Milliyetçi siyaset maalesef
tamamen oy kaygısı ve cehaletle “Türk
İslâm” hurafesine adeta bir kurtarıcı
gibi bağlanmıştır.
Kültür unsurlarının oy ticaretinin malı haline getirilmesi iki
büyük zarar vermiştir.
Öncelikle bunların
“tartışılabilir/yıpratılabilir” icatlar olduklarının zımnen kabul edilmesine
yol açmış ve bunların değer olmak
vasfını ortadan kaldırmıştır.
İkincisi de kültür üstünde kurulan siyasi tekel, bu
kültürün bütünleştiriciliğini ortadan kaldırmış, ona karşı olanlar ve onun taraftarları olarak iki büyük kitlenin
oluşmasına sebep olmuştur.
İşte bu iki sebep milliyetçiliğin
siyasallaşmasının zararlarını gösterir.
Siyasallaşma kalıplaşmayı,
doktrinleşmeyi, sloganlaşmayı gerektirir.
Siyasallaşma toplumsal düzenin
temeliyle ilgilenmeye başladığında ortaya bugünkü yaygın fitne hali çıkar.
Türk siyasi milliyetçiliği, belki de köylü bir tabana
dayanmasından dolayı milletin zaten
kendiliğinden yaşadığı değerleri anlayamamış,
milliyetçiliği, bu köylü tabana anlatmak yerine dincilerin komprime hale
getirdiği din yorumunu halka aynen aktararak onun değerlerine sahip çıktıklarını
göstermeye çalışmıştır. Unutulan şey şudur: Dinciler halkın kendi içinde
yaşadığı “Türk İslâmını” en büyük düşman
olarak görmüş, halkın masum endişelerini sürekli kaşıyarak ona din adı altında
Emevi siyasal İslâm’ını telkin etmişlerdir.
Bunu da “ dinin, hayatın her
alanında uygulanması gerektiği” söylemiyle yapmışlardır.
Maalesef milliyetçi siyaset, oy
kaygısı ve dönemin çetin şartları içinde Türk halkına, kendi örfünce yaşadığı
dinin açıklamasını ve bununla milliyet duygusuyla ilişkisini açıklamak yerine
dincilerin “zararsız görünen” metodunu ve izahını benimsemiştir.
İşte “Türk islâm Ülküsü” denen
şey, Kur’an’ı mızrağın ucuna geçirmekle,
aslında siyasal İslâm’ı ilk kez sembolize eden totaliter dincilikten,
milliyetçilik çıkarılabileceğini sanan
sığ siyasal söylemin ta kendisidir.
Bu anlayıştır ki Tüklüğü “değer
yoksunu” bir cesede indirgemekte beis
görmemiştir.
Bu anlayıştır ki kanı akıtılan
Türk evlâdının ancak muhayyel bir “İslâm” ümmetinin zaferi için öleceğini
söyleyebilmiştir.
Bu anlayıştır ki Türklük’te bulduğu gurur ve şuurun, aslında
ahlâk ve faziletten yoksun olduğunu, bu eksikliği de İslâm’dan edinebileceğini
söyleyebilmiştir.
Türk milliyetçiliğinin temel siyasal sloganları görünen odur ki Türk’ü
ancak İslâmla tamamlanmış ve insanlaşmış
bir hayvan ırkı olarak görmekte; İslâm’a sözde kategorik bir üstünlük
izafe etmektedir. İşte bu noktada zaten en başta “ Bütün milliyetçilikleri ayaklarının altına
almış bir dinci yönelimin kendiliğinden üstünlüğünü ve kavrayıcılığını” kabul etmiş
olmaktadır.
“Türk İslâm” ifadesi masum bir
sanat tarihi terimi olarak kullanılmak yerine
bir siyaset belirleyici doktrin haline getirildiğinde ancak “Türklüğü
bir tür değiştirilebilir aksesuar olarak görüp değersizleştirmektedir.
Ayrıca bu ifadenin taşıdığı
“siyasal hedef”, en nihayetinde “âleme İslâmla nizam vermek” olarak açıkça
ifade edilmiştir. Bunun modern siyaset bilimindeki karşılığı şeriat devletidir.
Türk İslâm diye başlayan bir
siyasal söylemden lâikliğin, beşeri hukukun elde edilmesi mümkün değildir.
Çünkü bu söylem kendi anlam içeriği itibariyle
en fazla “Türk ülkesinde sözde İslâm’a dayalı bir toplumsal düzen
geliştirmek” ülküsünden başka bir şey ifade etmemektedir.
Eğer bu tür bir amacı yoksa
siyaseten “Türk İslâm” diye başlayan ülkü veya sentezlerin hiçbir anlamı
kalmaz. Onları “anlamlı” kılan tek şey, bir siyasi programın yönelimini
belirlemek iddialarıdır. Böyle bir iddia
da ne lâiklikle ne hukukun üstünlüğüyle, ne kanun önünde eşitlik idealiyle
bağdaşabilir.
Bu söylemle ne milliyetçilerin “dinî duyarlılıkları”
arttırılabilir ne de halkın dini doğru anlaması sağlanabilir. Kaldı ki genel
ahlâkî kaidelere uymak dışında artık açıkça görülmektedir ki “dinî
duyarlılık” ancak Arap siyasal İslamcılığının
şerî yobazlığına göre hayatı tanzim etmek arzusundan başka bir şey değildir.
Dolayısıyla basit bir tarihî
adlandırmak olmak dışında “Türk İslâm”
söylemi, tamamen boş ve siyasal açıdan da haksız ve zorlayıcıdır.
BİTTİ
4 yorum:
Evet iki bölüm de güzel.yalnız,okuyucu böyle bölümlü yazılara sabretmez.Ve ikinciye sıra geldiğinde birincide ne yazdığını çoktan unutur.
Olmamış
Adsız okurumuz pek bir müşkülpesent. Soralım: Neden olmasın?
Selcen Hanım 1000 kelime civarında yazı tek parça olunca çok yorucu oluyor.
Yorum Gönder