İktisatla ilgili sosyal
bilimlerde, daha en başta ekonomi, “mikro” ve “makro” olarak iki ayrı
türde anlatılıyor.
Öğrenci bunların birbirlerinden
ayrı ayrı düşünülmesi gereken kavramlar olduğunu ezberliyor. Hele iş,
gösterişli terimler ve çıldırtıcı istatistik formüllere bulanınca iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Son yolsuzluk iddiaları, ülkemizdeki ekonomi algısının
yanlışlığını ispatladı. “Tüyü bitmedik yetimin hakkını yemek” kavramını yeniden bize hatırlattı. Bir
yetimin hakkıyla milyon dolarlar arasındaki ilişkiyi görebilen toplumsal akıl bütün o gösterişli ekonomi öğrenimini ve
kuramlarını yanlışladı, çökertti.
Peki bunu nasıl yaptı?
İlk olarak insan davranışlarının
kaçınılmaz sonuçları olduğunu anladık. Yani birinin cebinden parasını alırsak;
parasını aldığımız kişinin -biz bu işi
onun rızasıyla da yapsak- daha fakir düşeceği, ortaya çıktı. Çünkü yolsuzluklara konu olan “ihale”
paralarının “kaynağı” , vergi
mükelleflerinin cebinden “meşru” olarak
alınan paralar. Deme ki ekonomi “beli modellere göre kendiliğinden hareket eden
bir otomat” değilmiş, insan iradeleriyle meydana getiriliyormuş.
İkincisi “Tüyü bitmedik yetimin hakkı” genellemesiyle,
ülkedeki milyonlarca dar gelirli vergi
mükellefini işaret etti. Büyük nehirlerin, cılız derelerin birleşmelerinden
meydana geldiği, ayakkabı kutularından çıkan dolarlarla ortaya çıktı.
Elindeki üç beş kuruşu üç beş dolarla
sağlama almak isteyen vatandaşın cılız “ mikro ekonomik tasarruf deresinin”,
nasıl “ makroekonomik bir nehre” dönüştüğü, uygulamalı olarak görüldü. Hele bu
yolsuzluklarda “Türkiye bütçesi” kadar bir paranın el değiştirdiğinin açıklanması, sanırım yoksulluğun kaynağını daha iyi görmemizi
sağladı.
Son operasyonlarla yolsuzluğun
anatomisi ortaya serildi.
Görüldü ki yolsuzluk için önce “paylaşılmak
istenen” büyük miktarda para ve bu
parayı kontrol edecek büyük bir güç gerekiyor.
Bu iki unsuru da bünyesinde taşıyan tek bir kişilik var, o da devlet.
Devlet, şirketler gibi “gelir”
elde etmek için müşteri rızasına bağımlı olmadığından; hemen hemen hiç kurumayan bir para nehrine sahiptir.
Çünkü en nihayetinde, ne kadara fakir olurlarsa olsunlar, bütün vatandaşları zorla kendisine
borçlandırır. Devletin gücünün hukukla
sınırlandırılması, işte asıl bu keyfî borçlandırmanın önüne geçebilmek için
gereklidir.
Devletin, elindeki sınırsız görünen para
nehrini istenen yere akıtmak imkânı, insanların iki şekilde ilgisini
çekiyor.
Birincisi herkesin bildiği şekliyle
devlet ihaleleri kanalıyla… Cumhuriyet tarihinin en popüler soygunları bu
şekilde yapılmış.
Önde düzenlemeler, arkada yolsuzluk |
Çünkü her ne kadar devlet
hazinesi sınırsız gibi görünse de keyfîliğin
gizlenemediği belli denetleme sınırları vardır.
Oysa ülke ekonomisini, bir demeçle
temelinden sarsacak insanları,
sizin istediğiniz değişiklikleri sağlayacak şekilde etkilemek çok daha
büyük bir menfaattir. Bu, size normal reklâm etkinlikleriyle elde
edemeyeceğiniz bir müşteri kitlesini/rızasını devlet zoruyla elde edebilmek
imkânını verir. Devletin, hükümetler
eliyle kullanılan gücü, müşterileri çeşitli düzenlemeler yoluyla belli bir malı,
diğerlerine tercih etmeye mecbur
edebilir. Türkiye’deki özelleştirme garabeti bunun en güzel örneğidir. Yıllardır
meselâ neden Türk Telekom dışında bir başka telekomünikasyon şirketinin piyasaya
giremediği konusu nedense anlı şanlı terimlerle konuşan ekonomistlerimizi hiç
ilgilendirmemiştir.
Bunun yanı sıra devletin sıradan
bir işiymiş gibi kabul edilen fiyat düzenlemeleri de– ki buna faizler hakkında verilen demeçler de dahildir- sıradan insanların
tasarruf yönlerini kesinlikle değiştirir.
Konut kredilerinin faizlerinin vatandaşı lehine düşürüleceği beyanı -ki
buna benzer beyanlar Amerika’daki mortgage krizinin asıl sebebidir- vatandaşın
talebinin konuta yönelmesine kesinlikle sebep olur. Bu da konut sektörünün bütün
ilgili sektörlerinde, kendiliğinden, normalde karşılaşılamayacak bir talep
patlamasının doğmasına yol açar. Bu
durumda bir hükümet yetkilisine, ülkedeki talepleri belli bir sektöre
yönlendirecek şekilde beyanda bulunması için rüşvet vermek , talep patlamasıyla zenginleşecek insanlar için “mantıklı bir
yatırım” değil midir? Amerika’nın
görünen o ki en büyük sıkıntısı , lobilerin sürekli yasama organları
üzerinde kendi çıkarları için yolsuzluk işleriyle uğraşması. Bu Amerika’da
ciddi bir “kayıtsız sektör”…
Umalım da son
yolsuzluk operasyonları, sıradan vatandaşa, oyunu birkaç kilo makarna ve birkaç
ton kömüre satmanın maliyeti hakkında bir fikir versin. Umalım ki
makarna alırken menfaatini gözettiğini sanan vatandaş, bunu yaparken aslında soyulduğunu da hesaplayabilsin.
Sıradan vatandaş belki kendi ekonomik etkisinin cılız deresini görmekten öte
bir feraset geliştiremiyordu şimdiye
kadar ama gene umalım da büyük nehirlerin, küçük derelerin birleşmesiyle
meydana geldiğini artık idrak edebilsin ve yolsuzluğa alet olmaktan kaçınsın.
1 yorum:
Yok...
Yorum Gönder