzlaşma yoluyla bir arada
kalabilirler. Oysa<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>“tencere dibin kara”
diyen insan için bunun tam tersi<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>söz
konusudur.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR">Ahlâk, insanî inşaların, insanî ilişkilerle
sürdürülebilmesinin tek yoludur</span></b><span lang="TR">. Oysa kötü örnek <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kabulü ile insanların bir araya gelerek insanî
yapıları/kurumları kurabilmeleri mümkün değildir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Çünkü tencere dibi
mantığı ile herkes insanî inşaları meydana getirecek insanların, birbirlerine
zarar <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>vermeyeceğine dair üstünde
uzlaşılan zararsızlık ilkesi geçersizleştirilir. Bir kez insanların
birbirlerine zarar verebilmeleri<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>söz konusu
olursa karşımızdakiyle herhangi bir işbirliğine girebilmemiz için hiçbir sebebimiz
ve imkânımız kalır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Peki ama gene de
bir arada kalabiliyorsak bu nasıl mümkün olabiliyor?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İnsanların “medeniyet”
yaratabildikleri beraberlikleri ahlâkî tutarlılıkla bir arada tutulan
beraberliklerdir. Medeniyetten uzaklaşıldığında ilkelerden uzaklaşılıyor
demektir. Peki ama ilkelerin yerini alabilecek bir şey var mıdır?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İlkelerin yerini
başka hiçbir şey alamaz ama<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>onları dışladığımızda
yerlerini derhal “kabile mensubiyeti” alır. Böylece aynı ilkelerle bir araya
gelmiş farklı insanların beraberliğinin yerini, tenlerinin dokusunu, kokusunu,
rengini, dillerinin farklılığını, <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>fark
edilebilir kabile mensubiyetlerini koruyan kalabalıkların zoraki beraberliği
alır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">İşte Türkiye’de
düşünmeyerek beyinlerinin mantarlaşmasından rahatsız olmayan kitlelerin zoraki
beraberliğinin ana hatları budur.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-8717418671590029952023-12-02T00:21:00.000+03:002023-12-02T00:21:02.055+03:00"Okyanus Kokusu Ve Angoli Mala": Le Clézio<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/d5aGNUcEDhc?si=KsMcKBH-1TzZNfom" frameborder="0"></iframe>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-7186433885854654872023-11-25T23:11:00.001+03:002023-11-25T23:11:12.836+03:00Günün Günlüğünden Darı Taneleri<p> </p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span>Kocaman kocaman şeyler yazmak istiyorum.</p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: justify;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEg2Ac_vG7O6Zt2Tg7uNrvPQN6aWlGwzuE2Iy8eabskuvlDZryXRRIWB--ahRY8W7S9TyrwUFWiwMTRDHI3W9riJbi6BgOEAtnDFvSzaHq4yzB9P1NIMQvs_28gjCjwGNu6KHYUCXywE0GBam-G4PppeyjVJ8odxtxvaIhWJ1wptdKVLk7QnakBjNn33ntk" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="183" data-original-width="275" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEg2Ac_vG7O6Zt2Tg7uNrvPQN6aWlGwzuE2Iy8eabskuvlDZryXRRIWB--ahRY8W7S9TyrwUFWiwMTRDHI3W9riJbi6BgOEAtnDFvSzaHq4yzB9P1NIMQvs_28gjCjwGNu6KHYUCXywE0GBam-G4PppeyjVJ8odxtxvaIhWJ1wptdKVLk7QnakBjNn33ntk" width="320" /></a></div><span lang="TR"><div style="text-align: justify;"> </div></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR">Aslında bu acemi yazarların yapacağı bir şey,
onu da biliyorum. Kış üzeri güz sonu , altın elbiseli bir Ankara sabahında,
sevdiceğimi beklerken kitap okumanın, okuduğum kitaptaki kütüphanede bitmeyen<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bir<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>sepya <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>cenneti, bulmanın hayali,
kıyıdan köşeden dolanarak geçerken ben üstüme tam da havaya uygun bir şeyler
geçirmenin memnuniyetiyle oturuyorsam eğer bu bana yetmeli ve dahi yetiyordu
da.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bir yerlere saplanıp kalmak istiyoruz. Sonra
da saplanıp kaldığımız yerin doğru olduğunu bilmek istiyoruz. Aslında saplandığımız
yerin doğru olduğuna gönülden inanıyoruz ve her birimizi kendi demirden
imanımızı oluşturuyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bu kötü mü?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Başkasına zarar vermezsek hiç de kötü değil
çünkü insan başka türlü huzur bulamaz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Ve fakat… Bu ancak iyi insanların huzur bulma
biçimidir ve maalesef biz içimizde kötülük barındıran, kötülüğü bile isteye
içimizde mayalandıran, iyiliği kötülüğü paylaşıp da birbirini aklamak sanan bir
ikiyüzlü alçaklar yığınıyız.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bugün oğlumla matematik çalıştım, iyi bir iş
yaptığımı gördüm, rahatladım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bugün uzun zamandır aramadığım bir genç arkadaşımı
aradım. Sağlığının ve keyfinin yerinde olduğunu öğrendim, başarılarında
ilerlediğini işittim, kıvandım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bugün ailecek bir Agatha Christie uyarlaması<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>seyrettik, beraber zaman
geçirdiğimiz için mutlandım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">Bugün sona ermeden bloğa bir şeyler yazdım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR">İyi bir insan mıyım bilmiyorum ama yarın <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>geberip gittiğimde, en azından geride bir
şeyler bıraktım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR"><o:p> </o:p></span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-59704342695767606422023-11-24T16:35:00.000+03:002023-11-24T16:35:48.609+03:00Kutsallık , Tanrı Ve Kurmaca 4<p> </p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"><b>Kurmaca</b></span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Yaygın kullanımının aksine “kurgu” kelimesinin asıl anlamı Dimytrik’in “Sinemada Kurgu” adlı kitabında çevrildiği şekliyle “montajdır”. Kurgu, varolan unsurkarın bir düzenlenmesi, sıralanmasıdır. Oysa “kurmaca” bir tasarım ve yaratım işidir.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Kurmacanın Tanrı ve kutsallıkla ne ilgisi olabilir?</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Bu sorunun cevabını inançta, Tanrı’da bulamayacağız ama sanırım bize bu sorunun cevabını dinler verecektir. Bu arada sorunun doğru bşr cevabının olup olmadığıyla ilgilenmiyoruz. Çünkü kurmacanın dinlerle ilgisi dinin özünden ve işlevinden kaynaklanıyor.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">O halde dinin özünde ne vardır? “Din” deyince ne anlaşılmalıdır?</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Din özetle bir siyasî kurumdur. Peki ama bu özetleme her şeyi açıklar mı? Yoksa kendi başına açıklanmaya mı muhtaçtır? Elbette bu özet tanım açıklanmalıdır.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Din biraz daha açık ve fakat yine de kaba bir şekilde şöyle tanımlanabilir:</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">Din, h</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">erhangi bir inancın</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">,</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;"> b</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">i</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">r kutsal k</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">i</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">tap</span><span style="font-size: 11pt; font-weight: bold;">, bir elçi, o elçinin şeriatı ve o şeriatı vaaz edip uygulayacak bir ibadethane ve ruhban ile düzenlenmiş halidir.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Tanımda bahsi geçen unsurları</span><span style="font-size: 11pt;">,</span><span style="font-size: 11pt;"> dinler tarihi metinlerinde, dinleri tanımlayan u</span><span style="font-size: 11pt;">ns</span><span style="font-size: 11pt;">urlar olarak bulabiliriz.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Görüldüğü gibi işin özünde bir düzenleme yatmaktadır. Peki ama bu düzenleme </span><span style="font-size: 11pt;">iması acaba salt bir totolojiden ibaret olmasın?</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">O zaman </span><span style="font-size: 11pt;">cevabı bulmakta, </span><span style="font-size: 11pt;">imdadımıza fakihler yetişir. Çünkü fıkıh, toplumsal düzenin</span><span style="font-size: 11pt;">( toplum-devlet ilişkisinin)ve</span><span style="font-size: 11pt;"> </span><span style="font-size: 11pt;">toplumun </span><span style="font-size: 11pt;">hayat </span><span style="font-size: 11pt;">tarzının tamamen dinin hükümlerine göre düzenlenmesi demektir. Fıkıh, inançtan alınan meşruiyetle Allah adına tartışılmaz bir “amel uygulamaları tasarlama” ve hemen ertesinde Allah adına yargılama işidir. </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Kutsal </span><span style="font-size: 11pt;">kitaplar bütün dinlerin temelini oluşturur. Kaynaklarının kutsal, dokunulmaz, tasavvur edilemez, eleştirilemez Tanrı olduğu söylenir. Mutlak şekilde akıldan uzaklaştırılmış böylece kutsallığı korunmaya alınmış kutsal kitaplarda Tanrı, insan gibi konuşan, insan gibi “hisseden”, “insan güvenceleriyle vaat edip insan ölçüleriyle korkutan bir yaratıcı olarak “tasvir” edilir.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Peki ama bunun kurmaca ile ne ilgisi olabilir? </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Kısa </span><span style="font-size: 11pt;">yoldan gidecek olursak yaratıcının, yaratılan tarafından idraki imkânsızdır. Yaratılanın “sınırlılığı” yaratıcının “algılanmasına” izin vermez. İnsan için algıdan öte edinlebilecek bir bilgi yoktur. Bu açıdan Tanrı’nın varlığı bir tartışma konusu değildir, çünkü Tanrı bir bilgi konusu değildir.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">O halde Sam</span><span style="font-size: 11pt;">î dinlerin, kullrından sürekli bir şeyler isteyen, onara sürekli bir şeyler vaat eden, onlarla zaman zaman pazarlık eden Tanrı telâkkisi, algılarla edinilen bir bilgiden gelmemektedir. O halde bu Tanrı telâkkisi nasıl/ nereden doğmuştur?</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">İnsan </span><span style="font-size: 11pt;">ümitle korku arasındaki gelgitlerde savrulan bir canlıdır. Bu gelgitlerde</span><span style="font-size: 11pt;"> </span><span style="font-size: 11pt;">ayağını yer basmasını, düzenlilikle birlikte gerçek kavramını oluşturmasını sağlayacak bir “son durak” ya da deniz feneri ihtiyacı, onu “en büyük”, “en ulu”, “en güçlü” olması gereken bir “otoriteyi” düşünmeye itmiştir. Özünde İbrahim’in Tanrı inancına kavuşmasının öyküsü bundan ibarettir.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">O halde bütün düşünceleri, hayalleri ve tasarımları ancak algılarıyla sınırlı olan bir canlının “sınırsız” bir </span><span style="font-size: 11pt;">varlığı “tanımlamaya” kalkması “Tanrı’nın dilini anladığını” iddia edebilecek herhangi bir insan için bile imkânsızdır. Söz gelimi Tanrıyla konuşan bir insanın onun “sınırsız” söz dağarcığını bir müddet anlaması mümkün bile olsa o dağarcıktaki sözlerin hemen hemen hiç birini kendi diliyle konuşanlara aktaramayacaktır. Bu durumda onun “yaşadıkları”, bir bilgi olmaktan öte bir “kurmaca” olarak kabul edilecektir. Şu nokta bilimsel bir gerçektir: İnsan görmediği şeyleri rüyasında göremez. Uydurulmuş bir tek boynuzlu at imgesini rüyasında görebilir ama rüyasında at olmayan ve hiç bir şeye benzemeyen bir binik görmesi mümkün değildir. Böyle bir şeyi görmüş bile olsa onu ancak diğer insanların sınırlı idrakleriyle oluşturulmuş bir dağarcığın içeriğine bir ölçüde benzeterek anlatabilir. Yaratışmış ve görülmemiş bir varlık belki böyle tanımlanabilir ama ya Tanrı? </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Tanrı’nın zatı böylesine tanımlanamazken onun “sözlerinin” bildiğimiz dillerden birine tercüme edilebileceğini de düşünemeyiz. Sınırsız bir dağarcığın sınırlı bir dağarcığa sıkıştırılması mümkün bile o dağarcığı kendi dağarcığına sığdırabilen insanın bunu yaparken tam anlamıyla yeterli olması beklenebilir mi? Böyle bir yeterlilik taşısa bile Tanrı’nın sözlerinin ancak kendi “kültürüne” göre anlamaması mümkün olabilir mi? Sözgelimi Tanrı neden cenneti belli bir şekilde tasvir etmelidir? Tasvir edilen cennet her kültürde arzu edilebilir bir yer midir? Ya da neden orada sadece dünyadaki varlıkların aynıları bulunmaktadır? Tasvir edilen yer ancak bu dünyanın “daha tasasız” bir şekliyse bize orayı anlatan ya Tanrı’nın sözlerinin tercüme edememektedir ya da bütün bunların olmasını arzu ederek hayal kurmaktadır.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Belki çok uzatmamakta fayda vardır: </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Din uygulamalarını, “</span><span style="font-size: 11pt;">ahkâmını”, “fıkhını” savunanlar, dinin, güzel ahlâkın kaynağın olduğunu söyleyerek onun işlevine vurgu yaparlar. </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Dolayısıyla iş eninde sonunda dönüp “uygulandığında insana her zaman ve her yerde mutluluk, tatmin, barış ve adalet” getireceğine inanılmış bir siyasi kuruma gelir. Dinin tanımında olduğu gibi insanın günlük hayatının her yönünü istisnasız düzenlemek iddiası ve amacı açık bir egemenlik idiası ve bir siyasi proje, bir siyasi tasarım ve bir siyasi kurmacadır. Çünkü kaynağı “Tanrı” olmakla birlikte o tartışılmaz kaynaktan geldiği söylenen hükümler bile farklı kültürlere sahip, hepimiz gibi sınırlı akıllı insanların yorumlarıyla sürekli “kurulmuştur”. Dolayısıyla din, özü itibariyle kutsallık ve inanç dayanaklarıyla kendisini tartışılmaz kılmış bir siyasi kurmacadır.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Dinin böyle olması bizi inançtan</span><span style="font-size: 11pt;">, </span><span style="font-size: 11pt;">kutsallıktan</span><span style="font-size: 11pt;"> ve Tanrı’dan mahrum eder mi? Elbette hayır. Çünkü insanlar Tanrı inancına siyasi tasavvurların neticesinde ulşamamışlardır, kendi idraklerinin ışığında bir anlam arayışıyla ulaşmışlardır.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Ve kutsallık, insana </span><span style="font-size: 11pt;">insanüstü bir kaynaktan gelmemiştir; onun anlam arayışıyla ulaştığı “değerler” dağarcığıyla içinde oluşan vicdanından gelmiştir.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">İnsan kendisiyle ilgili her şeyi</span><span style="font-size: 11pt;">,</span><span style="font-size: 11pt;"> oluşturduğu</span><span style="font-size: 11pt;"> ve geliştirdiği</span><span style="font-size: 11pt;"> bir anlam dağarcığıyla “kurmuştur”</span><span style="font-size: 11pt;">.</span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;"> </span></p><p style="line-height: 108%; margin-bottom: 8pt; margin-top: 0pt; text-align: justify;"><span style="font-size: 11pt;">Bir kere insanın </span><span style="font-size: 11pt;">bu </span><span style="font-size: 11pt;">irad</span><span style="font-size: 11pt;">î</span><span style="font-size: 11pt;"> varlığı anlaşıldığında</span><span style="font-size: 11pt;">, kurmacanın sınırları, anlamlılığı ve yeterliliği gibi konular da daha sağlıklı anlaşılabilir.</span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-17761644172575379062023-11-17T17:36:00.001+03:002023-11-17T17:36:22.081+03:00Yabancılaşma Ve Kötülük<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/AG8fnfcrrb8?si=UwYh6z-CzYZAzmYC" frameborder="0"></iframe>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-2888470275265529352023-11-16T16:19:00.003+03:002023-11-21T20:29:19.934+03:00Kutsallık Tanrı Ve Kurmaca 3<p> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Tanrı<o:p></o:p></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kutsallıktan bahsedildiğinde varılacak son nokta
Tanrıdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjPpbTNNkUQK7kd0xai8KLAOmA4VmD3whDlXzabr0jKGe2ELLTJWjuKIO7s9u4TUqZwPbeuqi8GZs09ptRfblpHKG2zj2y4HI5UGc7H6xOTkGQj5Ofj4WpSX2VuK56Ub73-A3uZxBKBuFZ_83B0C75PeFkGPHlfOIkNUTcJdo92pGHZMx3zxGJuglaV5c4" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="269" data-original-width="188" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEjPpbTNNkUQK7kd0xai8KLAOmA4VmD3whDlXzabr0jKGe2ELLTJWjuKIO7s9u4TUqZwPbeuqi8GZs09ptRfblpHKG2zj2y4HI5UGc7H6xOTkGQj5Ofj4WpSX2VuK56Ub73-A3uZxBKBuFZ_83B0C75PeFkGPHlfOIkNUTcJdo92pGHZMx3zxGJuglaV5c4" width="168" /></a></div><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> <br /></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Çünkü mutlak dokunulmazlığın ve eleştirilmezliğin
yegâne kaynağı Tanrıdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki ama Tanrı’dan bahsettiğimizde aslında kimden bahsederiz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Tanrı fikri ya da Tanrı telâkkisi derhal din tartışmalarının
içine gömülür. Tanrı ile ilgili bütün düşünceler derhal dinlerin Tanrı
telâkkilerine göre kıyaslanır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Burada gözden kaçırılan <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ve belki de özellikle gözlerden ırak tutulan
nokta, Tanrı anlayışının, dinlerden bağımsız geliştirilip
geliştirilemeyeceğidir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Dinler Tanrı’nın kavranışını kendi ellerine
almışlardır. Bu konu onların “egemenlik alanı” olarak görülür. Böylece “Tanrı’ya
inanmak”, aslında herhangi bir dinin geliştirdiği Tanrı telâkkisine inanmak
haline gelir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki ama bu doğru mudur? İnsan, dinlerin anlatıları,
kurmacaları, rivayetleri ve hükümleri olmaksızın Tanrı’ya inanamaz mı?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Aslında bu soruya dinler tarihinden cevap bulmak
mümkündür. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Meselâ İbrahim’in tek Tanrı fikrine
ulaşmasının hikâyesi aslında kurulu herhangi bir din yokken bile Tanrı’nın
sağlam bir vicdan (aslında hikâyede buna<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>yer verilmemiştir ama…) ve akıl yürütmeyle<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bulunabileceğini anlatır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde Tanrı, insanın anlam arayışında ir son nokta olarak
akılda belirebilir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">İşte gelinen bu noktada dinler bize Tanrı’nın nasıl
anlaşılması gerektiğini dikte ederler/dayatırlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Tanrı’yı anlamak, anlamlandırmak insanın anlam arayışının
bir başka yönüdür.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Sorun, onu “gerçekten” anlayıp anlayamayacağımızdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Evreni yaratan, var oluşun kaynağı olan “yüceler
yücesi” bir varlık, “anlaşılabilir” mi?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Onu anlayabilmemiz ancak onun, bizim anlam
oluşturabilmek kapasitemize sığabilmesiyle mümkün olabilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Oysa bütün bilginin kaynağı olan bir varlığın algıları
ve idraki sınırlı bir canlı türü tarafından kavranması söz konusu bile olamaz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Tanrı’nın “dile getirilebilir”, “anlatılabilir”
özelliklerinin olması için onun da bizim gibi “sınırlı” olması gerekir.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Oysa eğer kâinatı bütün düzenlilikleriyle (everene
kaosun hakim olduğun söylemek kolaycılıktır, çünkü onunla ilgili yasalar
geliştirebilmemiz onun kavranabilir düzenliliklere sahip olduğunu gösterir.)
yaratan bir varlık varsa <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>onu algılarımızın
kafesine koymamız imkânsızdır. Bu durumda onun “âdil”, “cömert”, “intikamcı”, “kahredici”
vs olduğunu söylemeye kalkmak sadece onu bir insanmış gibi anlatmaya çalışmak
olur.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Pagan dinler bunu zaten yapmışlar ve putperest olarak
lanetlenmişlerdi. Oysa nihayetinde kendi kurumlarını oluşturmakta son derece
kıskanç ve katı davranan Sami dinlerin de Tanrıdan sürekli “insan gibi davranan
bir aşkın güç” gibi bahsetmelerine hiçbir itiraz gelmedi. Çünkü bu dinler
zamanla kendi devlet güçlerini ve meşruiyet gerekçelerini geliştirmişler ve
böylece “eleştirilmezlik” köşklerine yerleştiler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">David HUME, “Din Üstüne” adlı kitabında teizmin,
ateizmle bir tartışmasını yansıtırken aslında Tanrı fikrinin ve dahası din fikrinin
gerekliliğini tartışıyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Soru sanırım şurada düğümleniyor: Bugün hayranlıkla
izlediğimiz evreni yaratan varlığın, bize yasalar, kullanım kılavuzları,
vaatler yollaması gerekir mi? Ya da… İnsanlar kurumlu/kurumsal dinler var
olmadan önce Tanrı ile ilgili hiçbir arayışa girmemiş miydi? Dinler Tanrı’dan
bahsetmeden önce insanların ahlâk anlayışları, toplumlaşma ihtiyaçları yok
muydu?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu soruların cevaplarını düşündüğümüzde görüyoruz ki
Tanrı fikri insanın her zaman aklının bir köşesinde durmuş. Öte yandan
toplumlaşma ihtiyacı çok daha hayati biçimde onu meşgul etmiş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">En nihayetinde Tanrı, iktidarın meşrulaştırılması için
kullanılmaya başlıyor. Bu noktada da artık “kutsallığını” yitiriyor. Çünkü
egemenlerin, muktedirlerin keyfî iradeleri için kullanılabilen bir Tanrı, “eksilmesi
halinde toplumda yaşamsal bir eksiklik yaratabilecek” bir varlık olmak vasfını
yitiriyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Dikkat edilirse kurum dinleri/ kurumsal dinler dinleşme
süreçlerini devletleşerek, devlete eklemlenerek ve iktidar kurarak tamamlamış
inançlardır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kurumların varlığı soyut bir gereklilik olsa da onları
kullananların varlığı herhangi bir kutsallık taşımaz. Hal böyle olunca da Tanrı’yı
yalnız kendilerinin anlayabileceğini söyleyenlerin “aşkınlığı” olamaz. Tanrı’nın
bu aşkınlık iddiasına alet edilmesi ne yazık ki onun da kutsallığının
tartışılmasına yol açıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kurumsal dinler, “ayrıcalıklı insanların” üzerinden
tanımladıkları bir Tanrı ile insanların Tanrı’yı anlayabilmek hürriyetlerini
kısıtlıyorlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu durumda insanlar, insanlaştırılmış, anlaşılabilir,
kavranabilir ve dolayısıyla aşkın olmayan herhangi bir varlığın “kutsallığı”
ile sömürülmek, esir edilmek istemiyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bugün Türkiye’de yaşadığımız şey tam da akılları, idrakleri,
bilgileri ve vicdanları sıradan insandan hiç de farklı olmayan ayrıcalıklı bir
kesimin Tanrı üzerinden insanların <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>akıllarına ve vicdanlarına hükmetmeye
çalışmaları. İnsanların buna tepkisi de ya sömürü aracı olarak kullanılan Tanrı’dan
vazgeçmek (ateizm) oluyor ya da onu kullanan sistemden yani dinden vazgeçmek (deizm)
oluyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Deizm, Tanrı’nın kutsallığını dinin kurumlarının baskısından
kurtararak korumaya çalışıyor. Ateizm ise sömürülebilir hiçbir insanüstü
varlığa aklında ve vicdanında yer vermeyerek insan varlığını kutsamış oluyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Mevcut dinler ise üstüne kuruldukları kitap, elçi,
şeriat ve ruhban/kilise<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sac ayaklarıyla
hâlâ insanların hayatlarına, akıllarına ve vicdanlarına hükmetmeye çalışıyor.
Bunu yaparlarken de aslında “kutsallığı” yıprattıklarını maalesef kimse fark edemiyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-21882766952998728212023-11-15T21:01:00.001+03:002023-11-15T21:01:29.314+03:00Kutsallık, Tanrı Ve Kurmaca 2<p> </p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kutsallık, dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilemez
olguların ve kavramların genel niteliğidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kutsallık, bir dokunulmazlık alanı belirlemek demek.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiWfm4dcGGFVG7w_PAWNgxgY4iTeADM3_jJtQwVGXN7_wk_Sgw_JvljV_MGlshFtn3xYJ2imGwsvTYh6IuN4BR_-37KdGRc5Y_WgBMaa0B1WQpoTh4YHgTr8fwuURA5uA_VEWUVge47kuSEh0skBPGQvmJoHekm-fa7ePyDImoLJlGYzEXI6pahinnIECQ" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="290" data-original-width="174" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiWfm4dcGGFVG7w_PAWNgxgY4iTeADM3_jJtQwVGXN7_wk_Sgw_JvljV_MGlshFtn3xYJ2imGwsvTYh6IuN4BR_-37KdGRc5Y_WgBMaa0B1WQpoTh4YHgTr8fwuURA5uA_VEWUVge47kuSEh0skBPGQvmJoHekm-fa7ePyDImoLJlGYzEXI6pahinnIECQ" width="144" /></a></div><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki ama kutsal, “belirlenen” bir şey ise onun “dokunulmazlığı”
gerç<br />ekten nereden gelir?<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">“Yeşil domatesleri kutsal bilen” insanların “kutsalı”,
gerçekten kutsal mıdır?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde… “Gerçekten kutsal olmakla”, “kutsal sayılmak”
arasında bir fark var mıdır ve bu fark temel haklar açısından önemli midir?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Yeşil domatesleri kutsal bilen insanların kutsallık
kabulleri onların inançlarıyla kanaatleriyle ilgilidir. Burada sıradan
insanları yanıltan şey bir “kutsalın” kabul edilmesiyle, o kutsallığın kendisi
arasındaki farktır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Çok sivri bir örnek olarak Japon İmparatoru’nun Japon
toplumundaki yerine değinmek belki de yararlı olabilir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Japon İmparatoru
Tanrı gibi görülüyordu. Belki Tanrı’nın kendisi değildi ama onunla aynı kudrete
sahip bir varlıktı. Oysa Japonya ABD’ye yenildiğinde Amerikan makamlarının ilk
yaptıkları şey Japon İmparatoru’na Tanrı olmadığını kabul ettirmek oldu. Bir
yenilgi Japon halkının “kutsalını” yerle bir etmişti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde “kutsallık” kutsal sayılan şeyin özünden
gelmiyordu; o bir kabuldü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu durumda ahlâkı temellendiren ya da toplumda barışı
sağlayacak gerçek bir “dokunulmazlık” kategorisi oluşturamayacağız demektir.
Oysa bütün toplumların kutsalları vardır. O halde bütün toplumlar aslında var
olmayan şeyleri mi “tabulaştırmaktadır?”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Burada “kutsallığın” özüne gelmiş bulunuyoruz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Kutsallık, yok edildiklerinde, aramızdaki bütün
bağların, sevginin, sadakatin ve dahası bilincimizin de yok edildiği değerlerin
ortak özelliğidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu “değerler”, zaman içinde toplumların gelişmişlik
düzeylerine göre elde ettikleri ve elde ettiklerinde korumak için mücadele
ettikleri olgular ve kavramlardır. Toplumlar gelişmişlik düzeylerine göre
onları bir araya getiren, bir arada tutan olguları ve kavramları keşfederler ve
oluştururlar/yaratırlar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bir toprak parçası üzerinde aynı dili konuşan ve aynı
kurallara uyduklarında aralarındaki barışı koruyabildiklerini gören insanların
elde etmek ve korumak istedikleri şeyler zamanla değişir ve gelişir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Öyle ki zaman içinde aynı kurallara bağlılıkla
birlikte ortak anılar ve “tarih” teşekkül eder. Toplumlar aralarındaki barışın
nesilden nesile devamı için kuralların ve anıların korunmasına çalışır ve işte
bu noktada toplumu bir arada tutan kurallar ve anılar “yaşamsal” bir önem
kazanır ve “kutsallaşırlar”.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Bu noktada dinlerin kutsallık algısının gerçek
kutsallıkla farkı ortaya çıkar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Şu anlaşılır ki toplumlar herhangi bir dinden başka
bir dine rahatlıkla geçerek dinlerin “kurduğu” kutsallıktan rahatlıkla
vazgeçebilirler ama kendi toplumlaşmalarının temellerinden <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">asla </b>vazgeçmezler. Bu durum Müslüman toplumlar için bile
geçerlidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Araplar için Arap olmak Müslüman olmanın diğer adıdır
ve Araplar asla diğer Müslümanları kendilerine denk görmez ve kendileri kadar
değerli saymazlar. Hatta <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>öyle ki
Müslüman Araplar, Hıristiyan Arapları meselâ Türklerden daha muteber görürler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde inşaların “kutsallarını” hiçe saymak bir suç
değil midir? <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Burada gözden kaçan husus, <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kutsal sayılan şeyin değerinin kutsallık
kabulünden gelmemesidir. Kutsalın değeri, onu kutsal sayanın “ifade hürriyeti”
hakkından gelir. Burada kutsal olan yeşil domatesler değildir; kutsal olan,
herhangi birinin yeşil domatesleri kutsal sayabilmesi hakkıdır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Peki ama Türkiye gibi gönüllü geri kalmış bir ülkede
yeşil domatesleri kutsal bilmek hakkının iktidara gelmesi demokrasinin bir
gereği değil midir?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Neden bu soruyu soruyoruz? Çünkü bizimki gibi geri
memleketlerde her şey eninde sonunda sayısal bir çoğunluk kazanarak yandaşları
besleyebilmek kavgası haline gelir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde kısa yoldan cevabı verelim: Hayır! <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Çünkü yeşil domatesleri kutsal bilmek bir hak olabilir
ve böyle bir hak “temel hak” olması sebebiyle “kutsal” olabilir ama bu kutsal,
Türk Milleti’nin devleti ve vatanıyla bölünmez bütünlüğünün “mütemmim cüzü”
değildir. Kısacası <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>yeşil domatesleri <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kutsal bilenlerin bu inançları var olabilir
ama böyle bir inanç ortadan kalktığında Türk Milleti’nin devleti ve vatanıyla bölünmez
bütünlüğü, tarihi, bilinci hiçbir şekilde eksilmez.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">Japon İmparatoru’nun tanrısallığı ortadan kalkmış bile
olsa onun Japon Ulusu’nun bütünlüğü içindeki yeri yok edilememiştir. Japon
İmparatoru’na Tanrı olmadığı kabul ettirilmiştir ama Japon Ulusu bir ulus olmaktan,
vatan sahibi olmaktan, tarih ve bilinç sahibi olmaktan men edilememiştir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;">O halde “kutsallık” ifade hürriyetinin bir
işlevi/fonksiyonu olarak keyfi şekilde belirlenebilir ama onun “gerçek
kutsalların” yerini almasına izin verilemez. Buradaki sınırı çizen şeye de “egemenlik”
denir. Fakat bu başka bir konudur.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman",serif;"><o:p> </o:p></span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-91631216882449133712023-11-15T14:26:00.001+03:002023-11-15T14:26:29.165+03:00Emperyalizm Var Mı Yok Mu?<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/ZNFpr8_WnhA?si=OjkR7jkbvUCDSJCK" frameborder="0"></iframe>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-60327766691450579662023-11-13T19:12:00.002+03:002023-11-13T23:35:22.259+03:00Kutsallık, Tanrı ve Kurmaca 1<p> </p><p class="MsoNormal"><br /></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">“Kutsal”, dokunulamayanı, eleştirilemeyeni işaret ediyor.
Her insanın böyle bir alanının, nesnesinin olması onun “doğal hakkı” sayılıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Aslında kutsallık, kendi başına bir anlam ifade etmiyor; en
azından medenî toplumlarda. Dokunulmaz, devredilmez ve vazgeçilmez olan şey
“temel haklar”. Tamam da “temel haklar” ne o halde? Neden onları “temel”
sayıyoruz? Onlar olmaksızın<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bir bina falan
yapamıyor muyuz?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Temel haklar olmadan insan var olamıyor, bu kadar basit. Bu
hakları yok ettiğimizde, insan da yok oluyor. Yani? Hayat hakkı olmadan insan
yaşayamıyor. Elinde kendisi için tutacağı bir varlık olmadığında insan
yaşayamıyor. Kendi yolunu çizemediğinde insan yaşayamıyor, çünkü yaşamı
başkasının elinde olduğunda, yaşamını koruması da mümkün olmuyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Bunlar bize neyi gösteriyor? Bunlar bize neyin “kutsal”
olduğuna dair yaşamsal örneklerimizin ve ölçülerimizin olduğunu gösterior.
Demek ki kutsallık, özü itibariyle bizim kanaatlerimizden ya da sebepsiz
inançlarımızdan bağımsız bir şey.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Tamam da “vatan”, “millet”, “hüriyet” vs gibi kavramlar ne o
zaman, değil mi? Bunlar bizim “uydurduğumuz” şeyler değil mi? Hiç bir hayvanın
milliyeti, vatanı vs olmadığına göre kafamızda yarattığımız kavramlara
kutsallık atfetmemiz neyin nesi oluyor?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"></p><div class="separator" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiLDPlewpeflqFklOJ2VaDh2KyBkDwZB-lAwvZ1RTaSO2ZU2ctEDusESh9zeoSs5Ypwz-uaji5ZoAySr_M6YTHgXXwkH8Kj3cnlhFstREMSkR1I6wuqbXJdmGPIRR5ySVcAeYxO9YgBDklqdC8fxOhs77IIS_Zd_2eZzeE6BkwwSL3ueaOsCeflMEsgbN0" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="183" data-original-width="276" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiLDPlewpeflqFklOJ2VaDh2KyBkDwZB-lAwvZ1RTaSO2ZU2ctEDusESh9zeoSs5Ypwz-uaji5ZoAySr_M6YTHgXXwkH8Kj3cnlhFstREMSkR1I6wuqbXJdmGPIRR5ySVcAeYxO9YgBDklqdC8fxOhs77IIS_Zd_2eZzeE6BkwwSL3ueaOsCeflMEsgbN0" width="320" /></a></div><span style="font-family: Times New Roman, serif;">Burada anlamamız gereken şey şu: İnsan ancak “uydurarak”
yaşar. Hiç bir hayvan anlam aramaz, oluşturmaz ve kavram yaratamaz. Bu, sadece
insana özgü bir yetenektir. Üstelik bu bir yetenek olmanın ötesinde insan için
bir zarurettir/ kaçınılmazlıktır. İnsanın anlam üretmesi, konuşması, kavram
yaratması, doğada örneği bulunmayan bir eylemdir. Bu yalnızca insanın
“yarattığı/ uydurduğu” bir şeydir. Dolayısıyla insana ait kavramlar ve
olguları, “icat”,” “uydurma” ya da “yapay” diye nitelemek insanın doğasını
anlayamamaktır. İşte bu yüzdendir ki in<br />sana ait “vatan”, “millet”, “milliyet”,
“tarih” gibi kavramların doğadan hazır elde edilmediğini, bunların, insan
türünün hemcinsleriyle beraber yarattıkları ortak “değerler” olduklarını anlamamız gerekir. Bu yüzdendir ki “seçmediğimiz” ailemize sevgi ve bağlılık
duyduğumuz gibi ailelerimizi güven içinde tutan “milleti” de aynı şekilde sever
ve ona bağlanırız.<o:p></o:p></span><p></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: Times New Roman, serif;">Bir insanın aklını silsek, kelime üretme ve anlama kapasitesini
elinden alsak, onun elinden insanlığını almış oluruz. Tamam da insanlığı
elinden alınmış bir varlığın artık insan değerlerine, insan sorumluluklarına
sahip olmasını bekleyebilir miyiz? İşte kutsiyet bu yüzden, anlam, kavram ve
bağlam yaratabilen insanın “kendi doğasını” ilgilendiren bir dokunulmazlıktır.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Bir başka deyişle, kendisinden vazgeçtiğimizde bizde
eksiklik yaratmayan, var oluşumuzu etkilemeyen, insanlığımıza zarar vermeyen
şeylerin kutsallığı yoktur. Peki vatan, milliyet gibi kavramlar böyle midir?
Hayır. Çünkü onları kaybetmemek için hayat hakkımızdan vazgeçebiliyoruz. Demek
ki insanın anlamlandırdığı bu olgular,<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>insanın doğasının ayrılmaz parçaları.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: justify;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; mso-fareast-font-family: "Times New Roman";">Devam edeceğiz...</span></p>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4684688924252660022.post-7008311227019674002023-11-06T19:34:00.001+03:002023-11-06T19:34:54.559+03:00CHP Nereye Gidiyor?<iframe width="480" height="270" src="https://youtube.com/embed/9Ng6tf3VmrA?si=_QFAyUem04nvDXst" frameborder="0"></iframe>afşarhttp://www.blogger.com/profile/16397792175868417314noreply@blogger.com0