17 Aralık 2017 Pazar

Sorun PKK'ya Karşı Olmak Mıdır Yoksa Milliyetçi Olmak Mıdır?


Türk solunun cevaplaması gereken en önemli soru budur.

Çünkü her ne kadar sol, kendisini, Enver Aysever’in İlber Ortalı’ya verdiği o dahiyaneSolcu’nun Türk’ü mürkü olmaz!” sözleriyle tanımlasa da  tarihsel sorumluluk açısından  solun ulusal aidiyeti Türk kimliğinedir.

Peki Türk solu bu aidiyeti benimsiyor mu? CHP’nin kitlesel siyasetinin geldiği noktada, CHP örneği ile bir genelleme yapacak olursak solun Türk kimliğini benimsediğini söylemek zor.

CHP, Stalinist genetiğinden gelen enternasyonalizmiyle ki bu genler Ecevit’in bütün Marksizm dışı sol hayallerine rağmen, sol pratiğin  nihai sovyetik mirasıyla CHP’ye geçmiştir, Türkiye’de Türk adının hümanist bir ihmalinden, açık reddine kadar her derecede Türk dışı kalmayı benimsemiş bir örgüttür.

CHP örneğinde “Türk” ancak “Atatürk” ismi anıldıkça, kaçınılmaz olarak anılan, bunun dışında ayrıca telaffuz edilmemesi gereken bir etnik kabile adı olarak kabul ediliyor. Nitekim en sıkı Atatürkçülerin bile Türk üstünlüğünü ifade eden Atatürk vecizelerini  artık  dile getirmemesi bunun sanırım en açık kanıtı.

Türk kimliğinin, dünyanın en eski iki ulusundan birine ait olduğunu, bu ulusun, örgütlenmede, adalette, insanlıkta dünyanın en yüce ulusu olduğunu kabul etmemek, CHP örneğindeki sol kitlenin tipik kabulü.

Türk Ulusu’na  kendi çocuklarından biri olarak değil de diğer herhangi bir yabancı ulusun gözüyle bakmak, Türk adının aslında övünülecek hiçbir değer barındırmayan sıradan bir siyasal manevra ürünü olduğunu düşünmek de aslında genel anlamda sol ulusalcılığın Leninist enternasyonalizminin bir ürünü. Ve ne yazık ki bu kesime, Lenin’in özünde bir Rus milliyetçisi olduğunu,  Rus hükümet darbesindan başka bir şey olman  sözde enternasyonal Rus devriminin,  özünde Rus hegemonyasının bir başka şekli olduğunu kabul ettirebilmemiz mümkün değil.

Peki bunlar ülkemizi hâlâ kana bulayan etnik Kürtçü terör güncelinde, solun tavrını nasıl etkiliyor? Şurasını artık neredeyse kesin olarak görüyoruz ki gençliklerini  herhangi bir solcu örgütlenme içinde geçirip de yolu PKKlı vatan hainleriyle kesişmemiz tek solcu bile yok.

O insanların bir kısmı Kürtçülüğü, solculuğun gereği olarak görüp Türk düşmanlığını benimsemiş. Çoğunluk olduğunu düşünmek istediğim bir bölümün ise “PKK pratiğine” solcu argümanlala karşı çıktığını görüyoruz.

İşte zaten sorun burada düğümleniyor. Çünkü PKK’ya solcu argümanlarla karşı çıkanlar Kürtçülüğü, Kürt bölücülüğünü, bir ulusu ve  bir vatanı parçalamak, Türk düşmanlığı vs olarak görmüyorlar. Solun içinden PKK eylemlerine karşı çıkanlar aslında bunun solculukla bağdaşmadığını düşünüyorlar. Yani kısaca düşüncelerinin merkezine Türk’ü koymuyorlar, ataları sandıkları Türk düşmanı Lenin’in, Stalin’in, Mao’nun sözde evrensel siyaset tarzını koyuyorlar.

Şu noktada bir konuya değinmeliyiz ki ne  Marksizm evrenseldir ne de  onun Leninist, Stalinist veya Maoist uygulamalarından herhangi  biri evrenseldir.

Çünkü Marksizm bütün evrenselcilik iddiasına rağmen insan eyleminin doğasını anlamaktan uzak fantastik bir sözde iktisat romanından başka bir şey değildir. Marx ekonominin doğasını zerrece anlayamamıştır. Bunu bugün ekonomik analizde, iktisatta Marksizmin  tarihsel bir hurafe olarak okutulması dışında  hiçbir yerinin olmamasından görüyoruz.

İşte böylesi bir hurafe yığınıyla PKK ihanetine karşı çıkmak aslında zımnen  PKK’nın tam anlamıyla Stalinist  bir tarz benimsemesi halinde desteklenebileceğini söylemektir. Nitekim PKK’ya , Kürt etnik terörüne karşı olan solcular sık sık PKK’nın emperyalizmin uşağı olduğunu söylemektedir. Cevaplanması gereken soru şudur:

Türk egemenliğine  karşı  “emperyalizmce desteklenmemiş” bir  isyan olarak kendisini ortaya koysaydı, Kürtçü terörün desteklenmesi gerekir miydi?

Sanırım bugün kendisini ulusalcı olarak tanımlayan sol dahi, solun emperyalist olarak görmediği güçlerce desteklenen ya da tamamen bağımsız yürütülen olası bir Kürt silahlanmasını meşru görebilirdi. Nitekim bugün en ulusalcı solcular dahi alçak sesle “Aslında bizim Kürtlerin yurduna girmiş işgalciler olduğumuzu” fısıldamaktan kendilerini alamıyor.

Dolayısıyla ülkemizde elinde Türk bayrağı taşıyan ulusalcı solun dahi  bir en kötü durum senaryosu olarak  olası bir iç savaş durumunda, gerçekte kimin yanında yer alacağını kestirmemiz mümkün görünmüyor.

Çünkü ulusalcı sol  dahi ülkenin tek ve meşru egemeninin tartışılmaz biçimde Türk  Ulusu olduğunu söylemekte  tereddüt ediyor. Hal böyle olunca da PKK’ya karşı olmak sadece Marksist bir yöntemsel  sorun olmak haline geliyor.

Türkiye’de sol Kürt etnik terörünü, Türk ulusal egemenliğine ve Türk kimliğine düşman olarak nitelemiyor. Bunu “soldan sapma” olarak kabul ediyor.

Sol,  özünde Türk merkezli bir düşünce değil. Merkezine  Türk’ü almadığı için de Türk’ün ülkesini Türk dışı enternasyonalist bir hümanizm  ile yöneterek Kürt etnik ırkçılığının giderilebileceği hayaline kaplıyor. Oysa ne şeriatçı Kürtçüler ne de  sosyalist Kürtçüler, silahlı veya silahsız ayrılıkçılık  eylemini bitirmekten yana.

Türk solunun “ulusalcı” kesimlerinin dahi  “Türk’üz demezsek Kürtleri yatıştırabiliriz..” şeklinde özetlenebilecek  bir mantığı benimsediğini maalesef görüyoruz.

Ya da “ Canım Türk olmasak bile Atatürk’ü benimsemiyor muyuz? Bu topraklarla “hep beraber” yaşayalım” vs. söylemlerinde bu topraklardaki beraberliği yürüten, barışı ve adaleti sağlayan ulusun hangi ulus olduğunu açıkça söyleyemiyorsanız; PKK ihanetine  aslında sadece usulen karşı çıkmış oluyorsunuz ki o usul de Stalinist  bakışın usulü oluyor.

Türkiye’nin kesin ve bölünmez bir Türk ülkesi olduğunu, bu ülkede egemenliğin Türk Ulusu dışında bir sahibinin olmadığını, bu iki konunun gerekirse  bütün iç ve dış düşmanlara karşı ulusal bir direnişle kanımızın son damlasına kadar savunulacağını söyleyemeden PKK’ya karşı olmak hiçbir anlam ifade etmez.

“Bende bir fevkaladelik aramayınız, tek fevkalâdeliğim Türk olarak doğmuş olmamdır!” sözündeki Türkçü ruhun, ırkçılık veya faşizm olduğunu düşünmeye eğilim gösterenlerin, Türk ülkesini korumak için gerçek bir sebeplerinin olmadığını anladığımızda, umarım ülkemizin bir kısmı Kürdistan diye bölünmüş olmaz.

Sözlerimizi büyük atamızın bir sözüyle bitirelim.

Yüksek Türk, senin için yüksekliğim hududu yoktur!”
Mustafa Kemal Atatürk


Sol Empati İle Türk Egemenliği Savunulabilir Mi?


Ülke gerçekleri, ulusal egemenlik, diplomasi konularında, “görecelikten” bahsedemeyiz. Ulusal egemenlik, buna ortak olmak isteyen veya bunu reddeden hiç bir yabancıya empatiyi gerektirmez ve buna izin de vermez. Ülkemizde etnik bir topluluk olarak Kürtlerin varlığı da bu topluluk Türk Ulusu'nun bir parçası olmayı istedikçe anlamlıdır.

Kürtler hem “yabancı bir topluluk” hem de ülkenin “meşru egemeni” olamazlar. Türkiye Cumhuriyeti,  tartışmasız Türk egemenliğine ve uluslaşmasına dayalı olarak kurulmuş bir devlet olduğu içindir ki Türkiye’de Türk dışında  bir “ulusun” varlığı kabul edilemez.

İfade hürriyeti kısıtlamalarının kaldırılması dışında hiçbir etnik topluluğa uluslaşma dışında kalarak “egemen bir kimlik olarak kendisini ortaya koymak” hakkı tanınamaz.

“Haklar” konseptinin “egemenlik iddialarına” kadar esnetilmesi, istismar edilmesi düşünülemez. Çünkü vatandaşların temel hakları ancak vatandaş olmağa devam ettikleri müddetçe savunulabilir. Hiç kimse vatandaşı olmayı kabul etmediği bir ülkeden temel haklarının korunmasını talep edemez. Bu açıdan Türk olmayı reddeden insanlar devletin kuruluş esaslarını reddederek zımnen vatandaşlık reddi beyanında bulundukları için bu ülkede barınmak, mülkiyet, ifade hürriyeti haklarının korunmasından da  zımnen vazgeçmiş sayılmalıdır. Bu insanların yurtta barındırılmaması, barındırılsalar bile yaşamak hakkı dışındaki haklarının kısıtlanması diğer vatandaşların korunması açısından elzemdir. Hiçkimse Türk hukuk birliğini, yargının Türk Milleti adına hükmetmesini reddederek bu ülkede herhangi bir mülkiyet edinememeli ve ifade hürriyetinden de diğer vatandaşlar gibi yararlandırılmamalıdır.

Sol ve liberaller enternasyonalizmde buluşarak  ortak  bir düşman olarak benimsedikleri Türk kimliğine  karşı PKK’ya açıktan veya dolaylı olarak destek olmuşlardır.

Sorun herhangi bir etnik kimliğin bireylerinin doğal  iyiliği veya kötülüğü değildir. 

Sorun,  herhangi bir etnik kimliğin Türk kimliğine karşı toptan savaş haline olduğunu söyleyen etnik ırkçılara, bu etnik topluluklarca karşı konulmaması ve etnik kimliklerin terör ve ihanetle özdeşleştirilmesine karşı solun ve liberallerin dolaylı ve doğrudan destekleridir. Solun, soldan liberalizme dönmüş okumuşların,  dincilerin, liberallerin ve Kürtçülerin, Türk ülkesinin egemenliğinin savunulması mücadelesini yıllardır “kirli savaş” diye nitelemesi, solun kahir ekseriyetinin, olası bir iç savaşta Türk düşmanı olarak karşımıza çıkacağı düşüncesini güçlendirmektedir.

Oysa sol empatik yaklaşım iki yönüyle Türk egemenliğinin savunulmasına karşı çıkmaktadır:
Bunlardan birincisi, bölücü, ırkçı bebek katillerinin Leninist/Stalinist ideolojik kardeş olarak görülerek yaptıklarının rasyonelleştirilmesi ve aklanmasıdır. Durmaksızın telaffuz edilen  "amalar", Kürtçü etnik kindarlığın “haklı bir yönünün olabileceği” propagandasıyla ülkemizin bütünlüğünün aslında gayrı meşru olduğu inancını bize telkin etmektedir.

İkincisi de solun,  empatisini, enternasyonalizmle özdeşleştirerek “Türk Kürt fark etmez…” saçmalığıyla Türk ülkesinde Türk egemenliğinin, aslında ırkçı ve uyduruk bir insanlık düşmanlığı olduğu kanaatini kamuoyunda oluşturmak çabasıdır.

Bunları neye dayandırıyoruz?

 Bunu, bugün en “ulusalcı” geçinen solcuların  bile iş, bebek katili  bir terörist başının açık talimatıyla kurulan sözde sol çatı partisi HDP’ye geldiğinde, onun PKK ile aynı safta bulunmasına;“ Sosyalizmin  şiddeti bir siyaseti biçimi olarak benimsemesi”  düşüncesine, enternasyonalizme ve Stalinist “ulusal sorun” doktrinine dayanarak suskun kalması gerçeğine dayandırıyoruz.

Dolayısıyla şunu artık açık şekilde görmeliyiz.:

Elbette solcu dostlarımız olacaktır. Solcu dostlarımızın çoğu muhtemelen Türk egemenliğini savunan insanlardır. Sorun, onların bireysel vatanseverliklerinin solun genel  enternasyonalist ve Türk düşmanı karakterini değiştirmemesi ve  günlük reel siyasette de sol kitlesel örgütlerin açık Kürtçü sempatilerinin ve Türk düşmanlıklarının sürdürülmesidir.

“Sol kuram” özünde enternasyonalist ve “Türk dışı” bir şeydir. Onun özünden Türk için bir şey süzmemiz veya gerçekleştirebilmemiz mümkün değildir. Dünyayı sınıf  esasına göre kabileleştiren bir ideolojinin, uluslaşmayı açıklayabilmesini bekleyemeyiz. Uluslaşmayı ilgi alanı saymayan bir ideolojinin de Türk ulusal  egemenliğini bir “değer” olarak benimsemesi beklenemez.

Bu açılardan solun empatisi, bireylerin vatanseverliklerini dahi anlamsız kılarak ülkenin sosyalist bir etnik kabileler koalisyonu haline gelmesi tehlikesini ortadan kaldıramaz. Bu noktada, solcularla liberaller arasında hiçbir fark yoktur. Her  ikisi de Türk adının açıkça bu ülkeden silinmesi dışında bir amaç gütmemektedir ve  Anayasa’dan Türk adının silinmesinde  liberaller, sosyalistler, şeriatçılar ve Kürtçüler sıkı bir uzlaşma sergilemektedir.

Bir kez daha bireysel karşı çıkışların solun gerek kuramı gerekse kitlesel reel politiği açısından anlamsız ve etkisiz olduğunu ve solun karakterisitiğini değiştiremediğini  göz önüne almalıyız. Sol olası bir iç düşman olarak rezerve edilmeli ve onunla ilişkiler, bu ihtiyat payı ile yürütülmelidir.

1 Aralık 2017 Cuma

Bitcoin ve Sanal Dünya Korkusu


bitcoin ile ilgili görsel sonucuBitcoin hakkında spekülasyonların neredeyse tamamı kötümser. Bu sprekülasyonlar genellikle para bürokrasisinin endişelerini ifade ediyor.

Peki ama Bitcoin hangi ihtiyaçtan doğdu?

Benim tahminim, Bretton Woods’dan sonra dünyanın rezerv parası haline gelen Amerikan Dolarının diğer tüm hükümet paraları gibi devalüe edilebilmesi riski en nihayetinde “gerçek para” işlevi görerek bir başka değişim aracı gereksinimini doğurdu.
Sanal dünyanın aslında gerçek olmadığına dair duyulan korku, paranın da aslında sanal bir değişim aracı olduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Hükümet paraları sadece  hükümetlerce basılabildikleri için insanlarda doğrudan bir güven uyandırıyorlar. Bunun yanı sıra  onlara dokunulabilmesi ilkel insanın güven ihtiyacını karşılıyor.

Oysa sanal dünya dediğimiz yeni imge ve gösterge dünyası hayatımızı bir üst seviyeye taşıyor ve modern insanın soyutlama imkânlarını genişletiyor.

Bitcoin’den duyulan korku aslında insanın soyutlama yeteneğinden duyulan korku gibime geliyor.

Dünyanın en büyük üreticisi ABD’nin   eski başkanlarından birinin  “imza” sorumluluğunu sanal ortama taşıdığı bir ortamda Bitcoin’den ürkmek mantıksız.


Saklama Rehberi

                                          
Besinlerin kullanım ömrünü nasıl uzatabileceğinizi biliyor musunuz? Peki ya onları ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi? Eğer siz de benim gibiyseniz, birkaç temel gıda dışındaki hiçbir besin için net bir fikriniz olmadığına eminim. En basitinden, sizce elma ne kadar bir süre saklanabilir? Lezzetini, sertliğini ve tazeliğini yitirmemesi için ne yapmak gerekir? Oturup her besin maddesi için internette araştırma yapmanıza gerek yok: http://saklamarehberi.com, tüm bu bilgilere tek bir kaynaktan ulaşmanızı sağlıyor.

Türkiye’nin ilk ve en büyük derin dondurucu üreticisi olan Uğur Soğutma tarafından hazırlanan (ve tamamen ücretsiz şekilde kullanılabilen) sitede; hamur işleri, süt ürünleri, meyveler, sebzeler ve et ürünleri ile ilgili merak ettiğiniz her bilgi yer alıyor. İlk olarak, tüm bu besinlerin ideal kullanım sürelerinin ne olduğunu, daha sonra da bu kullanım süresini nasıl uzatabileceğinizi öğreniyorsunuz. Tahmin edebileceğiniz gibi, derin dondurucu kullanmak tüm gıda maddelerin daha uzun süre dayanmasını sağlıyor. Ancak, örneğin karidesi derin dondurucuda saklayabilir misiniz? Peki ya yazın aldığınız, lezzetli ve sulu bir karpuzu derin dondurucuya koyup, kışın yiyebilir misiniz? Tüm bu soruların ve çok daha fazlasının cevaplarını Saklama Rehberi web sitesinde kolayca bulabiliyorsunuz. Hepsi bu kadar değil: Sitenin “Alternatif Bilgiler” bölümünde, evde kolayca hazırlayabileceğiniz birbirinden lezzetli tarifler yer alıyor. Evde nasıl mocha yapabileceğimi, meyvelerin kararmasını nasıl önleyebileceğimi, hatta unsuz kekin nasıl yapılacağını bile öğrendim. Laf aramızda, kot pantolonların derin dondurucuda temizlenebileceğinin de haberdar oldum! (Kotu fırçaladıktan sonra bir poşete koyup derin dondurucuda 1 gün boyunca bekletiyorsunuz.  Şaşırtıcı, değil mi?)

Türkiye’nin ilk gıda saklama rehberi olan http://saklamarehberi.com, beni şaşırtacak ölçüde bir içeriğe sahip ve her birini okumaktan büyük keyif aldım. Eğer sizin de bir derin dondurucunuz varsa, bu siteyi muhakkak ziyaret etmelisiniz. Derin dondurucunuz yoksa bile gıdaları nasıl daha sağlıklı tüketebileceğinizi, ne kadar uzun bir süre boyunca saklayabileceğinizi ve basit, pratik, lezzetli tarifler ile ipuçlarını Saklama Rehberi web sitesinden öğrenebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.