29 Kasım 2013 Cuma

TARİHE NOTLAR: YENİ HABER AJANSIMIZ TSK...

Ekranıma düşen Haber Fedai sitesinin haberini* okuduğumda yüreğimin burulduğunu hissettim.
Çok değil bir sene önce basında haber olmasa da Türk Silahlı Kuvvetleri destan yazmamış mıydı?
Teröre darbe üstüne darbe vurmamış mıydı?
Şimdi klavye kahramanlığının manası neydi?
Dikkatlice bakınca milletine kırılmış bir ordunun adeta sitemini okur gibi oldum...
Aşağıdaki satırları facebook'taki sayfamda paylaştım...
 
Bu haberdeki TSK'nin mesajını okuyabiliyor muyuz?
TSK DİYOR Kİ: "Ben terör konusunda senelerce elimden geleni yaptım. Gece demedim gündüz demedim, kış demedim, yaz demedim, soğuk demedim, sıcak demedim, her rütbeden can verdim, kan verdim, sakat kaldım, şehit oldum, gazi oldum...
Çocuklarımız yetim, eşlerimiz dul gibiydiler...
Doğrusu adları hatırlanmasa bile bir çoğu gerçekten öyle oldu...
Çoğu zaman ailemizle birlikte yenecek bir akşam yemeğine bile hasret kaldık... 
Uykusuz geceler geçirdik, elimiz tetikteydik, gözlerimiz hedefte...
Kışları çelik gibi soğuk bedenlerimize işledi, yazları sıcaktan kavrulduk...
Gencecik bedenler son nefeslerini kucağımızda verdiler...
Sakat kalanların organlarını topladık ellerimizle...
Ne devletin şerefini yere düşürdük, ne de bayrağın...
Buna rağmen gerekeni yapmış olmanın huzurunu yaşayamadık.
ÇÜNKÜ SİVİL İKTİDARLAR ÜZERLERİNE DÜŞENLERİ YAPMADILAR...
YAPMADIKLARI YETMEDİ BENİ SUÇLADILAR, TERÖRDEN BESLENİYOR DEDİLER, 
HAKİMLERLE SAVCILARLA ÜSTÜMÜZE SALDIRDILAR...
O BEBEK KATİLLERİNE VERİLMEYEN CEZALARIN KAT BE KAT ÜSTÜNDE CEZALAR YAĞDIRDILAR...
ŞEHİDİMİ ŞEHİT SAYMADIN, GAZİME İTİBAR GÖSTERMEDİN.
ŞİMDİ YETKİLERİMİ ELİMDEN ALDILAR, BENİ KARARGAHLARA HAPSETTİLER...

İTİRAZ ETMEDİĞİNE GÖRE; ANLIYORUM Kİ, BENDEN İSTEDİĞİN BUDUR...
BENDE SENİN İSTEDİĞİNİ YAPIYORUM, HABERSİZ KALMA DİYE ÇABALIYORUM..."
 
*"PKK yapımı devam eden yeni Şırnak-Van karayolunda şantiye basıp, toplam 9 iş makinesinden dört tanesini yaktıktan sonra tamamını uçuruma yuvarlamıştı. Peki TSK ne yaptı? Klavye başına geçip "haber ajansı" gibi PKK'nın "faaliyetlerini" verdi...Ancak TSK'nın PKK'ya karşı olan/olması gereken faaliyetlerinden ise tek bir satır yok! işte o açıklama:
"Şırnak/Merkez ilçe Yoğurtçular Köyü mülki sınırları içerisinde yapımı devam eden yeni Şırnak-Van karayolunun beşinci kilometresindeki inşaat sahasına 18 Kasım 2013 tarihinde gelen 10-12 kişilik bölücü terör örgütü mensubu şantiyede bulunan 22 işçiyi toplayarak, "Biz daha önce sizi ikaz etmedik mi? Bu yol yapılmayacak. Bu yol Van yolu değil, bizim kampımıza giden yoldur. Üstlerimizden talimat aldık, bu yolu yaptırmayacağız" şeklinde tehdit etmeyi müteakip inşaat alanında bulunan; altı kamyon, bir tanker, bir ekskavatör ve bir dozer olmak üzere toplam dokuz araç/iş makinesinden dört tanesini yaktıktan sonra tamamını uçuruma yuvarlamışlardır.
Bölücü terör örgütü mensupları, olaydan sonra bölgeden kaçmışlardır. Herhangi bir can kaybı bulunmamaktadır." http://www.haberfedai.com/haber/10378/pkk-yakiyor-yikiyor-tsk-klavye-basinda"

28 Kasım 2013 Perşembe

Tespitim Geldi: Su uyuyor...

Top çeviriyorlar...
Türk'ün bir kırmızıçizgisinden öbürüne saldırıp duruyorlar.
Sen birine odaklanmışken, öbürüne geçiyorlar.
Durmadan, usanmadan saldırıyorlar...
Aynı menhus koku sarıyor evreni, mideler bulanıyor.
Bakıyorsun; çehreler farklı ama ihanet aynı.
Dertleri Türkle, Türklükle...
Ne acı ki, Türk kiminin nüfus cüzdanında sadece bir hece...
Kiminin de soy ağacında bir leke...

Kelimeler bitiyor.
Susuyorum, konuşsun sessizlikler...

Açık Teşekkür

Bir mesleki kurs için 2001 yılında gittiğim ABD’nde, bize brifing veren bir profesör; tıp, diş hekimliği, hukuk gibi bazı mesleklerin itibarlı (prestijli) meslek olarak kabul edildiklerini ve bu meslekleri yetiştiren okullara kabul edilme şartlarının en başında bir kolejden mezun olmak olduğunu söylemişti.
Oldukça şaşırmış ve sormuştum: "Ne yani, bizim mesleğimiz itibarlı meslek değil mi?"
 Bize bu bilgiyi veren öğretim üyesi gülümseyen bir ifadeyle cevap vermişti:
-Elbette her meslek gibi sizin mesleğinizde saygın bir meslek ancak sizin mesleğinizi icra etmeniz başkalarının hayatlarını birinci dereceden etkilemiyor. Ayrıca herkes yapabilir, yani bir hayat tarzı değil…
-Yani?
-İyi eğitilmemiş bir doktora canınızı, iyi eğitilmemiş bir hukukçuya adaletinizi, ya da iyi eğitilmemiş bir dişçiye dişlerinizi emanet edebilir misiniz? İyi eğitimin temelinde o işe uygun olmanız yatar. O mesleği yapmak üzere dünyaya gelmiş olmanız, her detayı öğrenmek için hevesli ve araştırıcı olmanız gerekir. Sevmediğiniz bir işi yaparken mutsuz olursunuz, öğretilen her şey sizin için yüktür. O yüzden bu meslekleri öncelikle gençlikten olgunluğa geçmiş, bir meslek edinmiş, bir anlamda kendini tamamlamış, gerçekten isteyen insanların yapmasını isteriz. Bu insanlar çok ağır ve pahalı bir eğitim sürecine tahammül edebilmelidir. Ve günün birinde bu insanlar kendilerini bu mesleğe ait olmadığını hissettiklerinde ya da bütün çabalarına rağmen bu işi başaramayacağı kanaati yetkili kurullarda oluştuğunda dönebilecekleri bir başka meslekleri olmalıdır. Bütün bunlara rağmen okulu bitirseniz bile bu meslek mensupları mesleklerinin itibarı konusunda çok hassastırlar ve bu mesleğin itibarını düşürme potansiyeline sahip insanlara zerre tahammülleri yoktur. Bir anda mesleki lisanslarını iptal edebilirler ve bu kişiler işsiz kalabilirler. Dönecek bir yuvaya her zaman ihtiyaç vardır.

Türkiye mutsuz meslek sahipleri ile dolu bir ülke.
Bu mutsuzlukları en çok sağlık ocaklarını dolduran pratisyen hekimlerin yüz ifadelerinde görmek mümkün.
Bu ülkenin en zeki çocukları sırf dönemin en geçerli mesleği olduğundan dolayı birinci sıraya yazdıkları için girdikleri seçkin okullarda diğerlerine göre oldukça ağır bir eğitim geçirmelerine rağmen, bir sonraki aşamaya geçememiş TUS adlı bir barajın engellemesiyle kendini bir sağlık ocağının konforsuz şartlarında hekimlik icra ederken buluvermişlerdir.
Dahası o baraja takılıp kaldığını sadece kendisi, ya da meslektaşları bilmemekte herkes bilmektedir.
Kendisine gelen hastaların bakışlarında veya ağızlarından, çözebileceği basit bir problem için bile “bir uzmana mı göstersek acaba?” diyen dökülüveren sözlerinde, hep bu barajı aşabilecek yeterliliğe sahip olamamanın derin acısını bulmaktadırlar.
Böylece, derin bir, “aslında oraya ait olmama hissi”, ruhlardan sıyrılıp, hizmet kalitesi olarak insanların karşısına dikilmektedir. 
Aynı durum farklı şekillerde ihtisas yapmış, ya da yapmakta olan hekimler içinde geçerlidir. İstediği branşı kazanamamanın ya da kendini bu mesleğe ait hissetmemesine rağmen dönemeyeceği kadar uzaklaşmış olmasının çaresizliğidir, belki de bu mutsuzluğun asıl sebebi.
Sonuç olarak kanaatimce bütün bunlar Türk tababetinde “hastalık odaklı hekimlik” olarak adlandırabileceğimiz bir hekimlik anlayışını hâkim kılmıştır.
Bu anlayış hekimin hastalığı tedavi etmesiyle sınırlı kalması, bunu yeterli görmesi şeklinde özetlenebilir.
Bu anlayışa sahip hekim, hastanın muayenehane dışında sürdürdüğü bir hayat hikâyesinden süzülüp geldiğiyle ya ilgilenmez, ya da kayıtsız kalır. Dolayısı ile bu durum hizmet kalitesini derinden etkiler. Oysa bunun aksine “hasta odaklı hekimlik” diyebileceğimiz anlayışta hastalık tedavi edilirken, hastanın içinden çıkıp geldiği ve içinde yaşadığı evren unutulmaz dolayısı ruhlarda incinmeler sebep olunmaz.
Onu eşimin geçirdiği talihsiz kaza sonrasında tanıdık. Gülümseyen çehresi, umursayan, önemseyen tavrı ile bu ülkede de iyi yetişmiş, mesleğini bir hayat tarzı olarak içselleştirmiş hekimler var duygusunu yarattı. Ön yargılarımızı yıkarak, hekimlerimize güvenmemiz gerektiğini düşünmemizi sağlayan bu hekimin adı: Dr. Barış Erbil.

O Iğdır Devlet Hastanesinin zorlu şartlarında, hekime yönelik şiddetin içselleştirildiği bir kültürel ortamda, söz dinlemez, laftan anlamaz, sıraya girmez, bir hasta kalabalığı içinde insanüstü bir güçle ve sabırla, yüzündeki tebessümü eksiltmeksizin çalışan bir hekim…
 “Hasta odaklı hekimlik” diyebileceğimiz anlayışın gerçek bir temsilcisi...
Kendisine en derin minnet duygularımızla içtenlikle teşekkür ediyoruz.

Tarihe Notlar: Biz müslümanlar

Ankara'da yaşadığım son seneydi. Sanırım 2009...
Bir gün Kızılay'a gitmek için Yenimahalle son durakta halk otobüsüne binmiştim...
Koltuğa otururken, arka koltuktaki tesettürlü kızın menekşe rengi gözlerini fark etmiştim.
Gerçekten güzeldi.
Çok gençti.
Gençlik, tazelik, her dem cazip ama geçip gidiyor bir nefeste...
Yerime oturdum.
Kitabımı açtım.
Okumaya başlar, başlamaz.
Kızgın bir kadın sesi yanındakine “Bu ülkede biz Müslümanlar da Kürtler kadar ayrımcılık gördük…” dedi.
Sözün devamını dinlemedim.
Geriye döndüm.
Konuşan, o menekşe gözlü kızdı.
Gözünde parlayan nefretin ışığını görür gibi oldum.  
“Biz Müslümanlar”, ne çok duyar olduk bu ifadeyi…
Ne ara değişmiş bildik kavramlar.
Farklı anlamlar yüklenmiş her birine...
Aynı şeylerden bahsetmiyorduk artık kullandığımız aynı kelimelerde...
Bir gün ben şehitlerimizden bahsederken aynı zihnin erkek cinsinden olanı  "Allah ve din yolunda mı öldüler ki, şehit olsunlar" demişti.
O yüzden artık ahlak aramıyorum onların sözlerinde ama ağır geldi.
Onlar Müslüman ben neyim...
Çünkü onlardan, onların kabileden değilim.
En birleştirici olanı "dini" bile tefrik aracı yapmışlar.


 

Tespitim Geldi: Gölgeler

Aslında hakiki bir trajedidir; gölge doğup gölge ölmek.
Birey olmadan BİZ olup yok olmak...
Bir yandan haklıdırlar da; birilerinin izdüşümü olmadan var olmak zordur.
Bizim oğlanların dünyasından sıyrılıp "varım" demek cesaret ister.
Musluklar kesilir, yollar kapanır...
O yüzden söz konusu milletin bekası bile olsa,
görmez olur o gözler, duymaz olur o kulaklar...

27 Kasım 2013 Çarşamba

#EskiKöyeYeniAdet ING'den!

Dijital dünyadaki alışkanlıklarınızı hiç gözden geçirdiniz mi?

Facebook’ta mesaj atarken ücret ödediğiniz, Twitter’da başkalarının paylaşımları yüzünden sınırlandığınız ya da Youtube videoları izlerken videoyu önce indirip sonra izleyebileceğiniz bir dijital dünya hayal edebiliyor musunuz?

“Böyle şey olur mu ya? ”
“Hayatta Olmaz!” dediğinizi duyar gibiyiz.
Peki bankacılıkta bunları neden kabul ediyoruz?

Tam da bu yüzden, ezberbozan bir anlayışla ING Bank olarak #EskiKöyeYeniAdet getiriyoruz.

ING İhtiyaç Kredisi ile “Herkese Aynı Faiz Oranına SON” dedik; borcuna sadık müşterilerimizin kredi faiz oranlarını düşürdük. Tıpkı sosyal medyada sahte hesaplar nedeniyle kullanıcılara sınırlamaya getirilemeyeceği gibi... Sosyal medyada başkalarının yükünü taşımıyorsanız neden kredi alırken taşıyasınız?
ING Turuncu Hesap ile “Vade Beklemeye SON!” dedik; istediğiniz zaman paranızı çekip yatırabileceğiniz bir ürünü müşterilerimize sunduk. Tıpkı sosyal medyadan bir video izlerken, videoyu indirmeyi beklemeyeceğiniz gibi… Sosyal medyada video izlerken beklemiyorsanız neden vadedeki paranızı kullanmak istediğinizde bekleyesiniz?
ING Günlük Paket ile “Bankacılık Masraflarına SON” dedik; hesap işletim ücreti, EFT/Havale, kredi kartı aidatı ödemeyeceğiniz bir bankacılık paketi geliştirdik. Tıpkı sosyal medyada mesajlaşırken ücret ödemediğiniz gibi…

Her gün sosyal medyada mesaj atarken para ödemiyorsanız neden günlük bankacılık işlemlerine ödeyesiniz?

ing-2

Bir boomads advertorial içeriğidir.

24 Kasım 2013 Pazar

Tespitim Geldi: 10 Kasım

Cumhuriyetimizin kurucusu ve ilk Reisi Cumhuru, İstiklal harbinin Gazi unvanıyla şereflenmiş Mareşal rütbeli Başkomutanı, Osmanlı ordularının baş eğmez, aman vermez kumandanı, TBMM’sinin ilk reisi, halkımızı tebaa iken millete dönüştüren, hurafeye saplanmış ilmi, kaynağı Çin’den bile olsa gidiniz, alınız diyen medeniyetin gereklerine yeniden iade eden, dilimizi ve dinimizi çıkmaz sokaktan kurtarıp kendi öz çizgisine döndüren, kurduğu Cumhuriyeti fikri hür, irfanı hür nesillere emanet eden, büyük devlet adamı, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün “her nefs bir gün ölümü tadacaktır” ayetinin hükmünce fani olandan baki olana intikal edişinin 75. seneyi devriyesindeyiz.
Eseri olan ve devlet-i ebed müddet Cumhuriyeti, yükseltme azim ve kararlılığını, büyük Atatürk’ten ve neslinden alıp, bu kutsal emaneti bizden sonraki nesillere aktarma azim ve kararlılığı içinde sesleniyoruz:
Ulu Önderimiz, emanetin emin ellerdedir, senin ve kanıyla canıyla imtihan olmuş ecdadımızın ruhları huzur içinde olsun. Sizler büyük işler yaptınız ve bizlere daha büyük işler yapmak üzere kuvvet verdiniz. Emanetinizi taşıdığımız yeni nesiller daha da büyük işler başaracaklardır. Herşeye rağmen açtığınız yolda ilerliyoruz ve büyük şairin ifadesi ile “Gün doğmuş gün batmış ebed bizimdir” diyoruz.
Eserinizden emin, Allah-ı zül celalin rahmet-i ilahisine vasıl olunuz.

Tespitim Geldi: Öğretmenler Günü

Sanayi devriminin pozitif çıktılarından biri olarak, giderek gelişen ve karışık hale gelen, böylece anlaşılması güçleşen iş süreçlerinin gerektirdiği nitelikli insan gücü ihtiyacının karşılanması mecburiyeti işgücünün en az temel eğitimli olması zaruretini doğurmuştur.
Dolayısı ile devletler eğitim ve öğretimin geniş kitlelere yayılması politikasını uygulamaya başlamıştır. Bu politikanın uygulayıcı rolünü üstlenen kişilere öğretici anlamında "hoca" yani öğretmen denilmiştir.
Geniş kitlelerin, farklı anlayış, eğitim ve kültür seviyelerindeki ailelerin çocuklarının eğitimi gerçekten fedakarca yürütülmesi gereken bir iştir.
Bu fedakârlığı üstlenen ve aydınlığı karanlığa hakim kılmaya çalışan öğretmenlerin/öğretmenlerimizin ÖĞRETMENLER GÜNÜ kutlu olsun...

Tespitim Geldi: Hz. Hüseyin

24 Kasım 2012
Bugün Muharrem ayının 10'u, Peygamberimizin torunu, Hz. Ali'nin evladı Hz. Hüseyin'in ve 72 yoldaşının şehit edildiği acı gün...
Tarih hiç bir zalimin zulmünün baki olmadığını gösterdiği gibi, Yezid'in zulmünün de baki olmadığını göstermiştir.
Dünya var oldukça adı kötülüğün ya da kötünün simgesi olarak yaşayacak, iktidar hırsının ve devri saltanatının ardından uyuz köpekler bile saygıyla anmayacak...
Kerbela şehitlerine Allah'tan bir kez daha rahmet dilerken, bu trajedi ile birlikte İslam'ın üzerine düşmeye başlayan tefrikanın ve Emevi kabileciliğinin bütün izleriyle ve kalıntılarıyla birlikte yok olmasını dilerim...

Tespitim Geldi: Vecihi Hürkuş

VECİHİ HÜRKUŞ İÇİN:
ARTIK KLASİK HALİNE DÖNÜŞEN ŞU SÖZÜ SÖYLEMEDEN GEÇEMEYECEĞİM: "BATIDA OLSAYDI; ÇOKTAN KİTAPLARI YAZILMIŞ, FİLMLERİ ÇEKİLMİŞ, HEYKELLERİ DİKİLMİŞ, HAYATININ HER ANI GELECEK NESİLLERE ÖRNEK OLMAK ÜZERE DESTANLAŞTIRILMIŞ OLURDU..."
AMA BİZ TÜRKİYEDEYİZ VE BU ÜLKEDE KAHRAMANLARDIR İLK TOKATI YİYEN, İLK UNUTULAN, İLK HAPSE ATILAN...
SEVDALISI OLMAK SUÇTUR, BEKASINI İSTEMEK SUÇTUR, BU MİLLETİN...
SADECE CANINIZI VERMENİZE MÜSAADE VARDIR...

NUTUKLARLA UĞURLARLAR SİZİ,
MERMERDEN OLMASI GARANTİDİR MEZARINIZIN,
ANCAK ONDA BİLE BİR KAÇ GÜNDÜR HATIRANIZIN TESİRİ...

SOMUT BİR HAKİKAT OLAN ŞUDUR Kİ, SUYA YAZI YAZMAKTIR TÜRK MİLLİYETÇİSİ OLMAK, HATTA SUYA YAZI YAZDIĞINIZI BİLE BİLE SEVMEYE DEVAM ETMEKTİR...

Tespitim Geldi: Kahramanlara Dua

Şu anda vatanın ileri savunma hatlarında, eksi derecelerde ve kar altında eller tetikte, gözler ufukta binlerce genç adamın, her yaştan ve rütbeden komutanın bizim adımıza vatan nöbeti beklediğini unutmayalım...
KAHRAMANLARINI UNUTAN MİLLETLERİN YARINLARI HAYIR OLMAZ!!
Dualarımızla onların yanı başında olalım...
"Rabbim onların gözlerinden uykuyu, bedenlerinin yorgunluğu, yüreklerinden korkuyu silsin, azim ve kararlılıklarını pekiştirsin, yar ve yardımcısı olsun...."

Tespitim Geldi: Türklük

Milletler; bir çoğrafyada yaşayan kavimlerin, kabilelerin, aşiretlerin, sülalelerin, ailelerin ve bireylerin bazen gönüllü olarak ama çoğunlukla da kılıç zoruyla bir ideal uğruna güçlü olanla bir araya gelerek zamanla önce hukuk birliği (töre) sonra soy birliği ve dil birliği oluşturmalarıyla oluşurlar.
Oluşan birliğe sonradan dahil olanlarda aynı potada eriyerek milletin parçası olurlar.
Türklük de doğuda doğup, yolu üstündeki ırmaklardan, nehirlerden beslenerek batıya doğru akan bir ulu nehirdir.

Tespitim Geldi: Millet Nedir?

Türk milliyetçiliği ırkçılıktır diyenlere!
Millet eşit değildir kavime.
Millet devlet sahibi olmak demektir.
Devlet sahibi olmak töreli olmak yani kendine ait hukuk sistemine sahip olmak demektir.
Millet, kavimlerin/boyların, kabilelerin, aşiretlerin, sülalelerin, ailelerin, bireylerin aynı kültür potasında eriyerek bir bütün oluşturması demektir.
Genellikle hayatta kalmak için ve ekseriyetle daha güçlü olmak için birbirine benzeyen ya da benzemeyen kavimlerin, kabilelerin, aşiretlerin, sülalelerin, ailelerin, bireylerin nadiren gönüllü, genellikle zora dayalı olarak bir araya gelmeleri, ortak hatıralardan oluşan bir tarih tesis etmeleri, ortak bir dil kullanmaları, ortak bir dine bağlanmaları, kız alıp vermeleri ile kan bağı kurmalarıyla oluşan üst bir toplum yapısıdır.
Teşekkülünde ırk ve kan bağı değil, töre (hukuk) ve kültür esastır...
Türkler millet seviyesinde bir toplumdur...
Irk kavim/boy seviyesinde ya da daha alt seviyelerdeki toplulukların dayandığı bir hususiyettir.
Atsız'ın dediği gibi "Türk milleti" Türk soyundan gelenlerle, Türk soyundan geliyormuşçasına samimi bir şekilde Türklüğe bağlı olanların oluşturduğu bir topluluktur.

Tespitim Geldi: Gecekondu Muhafazakarlığı II

Köylü kalamamış, kentli de olamamış Araf'ta kökleşerek ara toplum olan gecekondu kendine has bir muhafazakarlığı üretmeyi başardı.
Bu gecekondu muhafazakarlığı olarak da adlandırılabilecek bu toplumsal olgu, büyük kalabalıklar halinde yerleştiği varoşlardan yerleşik olandan daha dinamik oldukları için kent kültürünü yok ederek köşe başlarını tuttu...
Çünkü kente asimile olamayacak kadar kalabalıktılar...
Dinamiktiler çünkü gemilerini yakarak gelmişlerdi, tutunmak istiyorlardı.
Eksiyi yaşadıkları için sıfırda yaşamak problem değildi...
Artık ARTIDALAR...

İsyanım Geldi

YÜREĞİM YANGIN YERİ, ÖFKEM DERYALARDAN BÜYÜK,
AVUÇLARIM MÜMKÜN OLSA AĞRI DAĞINI KAVRAYIP SÖKÜP ATACAK...
GÖZLERİMİN ÖNÜNDEN GEÇMEDE ŞEHİTLER: HER YAŞTAN BEBELER, ANALAR, BACILAR, DEDELER, NİNELER, TELEF OLMUŞ VE HER TÜRDEN HAYVANAT, ÖĞRETMENLER, MÜHENDİSLER, İŞÇİLER, KORUCULAR, POLİS MEMURLARI VE HER RÜTBEDEN MEHMETÇİK...
KULAKLARIMIN İÇİNDE SESSİZ BİR FERYAT,SESLENMEKTE HAYATTAKİ ÖLÜLERE...
"GÖZLERİMİZ AÇIK KALDI, KEMİKLERİMİZ SIZLAMADA...
ÖRTÜN, ÖRTÜN KARA TOPRAĞI ÜSTÜMÜZE, ÜSTÜMÜZE...
GÖRÜNMEZ OLUN, YETER.."

Tespitim Geldi: Gezi Parkı İnfiali

9 Haziran 2013
Bir toplumun en apolitik kesimi sokakları doldurmuş ve biber gazına, tazyikli suya, copa ve her türlü şiddete rağmen evlerine dönmüyorsa,
Katı merkezi disiplinle yönetilen partinin lideri sokağa çıkan mensuplarını istifaya davet etmiş olmasına karşın,
onlar PKK ile bile işbirliği yapmakla suçlanmayı,
hain ilan edilmeyi göze alarak meydanlara inmişlerse,
Yaşlısı,
genci,
başörtülüsü,
dindarı,
köylüsü,
kentlisi,
yurtdışında yaşayanı
bir olmuşsa, ve hepsi de sana karşıysa;
ya aklını başına alacaksın, ya da bavulunu toplayacaksın arkadaş!!

Ensar KILIÇ

Türk Ocaklarında ilk fiili vazifemi vererek beni ocağa kazandırmıştı.
Kapıdan arkadaşımı almaya gitmiştim...
Bir büyük toplantı salonunda bir grup gençle Mehmet Akif'i anma toplantısı için hazırlık yapıyorlardı.
Kapıyı araladım ve grubun başındaki adama arkadaşımı sordum.
Hayatımda duyduğum en gür ses, "geç içeriye delikanlı" dedi. İtaat ettim.
Boş bir yere oturdum.
Uğur'a seslendi.
Bu arkadaşa da "bir kopya ver, ekibe alındı" dedi...
Tiyatro konusunda ilk tecrübelerimi onun sayesinde yaşadım...
Uzun süren bir dostluk kurmuştuk...
Kızıma bir "İskender" ısmarlama vaadi vardı...
Nasip olmadı....
Cenazesindeki kalabalığı oluşturanlardan biriydim...
Özlüyorum...
Allah rahmet eylesin...

Dostlarım, Aziz ruhu için bir fatihayı esirgemeyiniz

Tespitim Geldi: Devlet ve Din

Bir insanın Tanrı ile ilişkisini neye göre düzenleyeceği tamamen insanın kendisine ait bir meseledir.
Kimsenin kimseyi kendi inandığı şekilde inanmaya zorlamaya hakkı da yoktur, haddi de değildir.
Hangi yolun doğru olduğunu sadece ALLAH C.C.... bilir.
Bir milletin ve onun somutlaşmış hali olan devletin bütün bu birbirinden türlü sebeplerle farklılaşmış inançlar arasında birini diğerine karşı tercih eder pozisyonda olmaması haline LAİKLİK diyoruz.
Devlet için inananlar yoktur, hukuken eşit vatandaşlar vardır...
Devlet onların inançlarını ne şekilde yaşayacaklarına karışmaz, birini diğerine tercih edemez.
Sadece ve sadece bu inançlarını hür bir şekilde yaşayabileceği vasatı teminle mükelleftir. 
MENSUPLARI ARASINDA FARKLI İNANÇLARA HATTA BİR DİN KADAR FARKLI İNANIŞLARA SAHİP İNSANLARIN MEVCUDİYETİNİ BİLDİĞİMİZ TÜRKLÜK ALEMİ İÇİN LAİKLİK BİRLİK VE KARDEŞLİĞİN OLMAZSA OLMAZ TEMİNATIDIR...

Tespitim Geldi: Üretim Hatası

23 Haziran 2013
Bugün biri ÖSYM temsilcisi Prof., diğeri bir öğretim görevlisi iki kişinin ağır AKP propagandasına maruz kaldım.
Bina Sınav Sorumlusu olduğum ve kamera kayıtları altında olduğum için sustum. A
ğır bir deformasyon ve şiddetli bir ruh travmasının etkisi altındayım.
Ben ne gafil bir adammışım, görememişim; dünya bir olmuş, gezi parkını hükümetin çılgın projelerini durdurmak için tertiplemiş, tezgahın ardında İran'la, ABD ve İsrail öncü rol oynuyorlarmış...
Şükür, dış borçlar bitmiş...
İzmir İstanbul arası da taş çatlasa 3 saate düşecekmiş...
Çünkü hızlı tren hattı yapılıyormuş.
Hocam dedim dünya ortalaması saatte 400 km iken, bizim 250 km hızında trene yatırım yapmamızın arkasındaki hikmet nedir? diye sordum.
Birden daha hızlısını yapmanın doğru olmadığının, kademeli geçişin önemi üzerine bir treat dinledim...
Halk çocukları nihayet, devlette makam alabilir hale gelmiş, kendisi gibiler nihayet Prof. falan olabiliyorlarmış.
Hocaya sordum. Prof.luğu 1999'da almış.
Hayırlı olsun. dedim...dedim, sustum...
Diyemedim ki, daha öncekiler halk çocuğu değil miydi, hepsi mi MASONdu diye...
 O dedi hepsi MASONdu diye..
Bu arada öğretim üyesi maaşları % 15 artacakmış, ÖSYM başkanı arkadaşıymış, sormuş, Eylül YDS'si çok kolay olacakmış...
"YAHU BUNLAR KAÇ MODEL, ÜRETİM HATASINDAN NİÇİN TOPLATILMAZLAR..." Türünden bir soruda aklıma takılmadı, değil...

Tespitim Geldi: Ahlak Yoksunluğu Nedir?

Türk milletinin siyasi ve ideolojik meşreplerinden bağımsız bir tek temel sorunu vardır: O da Ahlak yoksunluğu...
Ahlak deyince sadece belden aşağıya sahip olmayı anlayanların, en az ondan daha önemlisinin yaptığı işin gereğini bir hakkın yapmanın da ahlak gereği olduğunu anlamalıdır.
Dahası sözün arkasında durmak, yalan söylememek, zarar görebilme pahasına doğruya doğru, eğriye eğri, yalana yalan diyebilmek, nalıncı keseri gibi hep bana hep bana dememek, talebe iken talep eden olmak, muallim iken emin kişi olmak, terazinin dirheminin şaşmaması gerektiğinin şuurunda olmak, zalimin yanında değil mazlumun yanında saf tutabilmek de ahlaklı olmanın gereğidir...

Tesbitim Geldi: Turnusol Kağıdı

Gene tespitim geldi.. Tarihe not düşelim...
"Bir musibet bin nasihatten evladır" der atalar...
Yaşadığımız ve yaşamaya devam edeceğimiz açıkça görünen bu her açıdan yıkım süreci, turnusol kağıdı gibi kimin ne olduğunu gösterdi...
Çıkarcı alçaklar, mirasyedi hödükler, eyyamcılar, güce tapınanlar ve benzerleri saflarını seçtiler...
Geriye onun büyüklüğünü yüreklerinde idrak etmiş, zekasının ışıltısını milletin yükselen ateşi yapmaya iman etmiş, Türklüğe kurban doğmuş, millet-i asli kaldı...
O MİLLET Kİ, NE BAYRAĞIN YERE DÜŞÜRÜLMESİNE, NE DE TÜRKLÜK KALESİNDEN BİR TUĞLA SÖKÜLMESİNE MÜSAADE ETMEYECEĞİNİ KENDİLİĞİNDEN YÜKSELEN BİR GÜÇLE HER PLATFORMDA SESLENİR OLDU...
BİR KEZ DAHA TÜRKLÜĞÜN YERYÜZÜNDE EBED MÜDDET VAR OLACAĞINA İMANIM TAZELENDİ...

TARİH NOTLAR: ATATÜRK VE KATILIMCI DEMOKRASİ

Ona getirilen eleştirilerden biri de “Devrimleri hayata geçirirken toplumun her kesiminin fikrinin alındığı, bir ortak akılda mutabık kalındığı KATILIMCI DEMOKRASİ modelini kullanmamış olmasıdır.”
İlk bakışta haklı görünen bu düşüncenin ilk handikabı adı geçen metodun günümüze ait bir değer olmasıdır ki, günümüz Türkiye’sinde bile uygulandığını söylemek mümkün değil…
 Buna tarihi bugünden okumak denir.
Metodolojik açıdan yanlıştır.
Diğeri de eğitimli bir toplumda ve dahası kentli bir toplumda hayata geçirilebilmesidir…
Örgün eğitim kurumlarının yaygınlığını bırakın, televizyon, internet gibi dünyayı küçülten, her türlü bilgiye ulaşımı en ücra köye kadar ulaştırabilmeyi başarabilmiş olmamıza rağmen bunun henüz mümkün olmadığını görüyoruz.
Dahası ekonomisi tarıma dayalı, nüfusunun % 80’i köylerde yaşayan, okuma yazma oranı yüzde onları bile bulmayan, üniversite mezunu sayısı 3-4 bin civarında olan (ki bu sayının büyük kısmı askeri okul mezunudur.) bir Türkiye’de “bu metot niye uygulanmadı” demek ne derece doğrudur.
Toplumun bu yapısını çok iyi bilen Atatürk, sofrasında devrin en mümtaz şahsiyetlerini toplayarak, fikirlerini besleyen modern bir yöntem olan “ORTAK AKIL” üretimini kullanmış, onları ikna ettikten sonra uygulamayı tercih etmiştir.
 
Aslında kast edilen bellidir.
Atatürk çevresindeki din adamlarıyla (bunların ortaya koyduğu eserler temel niteliktedir ve henüz aşılamamıştır.) birlikte hareket ederken, “işgal altındaki İstanbul’da işgalcilerle işbirliği yapan, türlü isyanı teşvik eden, Osmanlı’da bile çıkan isyanlara kaynaklık eden türlü tarikatı, din tüccarını vb. adeta ezmiş ama yok edememiştir.
Ötelendik diyenler onlardır…
Bir diğer grup, Osmanlı üniversitelerinin teknoloji ve bilim üreten üniversiteler olmaktan çıkaran, Kahire’den ithal eşari âlimlerinin ekolundan gelen, “ilk sağcılar” diye de nitelendirebileceğimiz, aklı devre dışı bırakmış, bizden öncekiler söylenecek her şeyi söylemişler diyen nakilci ve cahil müderrislerden oluşan medrese kadrolarıdır.
Atatürk’ün Trabzon’da cehaletlerini kendilerine gösterdikten ve kapatılmalarının gerektiğini kendi ağızlarından söylettikten sonra, kapatılan bu kurumların, işsiz kalan ve yer altına çekilip, aynı cehaleti “din” diye pazarlayan mensuplarıdır.
Asırlarca elde tuttukları gücün ellerinden kaçmasının intikamını, sömürdükleri kitlelerin çocuklarına aldırmaları da ibretlik bir durum olsa gerek…
O gün uygulanmasının altyapısı olmayan katılımcı demokrasi bugün için bir zarurettir…

TARİHE NOTLAR: ATATÜRK ALGISI

On yıllarca süren kesif dinci propaganda milliyetçi camianın Atatürk algısı üzerinde büyük tahribat yapmış olduğunu sosyal medya üzerinde kısa bir tetkikle bile görmek mümkün...
Bu Türk milletinin kalesinin koruyucu duvarlarında bir gedik açma hükmündedir...
Bu gedikteki hasar onarılmaz ise; bu gedikten girecek düşmanı durdurmanın maliyeti oldukça yüksek olacaktır...

TARİHE NOTLAR:LİDERLİK

İstiklal harbinin başarısını tek adama indirgemeyelim diyenler, tarihten, sosyolojiden, sosyal-psikolojiden bihaber gözüküyorlar...
Liderler olmaz ise, bütün sosyal gruplar birer sürüden ibarettir.
Liderler yani yolbaşçılar, gerekli meziyetlerle donatılmışlarsa tarihi değiştirebilirler...
Bir Mete çıkmasaydı, bozkırdaki aşiretler, kabilelere, kabileler kavimlere, kavimlerde millete yani Türk milletine evrilebilir miydi?
Sosyal gruplar küçüldükçe asabiyetleri artar ve enaniyetleri büyür.
Bu güçlü unsurları bastırabilecek bir lider ancak birliği sağlayabilir...
O yüzden kurucu liderler sonrakilerden her zaman önemlidirler...
Oğuz Kağan gibi, Osman bey gibi, Atatürk de bir kurucu liderdir...
Dağılanı toparlamış, baş eğmeyeni eğdirmiş, milli birliği sağlamıştır....
Kaldı ki, o "Benim yaradılışımda bir fevkaladelik varsa o da TÜRK olarak dünyaya gelmemdir" diyerek bu milletin bir ferdi, bir evladı olduğunu ifade etmiştir...

İlgili İhanet İlgisiz Vatandaş

İnsanlar kendi ülkelerinde ne olduğunu bilmek istemiyor.

Daha doğrusu  aslında Türkiye’de Türk toplumu hâlâ ve vatandaşlık anlayışına ulaşamamış galiba…

İnsanlar  hangi ilde hangi partinin kimi adaya gösterdiğinden bahsedip duruyor.

Bu seçimlerle ülkenin genel durumuyla ilgisi hiç kimsenin umurunda değil.

Ülkenin doğusunda ve güney doğusunda artık  PKK ve AKP dışında neredeyse hiçkimse seçimlere giremeyecek duruma gelmiş, İzmirli, Ankaralı, Sivaslı  vs herhangi bir  vatandaşın bu durum umurunda bile değil. AKP denen dinci yırtıcılar kümesi, Barzani denen domuzla bizim ülkemizi Kürdistan olarak fiilen böldü, ülkenin kalanında hiçkimse gıkını bile çıkarmadı.

Bu hengâmede CHP Atatürkün partisi sloganıyla PKK ile pazarlıklara girişiyor, MHP “İstikrar bozulmasın, Müslümanlar bölünmesin!”  mantığıyla AKP yedeği olmaya devam ediyor.

Ülkede siyaset esnafı aklımızın, vicdanımızın üstüne kıllı kıçlarıyla oturup bizi nefessiz bırakıyor.

Blog yöneticilerimizden Erdal Ağabey yazı işine bütün hızıyla başladı, kendisini kutluyoruz, çabalarının sürmesini diliyoruz.

Tespitim Geldi: Alışmamış olanın üzerinde don durmazmış

İslam diye dinciliğe kapı aralandığından beridir, Yavuz'dan bu yana, belki de beşyüz senedir ahret toplumu olarak yaşamaya alışmış olanlar asıllarına rücu edip Türkülüklerini inkar ederek İbrahim milleti denilen bir uydurma millete mensup olduklarını beyanla, Türk düşmanlarıyla aynı safta namaza durur oldular...
Bu da bize ders olsun... Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak böyle bir şey olsa gerek...
Şimdilerde kara kara düşünüp, bu Türkçülükten ülkücülüğe, oradan da dinciliğe evrilenlerin girdikleri derin uykularından uyanacaklarını umut edip dizimizi döver olduk...
Geçmiş olsun....
Şimdi, Atatürk'ün küllerinin arasından yeniden canlandırdığı büyük ateşi, közlendiği yerden tekrar diriltme zamanıdır...

TARİHE NOTLAR: TÜRKİYE'DE PETROL VAR MI?

Yıllar önce bir petrol mühendisi dostum mealen şöyle söylemişti: "Demokrat Parti döneminde çıkarılan petrol kanunu ile verilen 50-60 yıllık imtiyazlarla petrol arama izni alan Amerikan şirketleri Doğuda ve Güneydoğuda petrolü buldular ama bölgenin dağlık olması yüzünden çok derinde buldukları için kuyuları  kapattılar.. Çünkü o dönemde petrol üreten ülkelerde petrol yüzeye çok yakın çıkıyordu. Bu yüzdende maliyeti düşüktü... Önümüzdeki 20-30 yıl içinde Türk petrolü de ekonomik hale gelecek, dünya petrollerinin çıkarılma derinliği bizimkilere yaklaştı..."
Gezi Parkı infiali sırasında Başbakanın uzlaşmacı olmak yerine gerginliği artırarak olayların büyütmesinin arkasında, o günlerde çıkarılan Petrol Yasasını perdeleyerek, yasanın içeriğinin tartışılmasını engellemek olduğunu düşünüyorum...
Eğer arkadaşımın söylediği doğru ise; PKK terörünün arkasında aranacak sebeplerden birinin bu PETROL'ün kontrolümüze geçerek enerji problemimizi çözme imkanını elimizden almak istemeleri olabilir.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Tespitim Geldi: Büyük kavgadan hayır doğabilir...

Uzun süredir beklediğimiz büyük kavga nihayet başladı...
Taraflar en hızlı tetikçilerini cepheye sürdüler...
Hakaretin bini bir para...
En gizli, en mahrem, en bel altı vuruşların yapılacağının duyumları gelmeye başladı...
Güç mutlak olmaya başlayınca, paylaşılmasında da güçlükler başlar...
Tepesi daima dumanlı yüksek tepelerin en zirve noktaları en dar olan yerleridir...
Oralarda fazla insana yer yoktur...
Yol arkadaşlığı bitmiştir.
Hedefe ulaşılmıştır...
Artık safraları atma zamanı gelmiştir...
Türk milletinin bekasını tehlikeye atacak kadar gözünü karartmışların bu vuruşması hiç şüphesiz milletimizin hayrına olacaktır...
Bu toz duman arasından hayırlı netice çıkması ancak Türk milliyetçileri bir an önce geçmişi ve geçmişin travmalarını geride bırakıp, iç barışlarını sağlayıp, gelişmelere göre vaziyet alıp, Türk milletinin yeniden umudu olması halinde mümkün olacaktır...
Bunun yolu gerçek mücadelenin tek cephe hattının olmadığının farkına varıp, sathı müdafaaya geçilmesidir. Bu satıh şehir şehir, köy köy, semt semt, mahalle mahalle, sokak sokak bütün vatan sathıdır.
ÜLKEMİZİN ÜZERİNDEKİ KARABULUTLARIN DAĞILMASI, KURULMUŞ OLAN ŞER CEPHELERİNİN YIKILMASI, TÜRK MİLLETİNİN BEKA MESELESİDİR...

Tespitim Geldi: Müteahhitlik Ekonomisi

Türkiye ekonomisi Ege Cansen'in de vurguladığı gibi müteahhitlik ekonomisidir...
Türkiye'de bir iktidarın iktidarda kalmasının olmazsa olmaz şartı, müteahhitlerin karnını doyurmasıdır...
Onun için onları besleyecek şekilde bolca inşaat üretmeniz gereklidir.
Ne kadar çok inşaat o kadar çok mutlu müteahhit demektir..
Mutlu müteahhit ise, parti harcamalarınızın öncelikle finansman kaynağının garanti altına alınmasıdır.
Dahası mahalli müteahhitler bulundukları yörenin kanaat önderidir, istihdam kapısıdır, yani oy deposudur...
Oylar da garanti demektir...
AKP'nin yaptığı bunca inşaat bu yüzdendir...
Milliyetçilik yaptığından değil...

Tespitim Geldi: Arkadaş, siyasi partiler araçtır, araç!

Partiler milliyetçilerin hedefleri için bir çeşit araçtır...
Aracın donanımları sizin istediğiniz yüksek performans için yeterli değilse, ya aracı bırakıp başka aracı kullanırsınız, ya da aracınızın donanımını modifiye (yenilersiniz) edersiniz.
Türk milliyetçilerinin bir çoğu için MHP araç olmaktan çıkmış, kutsallaşmış amaç haline gelmiş durumda ben buna kabile ruhunun teşekkülü diyorum...
Bizim zorluğumuz ümitsiz bir böceğin belki de hayatına mal olacak şekilde bir ışık kaynağının etrafında dönmesi gibi bir türlü vazgeçemiyoruz...
O yüzden de ne aracın donanımlarını yeniliyebiliyoruz, ne de başka bir araca binebiliyoruz...

Tespitim Geldi: İğrenç İstismar

İĞRENÇ İSTİSMAR; kısa bir süre önce Türk Bayrağını aşağılayan bir kadın gazeteciyi AKİL yaparak ödüllendirenler, Türk Bayrağına Yahudi dükkanında asılı besmele muamelesi yapıyorlar...
TÜRK'ÜN BAYRAĞINI TAŞIYANLARA ŞİDDETİN EN SERTİNİ UYGULAYACAKSIN, SONRA DÖNÜP SAHTE BAYRAK KAMPANYASI BAŞLATACAKSIN...
UYGUN YERİNİN KILLARINI DA ALIP DEFOLUP GİTMEN YAKINDIR...

Tespitim Geldi: Yalanlar

Solcu yalanlarla baş etmek mümkündür ama sağcı yalanlar tam bir baş belasıdır.
Kaynağını milletin mukaddesatından aldığını ima ederek zihinleri iğfal ederler.
Bu yüzden gerçeklerin ortaya çıkması zaman alır.
Hakikatler ortaya çıktığında ise onlar ceplerini doldurmuş, milleti soyup soğana çevirmiş olurlar...
O halde asıl ve öncelikli mücadele yapılması gereken sağcı yalanlardır.
Türk münevverinin asli görevi de bu yalanları deşifre etmek, hakikatlerin içinden ayıklamak olmalıdır.

Tespitim Geldi: Sinyali okumak lazım...

Gezi Parkı infialini sadece AKP ya da RTE karşıtlığı ile sınırlandırılması mümkün görünmemektedir.
BU PROTESTO VE DİRENİŞ,
Türk milletinin demokratik olarak olgunlaştığını,
bu iktidarın ve bundan sonra iktidar olacakların keyfi uygulama yapamayacaklarının,
çünkü Türk milletinin yapılan her türlü haksızlık ve zulme boyun eğmeyeceğinin sinyalini vermektedir.

SORUM GELDİ: KABİLE TAASUBU BU DEĞİLSE NEDİR?

Türk milleti MHP'ye oy verenlerden, ya da MHP'li olanlardan mı ibaret?
Ülkücüler dışında kalanlar Türk milletine ait değiller mi?
Türk milletinin mensupları sadece İslam dinine bu dinin Sünni bir mezhebine mi mensup olmak zorunda?
Biz TÜRK MİLLİYETÇİLERİ Türk milletinin bekasını isterken sadece MHP'li olan ve Sünni İslam'a mensup olanlarının mı bekasını istiyoruz?

Cevapların hepsi HAYIR ise, Alevi, Şii, Hristiyan hatta Yahudi Türkler denince niçin onları İMANA GETİRME gayretkeşliğine düşüyoruz... Benzer durum bu inançların her birinin mensupları içinde geçerlidir.
Ana akım Türkler Hanefi Mezhebine mensup olması TANRI İLE İLİŞKİLERİNİ bu mezhebe göre düzenledikleri anlamına gelir. Diğerleri de Tanrı ile ilişkilerini kendi meşreplerine göre düzenlemektedirler. Buna sadece saygı duymak gerekir. Çünkü doğrusunu yalnızca ALLAH bilir...
İŞTE BU TANRI İLE İLİŞKİLERİNİZİ DÜZENLEYEN FARKLI HATTA DİĞERİNDEN BİR DİN KADAR FARKLI OLAN İNANIŞLARIMIZIN NEFRET ÜRETMESİNİ ÖNLEMENİN VE BİRLİK SAĞLAMANIN YEGANE YOLU "LAİKLİK"TİR...
Bu şu demektir; "ben senin Tanrı ilişkilerine karışmıyor saygı duyuyorum, sende benim Tanrı ile ilişkime karışma saygı duy" diye özetlenebilecek erdemli bir yoldur...
Yani dini bireyin mahrem alanına bırakmak anlamına gelmektedir...
AMA BU DEMEK DEĞİLDİR Kİ DİN ZAVİYESİNDEN HİÇ BAKILMAYACAK...

İSLAM DİNİNE MENSUP TÜRKLER ÇAKMA EMEVİCİLİĞE DE DİN ADINA SAĞLAM FİKİRLERLE KARŞI DURMAK ZORUNDADIRLAR..
Dün bir grup insanın laikliği bir baskı aracı gibi kullanarak inanan mütedeyyin insanlara kastı aşan müdahalesi doğruydu. Ne de bugün aynı şeyi din adına yapanların yaptığı doğrudur...
Yani Türk milletini oluşturan her renk aynı derecede kıymetli demedikçe MEZHEPÇİLİK, BÖLGECİLİK, PARTİZANLIK yapmış oluruz..
BU DA BİRLİĞE DEĞİL AYRILIĞA ZEMİN HAZIRLAR...

TARİHE NOTLAR: KLASİK SAĞCI KAFA

Klasik sağcı kafa KOMPLO TEORİSİ ile düşünmeyi sever.
Komplo teorileri suçu kendinden başkasına yıkmanın yani kolaycılığın serbest atış alanı gibidir.
Komplo teorisi, bir başka şeyi daha sağlar, bir toplumsal dinamiğin kendi öz dinamiklerinden kaynaklanmış olması halinde toplumun geri kalanının gözünde saygın bir yere oturma ihtimalini bertaraf edilmesini.
Bu aslında sağcı kafanın kendi biatının kişiliğini yok eden yönünü kapamasının da bir aracıdır.
Ancak hiçbir dış güç ve istihbarat örgütü bir başka toplumun özünde var olmayan dinamiği harekete geçiremez.
Gezi Parkı infiali Türk milletinin kendiliğinden direnç gösterebileceğini göstermiştir.
DEMOKRASİ BÖYLE BİRŞEYDİR VE ŞAHSİYETLİ BİREYLERİN TAŞIYABİLECEĞİ BİR YÜKTÜR, İNSANI ÖZGÜRLEŞTİRİR.

TARİHE NOTLAR: KURTULUŞ YOLU BU MUDUR?

Dün bizim üniversitenin Rektörü bir iftar yemeği verdi.
Terahviden sonra konukevinde ramazanın başından beri dini konularda yapılan sohbete bende katıldım.
Diyanet İşleri Başkanlığından bir Başmüfettiş konuşmacı idi.
Bir kez daha sıtkım sıyrıldı...
1940'lı yıllarla ilgili bir kuran kursu baskınıyla başlayıp, dinin niçin devletin hakim ideolojisi olmasını gerektiğini öylesine uzun uzun, dualar, ayetler eşliğinde anlattı.
Hukuk, demokrasi, insan hakları, fikir ve düşünce özgürlüğü, kadın hakları gibi insanlığın ürettiği muazzam kavramların tamamını ret ediyordu.
Varsa yoksa kendi meşrebince, algısınca ya da mezhebince olan İSLAM'ı hakim olduğu bir devletle ancak kurtuluşun mümkün olabileceğini ifade ediyordu...
Bu bakış açısı ile bir milim ilerlemek mümkün değil...
Mısırdan Yavuz'un getirdiği Nakilciler canlı kanlı aramızda dolanıyorlar!!!
Bir diğer husus Diyanet İşleri Başkanlığının ıslahı şart düşüncesi beynime bir kanlı kıymık olup saplandı...

TARİHE NOTLAR: TRAVMA

11 Eylül 2013
12 Eylül 1980 hakkında kafalar çok karışık, herkesin hatıralarında yaşadıkları işkencelerin, dehşetin acısı, uğradıkları ihanetin hayal kırıklığı öylesine büyük ki, bu travma nesilden nesile aktarılıyor.
Bazen bu acıların tesiri ile hedefler de şaşırılıyor...
Türk ordusunun emir komuta silsilesi içinde yaşanılan o karanlık günlere son vermiştir.
Ben o karanlık günlerde yaşananlara iç ve dış güçlerin su taşıdıklarını düşünüyorum ama tarafların kendi iradelerini ve inanmışlıklarını asla yok saymıyorum.
Kimse kimseye inanmadığı bir şeyi yaptıramaz...
Türk ordusunun bugünkü mensuplarını, ya da türlü komplolarla cezaevine atılanları 12 Eylül suçlusu ilan eden paylaşımlar bir hedef şaşırtmacasından başka bir şey değildir...
Dün içinden bir grup komutan cunta kurdu diye ordumuza düşmanlık yapmak ancak düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürer...
Basit bir soru soracağım: Sizce 12 Eylül 1980 tarihinde Teğmen rütbesinde olanlar bugün hangi rütbededir?
Ya da bugün cezaevinde olanların en yüksek rütbelisi 12 Eylül 1980 tarihinde hangi rütbededir?
Bu tür bir suçlama başkasının suçunun hesabını başkasından sormak demek değil midir?
UNUTMAYALIM Kİ, CUNTALARA DUR DİYECEK OLAN TEK GÜÇ MİLLETİN KENDİSİDİR... VE BU MİLLET ANAYASAYA % 95 DESTEK VEREREK KENDİ BEKASI İÇİN MÜCADELE EDENLERE SIRTINI DÖNMÜŞTÜR...
Bugün yakın tarihimizde kalan bu karanlık günlerden sadece ve sadece ders çıkarmalı ve geleceğimizi dünün travmaları ya da düşmanlıkları üzerine bina etmekten vazgeçmeliyiz.
DİLERİM, TANRI TÜRK'E BİR DAHA O GÜNLERİ YAŞATMASIN...

TARİHE NOTLAR: LAİKLİK

Geçen sene Nahcivan Üniversitesinden Türkçü bir çok yayını olan çok değerli bir Prof. bir sempozyum vesilesi ile bizi ziyarete gelmişti.
Türkçü olmasının yanı sıra koyu bir Şii idi.
Konuşmalarından anladığım kadarı ile Türkçülüğünün merkezinde de Şiilik vardı.
Ona bunun yanlış olduğunu yani Şii merkezli ya da Sünni merkezli bir Türkçülüğün olamayacağını, bunun Türk milletini tarihte böldüğünü bugün içinde bölmekten başka bir şey ifade etmeyeceğini belirttikten sonra "Ben şahsen Türklüğe sevdalıyım. Her bir Türk'ün neye inandığı sadece kendisi ile Tanrı arasında kalmalıdır, Türklüğün bekası öncelikle dini taassuptan kaçınmaktan geçer.." dedim.
Yüzüme baka kaldı.
Sonra konuyu değiştirdi.
Ne düşündüğünü hala merak etmekteyim.
Kanaatimce LAİKLİĞİN Türklük için bir milli birlik projesi olduğunu görmemek ancak kör olmakla mümkün...

TARİHE NOTLAR: ŞEHİDİMİZ VAR

Farz edelim ki savaştayız ve cepheden haber gelmiş, 237 şehit, 124 yaralı..
Vatanın ve milletin bekası uğruna verilen bir bedel...
BU DURUMDA AĞIR DA OLSA BİR TESELLİ VAR, VATAN SAĞOLSUN DİYEN....
Ama yüreğimizde bir yerde bir soru ok olmuş saplanmış, kanıyor...

HANGİ SAVAŞTA, HANGİ CEPHEDE BU KADAR KURMAY SUBAY KAYBEDİLMİŞ Kİ, BİZ KAYBEDELİM!!

TARİHE NOTLAR: KULAĞA KÜPE OLASI

Kerameti kendinden menkul, üç kelimeyi bir araya getiremeyen, okuduğunu anlayamayan, anlayamadığını uyduran, uydurduğuna din deyip tapınan zavallılar, Atatürk diyor ki: "Gerçek İslamiyet'ten uzaklaşanlar, kendilerini düşmanlarının esareti altında bulurlar."

Tespitim Geldi: Iğdır'daki hayatımın 4. senesindeyim, 4 şeyden nefret ettim...

Iğdır'daki hayatımın 4. senesindeyim... 4 şeyden nefret ettim...
1. Akademik hayatın üzerindeki cemaat ilişkilerinin koyu gölgesinden
2. Caferi mezhebine mensup Azer Türklerinin Türk olmadıkları iddiasının Terekemeler, Kürtler ve dışarıdan gelmiş memurlar tarafından sıkça tekrarlanması ve beni ikna etme çabalarından
3.Yerli esnafın umursamaz ve fırsatçı tavrından, işini önemsememesinden,
4. Belediyenin asla çalışmamasından, çöplerin toplanmamasından, yolların ay yüzeyinden bile fazla çukurla dolu olmasından

22 Kasım 2013 Cuma

Tespitim Geldi:Iğdır'daki hayatımın 4. senesindeyim, 4 şeye hala alışamadım:

Iğdır'daki hayatımın 4. senesindeyim... 4 şeye hala alışamadım:
1. Havadaki yüksek toza, Ağrı dağı çevresinin volkanik tozlarından kaynaklı, alerjimi tetikledi...
2. Kış aylarındaki yoğun hava kirliliğine, kömür ve is kokusuna
3. Güneşin sabah çok erken doğmasına, akşamın çok erken çökmesine,
4. Artık Ankara'da yaşamadığım gerçeğine...

Tespitim Geldi:Iğdır'daki hayatımın 4. senesindeyim, 4 şeyi çok sevdim...

Iğdır'daki hayatımın 4. senesindeyim... 4 şeyi çok sevdim...
1. Öğretim üyeliğini, akademik hayatı...
2. Öğrencilerimin sevgisini ve ışıldayan gözlerini
3. Doğu insanının misafirperverliğini ve komşuluk ilişkilerini
4. Ağrı dağını ve Iğdır'ı çevreleyen dağların görkemini....

Tespitim Geldi: Türk Sevgisi

Türk'ü sadece ve sadece Türk olduğu için sevdiğimiz, onun inancına, fikrine, zikrine ideolojisine saygı göstermeyi öğrenip, Allah ile olan ilişkilerine karışmamayı başardığımız gün Türklük güneşi en güçlü ışığıyla yeryüzünü aydınlatacaktır...

Not: Burada kastettiğimiz şey "insan" değil, insana insan olarak değer vermek, zaten insan olmanın gereğidir. Konumuzun çerçevesi Türk milleti, Türk milletinin bekası, birliği... Biz burada millet dokusundaki sosyolojik ve kültürel bakımdan yapılan çok derin ayrışmalara vurgu yapıyoruz... Yani alevi olduğu için dışlamak, Şii olduğu için yok saymak, Hristiyan ya da Yahudi olduğu için ötekileştirmek gibi mevcut birlik ve beraberliği yok eden akıl tutulmalarına karşı Türk milleti bağlamında bir duruş sergiliyoruz. Mesela son dönemde sadece Şii oldukları için Irak Türkmenleri kaderine terk edildi... İran Türklerinin fars rejiminin baskısına karşı verdikleri mücadele görmezden gelindi... Atatürk'ün laiklik projesi bir Türk birliği projesiydi... Birbirinden ayrı düşmüş ve aralarında din yüzünden düşmanlık üretilmiş Türklerin bir arada yaşayabilmesi için üretilmiş bir formüldü... Eğer biz bunu aşabilir, birlik ve beraberliğimizi sağlayabilirsek, dünya milletleri arasında, insanlık aleminin mümtaz bir üyesi olarak var olabiliriz diyoruz...

Tespitim Geldi: Totemleri sevmiyorum

Galiba benim derdim totemleştirme ile...
Hiç kimseyi, hiçbir lideri veya yöneticiyi hiçbir ideolojiyi, hiçbir kurum veya kuruluşu, derneği, vakfı, cemaati, camiayı, tarikatı, mezhebi, kadını ya da erkeği kutsayamıyorum...
Aklımı devre dışı bırakıp, biat edemiyorum...
Yanlışına yanlış, doğrusuna doğru diyorum...
Yanlışlar fazlaysa karşısına, doğrular varsa yanına geçiyorum...
TEK DERDİM VAR; O DA... TÜRKLÜK...TÜRKLÜĞÜN BEKASI İSTEMEK...
Türk'ün bayrağı dalgalansın isterim sonsuza değin, başımın üstünde hürriyet içinde ve altında ben yaşamalıyım, milletim yaşamalı, Türkçe seslenmeliyim insanlığa...
DİN Mİ?
O TANRI İLE BENİM ARAMDA, HİÇ KİMSENİN TANRI İLE İLİŞKİME MÜDAHALESİNE MÜSAADE ETMEM, KİMSENİN DE DİNİ DEĞERLERİNE KARIŞMAM...
ALLAH İLE KULUN ARASINA GİRENLERDEN DEĞİLİM...
BEN TÜRK'E SEVDALIYIM, NEYE TAPTIĞINA DEĞİL!

TARİHE NOTLAR: Nedir böyle, kızlı erkekli evler?

Bugün oda arkadaşım, klasik muhafazakar bir görüşle dedi ki; "Başbakanın bu söylediğini destekliyorum... Üniversiteye okumaya geliyor, sonra kanıyor bir yakışıklı herife, aynı evde de kalıyorlar, her haltı da yiyorlar.... Buna engel olmak lazım, toplumsal yapımızı bozuyorlar... Ortam böyle olunca yeni gelenlerde bunun normal bir şey olduğunu sanıp, aynı şeyi yapıyorlar..." dedi.
Ben içimdeki muhalif ruhun dayanılmaz baskısı ile söze atladım: "Ya kanmıyorlarsa, kendi arzularıyla, gönül rızası ile bunu yapıyorlarsa, o zaman ne olacak?" dedim. Kızdı, "olmaz öyle şey" dedi.
Bende "Yahu, beden onun bedeni, akıl onun aklı, irade onun iradesi, sana, bana ne oluyor, hele devlete ne oluyor?" dedim. Sustu...
Devam ettim; "Üniversiteye 18 yaş civarında gelinmiyor mu? Bu yaş nedir? Reşit olma yaşı değil midir? Hukuken anne babanın söz hakkının bittiği yerde, ham yobaz, kaba softanın, devletin ya da başbakanın müdahale hakkı nereden doğuyor? Bu doğrudan kişilik haklarına müdahaledir. 18 yaşını geçmiş, aklı baliğ biri kiminle yatacağı, kiminle kalkacağı, ne yiyeceği, ne içeceği ile ilgili kararları kendi hür iradesi ile verebilir... Verdiği kararların niteliği de niceliği de kendini bağlar... Suç işlemedikten sonra, ki zinayı bu hükümet suç olmaktan çıkardı... fuhuş yapmadıktan sonra bireyin kendisinden başkalarına halt yemek düşer... Ayrıca Allah'ın insana kendi Allahlığından (Külli iradesinden) verdiği en büyük hediyedir, birey olmak... Yani hür irade (Cüzi irade) sahibi olmak... Böylece insan kendi kararlarını kendi verme, verdiği kararların da mesuliyetini taşıyabilme gücüyle donatılmıştır..." dedim...
Abuk bir sessizlik oldu, sonra "haklısın abi, ama benim eve gitmem lazım" dedi ve sahneden çekildi...