10 Mayıs 2015 Pazar

Sınırsız Demokrasi Ve Şeriat



Sabah  bulaşıkları yıkarken aklıma geldi. İhmal edilen bulaşıklar bir anda birikip  yorucu bir yığın haline geliyor ne de olsa.

Şeriatın tarifi hakkında memleketimizde pek sert tartışmalar yapılır. “Sağ” diyebileceğimiz kesim için şeriat, tartışılması bile düşünülemeyecek kadar kutsal bir “emirler” bütünüdür. Öyle ya  bizi yaratan, tabiatımıza en uygun hayat tarzını bize emretmişe; hangi felsefe veya hukuk  bu emirlerin üzerinde olabilir ki?
“Şeriat” konusunda düşünmek için Yahudiliği göz önüne almalıyız belki de?

Musevi dininin kutsal kitabı Tevrat/ Eski Ahittir ve o da pek incedir. Peki ama Yahudilik denen hayat tarzının akıl almaz ayrıntıları bu incecik kitabın neresinde yazılıdır? Tamamı İsrailoğullarına dair bir hikâyeler kitabı gibi görünen bu kitabın içinde meselâ “Koşer” ve bunun uygulanmasına dair herhangi bir  şey var mıdır?
Elbette işin sadece kutsal kitaplardan ibaret olduğunu sandığımızda Yahudi yaşayışıyla kitap arasındaki kopukluk bizi hayrete düşürüyor.

Oysa Yahudiliğin, Musevilikten ibaret olmadığını   Talmut kültürüne baktığımızda anlayabiliyoruz. Talmut kültürü nedir? Talmut, Yahudi olanların hayat tarzını en ince ayrıntısına kadar “ Torah’a dayalı tefsirlerle”  biçimlendirmeye çalışan dinî çabadır.
Mesele şu ki hiçbir “din”, bir yaşayış tarzını, ayrıntılı biçimde tanımlayacak biçimde “inmemiştir”.  Dinler , mensuplarının dünyaya bakışlarını, sıradan menfaatlerin üstünde bir   şeye göre düzenlemesini hatırlatan “objektif ahlâk kuraları” va’z etmeye çalışan inanç temelleri olarak inmiştir.

Ama mesele asıl bu kadarla kalmamış ne yazık ki.
Bir şekilde yöneticiler bu “objektif” emirlere ortak olmak istiyorlar. Böylece ortaya “anlaşılmaz dini anlaşılır hale getirmeye çalışan” ulema ve ruhban sınıfları ortaya çıkıyor. “İslam’da ruhban yoktur!” sözü ancak peygamber zamanı için doğrudur. O öldükten sonra ise halifelikle başlayıp şeyhlere kadar uzanan tam bir ruhban sınıfı ortaya çıkmıştır.

“Din” bu açıdan,” İlâhi olduğuna inanılan  temel  ahlâkî ilkelerin kutsallığına dayandığını söyleyen, bilişsel ve idari bir otoriter  egemenlik  kurumudur.” Bu açıdan dinin, ilâhî kaynağın objektif ve kapsayıcı genel düşünüş biçimiyle bir ilgisi yoktur.
Dinin hayatın her anını kapsadığı   safsatası, “ Allah adına tartışılmaz bir otoriteyi kullanan ulema ve yönetici sınıflarının, sıradan yani yetkisiz  Müslüman’ın  hayatının her anını emirler altında  biçimlendirebilmesi” demektir.

Bugün, şeriatçılığın yasayla yasaklanmadığı ülkemizde, dinci iktidarın, on üç yılda 2000’in üstünde yasa yapması da aslında dinin hayata egemen olmasından ibaret. Demokrasinin hangi şartlar ve sınırlamalar altında meşru ve yararlı olacağına  dair bir endişe duymazsanız, “oy paketleri” olan   toplulukların/cemaatlerin   duygularının istismar edilmesini engelleyemeyeceğiniz gibi çarpık bir yasama faaliyetinin yaratacağı sınırsız yıkımı da  durduramazsınız.
Türkiye’de olan budur. Bugün dinci iktidar belki mota mot bir şeriat rejimi kurmamıştır ama  devleti  tam anlamıyla dine göre biçimlendirmiştir. Şu anda tek eksik olan şey,  şeriat isimli  Allah adına yürütülen şirk  diktatörlüğünün  el, kol, kelle kesmek, recm, miras oranları gibi “şekil emirlerinin” hayata geçirilememiş olmasıdır.

Yani aslında  sağın istediği “din”, şu anda tam olarak hayatımızdadır. İran olup olmayacağımızı sormak artık saçmalıktır.




Hiç yorum yok: