19 Aralık 2013 Perşembe

Mikrodan Makroya Ekonomi Ve Yolsuzluk

İktisatla ilgili sosyal bilimlerde,  daha en başta  ekonomi, “mikro” ve “makro” olarak iki ayrı türde anlatılıyor.

Öğrenci bunların birbirlerinden ayrı ayrı düşünülmesi gereken kavramlar olduğunu ezberliyor. Hele iş, gösterişli terimler ve çıldırtıcı istatistik formüllere bulanınca  iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Son yolsuzluk  iddiaları, ülkemizdeki ekonomi algısının yanlışlığını ispatladı. “Tüyü bitmedik yetimin hakkını yemek”  kavramını yeniden bize hatırlattı. Bir yetimin hakkıyla milyon dolarlar arasındaki ilişkiyi görebilen  toplumsal akıl bütün  o gösterişli ekonomi öğrenimini ve kuramlarını yanlışladı, çökertti.

Peki bunu nasıl yaptı?

İlk olarak insan davranışlarının kaçınılmaz sonuçları olduğunu anladık. Yani birinin cebinden parasını alırsak; parasını  aldığımız kişinin -biz bu işi onun rızasıyla da yapsak- daha fakir düşeceği, ortaya çıktı.  Çünkü yolsuzluklara konu olan “ihale” paralarının  “kaynağı” , vergi mükelleflerinin  cebinden “meşru” olarak alınan paralar. Deme ki ekonomi “beli modellere göre kendiliğinden hareket eden bir otomat” değilmiş, insan iradeleriyle meydana getiriliyormuş.

İkincisi  “Tüyü bitmedik yetimin hakkı” genellemesiyle, ülkedeki milyonlarca  dar gelirli vergi mükellefini işaret etti. Büyük nehirlerin, cılız derelerin birleşmelerinden meydana geldiği, ayakkabı kutularından çıkan dolarlarla ortaya çıktı. Elindeki  üç beş kuruşu üç beş dolarla sağlama almak isteyen vatandaşın cılız “ mikro ekonomik tasarruf deresinin”, nasıl “ makroekonomik bir nehre” dönüştüğü, uygulamalı olarak görüldü. Hele bu yolsuzluklarda “Türkiye bütçesi” kadar bir paranın  el değiştirdiğinin açıklanması, sanırım  yoksulluğun kaynağını daha iyi görmemizi sağladı.

Son operasyonlarla yolsuzluğun anatomisi ortaya serildi.

Görüldü ki yolsuzluk için önce “paylaşılmak istenen”  büyük miktarda para ve bu parayı kontrol edecek büyük bir güç gerekiyor.  Bu iki unsuru da bünyesinde taşıyan tek bir kişilik var, o da devlet.

Devlet, şirketler gibi “gelir” elde etmek için müşteri rızasına bağımlı olmadığından; hemen hemen  hiç kurumayan bir para nehrine sahiptir. Çünkü en nihayetinde, ne kadara fakir olurlarsa olsunlar, bütün  vatandaşları  zorla  kendisine borçlandırır.  Devletin gücünün hukukla sınırlandırılması, işte asıl bu keyfî borçlandırmanın önüne geçebilmek için gereklidir.

Devletin, elindeki sınırsız  görünen para  nehrini istenen yere akıtmak imkânı, insanların iki şekilde ilgisini çekiyor.

Birincisi herkesin bildiği şekliyle devlet ihaleleri kanalıyla… Cumhuriyet tarihinin en popüler soygunları bu şekilde yapılmış.

Önde düzenlemeler, arkada yolsuzluk
İkincisi de  para politikalarındaki “düzenlemelerle”  büyük para rezervlerinin değeri ile oynamak yoluyla ki buna en güzel örnek de sanırım 2001 devalüasyonunda Merkez Bankası başkanının  servetinin bir gecede ikiye katlanması oldu. Kaldı ki bu göze görünen bir örnekti. “Sıcak para” denen spekülatif sermayenin bu tip “düzenlemelerle” elde  ettiği  “havadan kazancın” miktarı asla açıklanmadı. Acizane kanaatimiz “ düzenlemelere” dayanan  değişimlerden   “sıfır maliyetli”   para kazananların bu kazançları yanında, ihalelerden elde edilen haksız kazançların devede kulak kaldığıdır.

Çünkü her ne kadar devlet hazinesi sınırsız gibi görünse de  keyfîliğin  gizlenemediği belli denetleme sınırları vardır.

Oysa  ülke ekonomisini, bir  demeçle  temelinden sarsacak insanları,  sizin istediğiniz değişiklikleri sağlayacak şekilde etkilemek çok daha büyük bir  menfaattir. Bu,  size normal reklâm etkinlikleriyle elde edemeyeceğiniz bir müşteri kitlesini/rızasını devlet zoruyla elde edebilmek imkânını verir.  Devletin, hükümetler eliyle kullanılan gücü, müşterileri çeşitli düzenlemeler yoluyla belli bir malı, diğerlerine tercih etmeye  mecbur edebilir. Türkiye’deki özelleştirme garabeti bunun en güzel örneğidir. Yıllardır meselâ neden Türk Telekom dışında bir başka  telekomünikasyon şirketinin piyasaya giremediği konusu nedense anlı şanlı terimlerle konuşan ekonomistlerimizi hiç ilgilendirmemiştir.

Bunun yanı sıra devletin sıradan bir işiymiş gibi kabul edilen fiyat düzenlemeleri  de– ki buna faizler hakkında  verilen  demeçler de dahildir- sıradan insanların tasarruf yönlerini kesinlikle değiştirir.  Konut kredilerinin faizlerinin vatandaşı lehine düşürüleceği beyanı -ki buna benzer beyanlar Amerika’daki mortgage krizinin asıl sebebidir- vatandaşın talebinin konuta yönelmesine kesinlikle sebep olur. Bu da konut sektörünün bütün ilgili sektörlerinde, kendiliğinden, normalde karşılaşılamayacak bir talep patlamasının doğmasına yol açar.  Bu durumda bir hükümet yetkilisine, ülkedeki talepleri belli bir sektöre yönlendirecek şekilde beyanda bulunması için rüşvet vermek ,  talep patlamasıyla  zenginleşecek insanlar için “mantıklı bir yatırım” değil midir? Amerika’nın  görünen o ki en büyük sıkıntısı , lobilerin sürekli yasama organları üzerinde kendi çıkarları için yolsuzluk işleriyle uğraşması. Bu Amerika’da ciddi bir “kayıtsız sektör”…
 

Umalım  da  son yolsuzluk operasyonları, sıradan vatandaşa, oyunu birkaç kilo makarna ve birkaç ton kömüre  satmanın  maliyeti hakkında bir fikir versin. Umalım ki makarna alırken menfaatini gözettiğini sanan vatandaş, bunu yaparken  aslında soyulduğunu da hesaplayabilsin. Sıradan vatandaş belki kendi ekonomik etkisinin cılız deresini görmekten öte bir  feraset geliştiremiyordu şimdiye kadar ama gene umalım da büyük nehirlerin, küçük derelerin birleşmesiyle meydana geldiğini artık idrak edebilsin ve yolsuzluğa alet olmaktan kaçınsın.