Dinciliğin hedefi, toplumu, “dine
göre düşünen, dine göre davranan” yeknesak bir kitle haline getirmek. Bu amaç
için çalışmaya da “hizmet” diyorlar. Onlara göre İslâm’ın hikmeti, herkesi
günahsız “müminler haline getirmek.
Dinciler “amel imandan bir cüz değildir.” İlkesinden habersiz
değiller elbette ama bunu gizlemek işlerine geliyor.
Dikkat edilirse dinciler sürekli,
insanları günahlarından arındırmak ve “imanlarını” kurtarmakla meşgullerdir.
Said-i Kürdi ve Fethullah GÜLEN’in yazılarına baktığınızda, günahları yüzünden
cehennemin kıyısında dolaşan ve ancak İslâmla ( şeriat) bundan kurtulması mümkün olan bir tür “metodolojik Müslüman bireyinden” bahsederler. Onlara göre
her dakika şeriatla meşgul olunmazsa din elden çıkıverecek bir değerdir.
Dini o kadar “önemserler” ki din
adına insanlara yapılanları algılayamazlar bile. Onlara göre insan din içindir, din insan için
değildir. Kur’an’ın bir yerinde “İnsanın Allah’ı zikretmek için yaratıldığını”
görmüşlerdir ama onun aynı zamanda irade
sahibi ve sorumlu tek canlı olduğunu
görmezden gelirler. Meleklerin de Allah’ı
zikrettiğini ama bunun ve görevlerinin dışında
bir “boş zaman geçirme” iradelerinin olmadığını görmezden gelirler. Bu,
dinde, “işine gelen yeri görmek,
gelmeyen yeri gizlemek” demektir ki herhalde en hafif dinî tabirle “ münafıklıktır”.
Peki ama dini hayatın her anında uygulamak mümkün
müdür?
Öncelikle “din” denen değerin
nasıl anlaşılması gerektiği sorunuyla karşılaşırız. Eğer Kur’an’ı birebir
uygulamak ise bunun yeterli olmadığı mezhep denen uygulamaların icadıyla ortaya
çıkmıştır. Bu demektir ki dini günlük hayatın her anında uygulamaya
çalıştığımızda karşımıza sayısız ayrıntı ve sorun çıkmaktadır. Bu sorunların
her birini dine uygun çözmek hiçbir insani zekânın başaramayacağı bir
iştir. Bunun yapılabilmesi için birilerinin yirmidört saat boyunca fetva üretmesi lâzımdır.
Kaldı ki artık sorunlar o kadar çeşitlidir ki geçmişin her işten anlayan “ulema” sınıfı artık mevcut değildir. Dolayısıyla “
Diş dolgusuyla gusül olur mu?” gibi günlük sorunlara karşı cevap geliştirmek
işi ruhbanların akıllarının ötesinde artık çeşitli uzmanların bilgisine bağlı hale gelmiştir.
Artık sözde dine dayanan fetvalar ancak seküler uzmanlıkların yarar/zarar görüşlerine, bilgilerine
bağlanmıştır.
Bu durum, aslında bize “din” diye
dayatılan ayrıntıların, akılları ve bilgileri sınırlı bir takım insanların yorumlarından
ibaret olduğunu göstermektedir.
Hal böyleyken sıradan Müslümanlara “ dini hassasiyet”
aşılamak, aslında bu insanların, geçerliliği
tartışmalı sözde din yorumlarına itaat edilmesini istemekten başka bir şey
değildir.
Bu iş o noktaya gelmiştir ki geleneksel
seslenişlerimizin, dileklerimizin kalıpların yerine bile Arapça bir takım
kalıplar yerleştirilmeye başlanmıştır. “Çok yaşa!” yerine “Yerhamükallah!”
gibi ne anlama geldiği belli olmayan ,
Arapça oldukları için Müslümanca sayılan kalıplar, seslenişler “ dini
hassasiyet” adına kafamıza dolduruluyor.
Çocuğa nazar değmemesi için “maşallah!” demek bile bu hassas arkadaşlar için
yetmiyor, “maşallah suphanallah!” gibi
daha önce duymadığımız, nereden geldiğini de bilmediğimiz “düzeltilmiş”
İslâm kalıplarıyla karşılaşıyoruz.
Dincilik bizim sıradan Müslümanlığımızı beğenmiyor,
bunu yeterli bulmuyor. Hatta açıkça söylersek bizi bir tür “yani cahiliye
dönemi insanı” sayıyor. Onlara göre biz, “imanları sahih olmayan” insanlarız. Bunun
için her vesileyle “hassas” bir şekilde
hayat tarzımızı , ruhbanlarının egemenliğine sokmaya, imanımızı tashih
etmeye/düzeltmeye çalışıyorlar.
İşin kötüsü bu anlayış Türk
milliyetçilerinin içine de sızıyor ve “
dini hassasiyetler taşıyan”, makbul bir
milliyetçilik geliştirmek iddiasıyla içimize şeriatçılık düşüncesini
sızdırıyor.
Türk milliyetçilerinin bir kısmı
menfaat ve ikbal beklentisiyle diğer bir kısmı ise bu fitnenin içlerine saldığı
“imanı kaybetmek” vesvesesiyle, endişesiyle bu “hassasiyet” aşırılığını destekliyor.
Türk milliyetçileri içindeki bu
dinci destekçilerinin sebepleri ne olursa olsun, nihayetinde, milliyetçi camia içinde önce “din varken Türk’ü öncelemenin” o kadar
gerekli olmadığı, daha sonra bunun “millete”
yabancı olduğu, en sonunda da “ kötülenmiş” olduğu kanaati yavaş yavaş büyüyor,
gelişiyor, yerleşiyor.
İçimizdeki bilinçsiz şeriat
işbirlikçisi milliyetçilerin görece fazla olması hiç de sevinilecek bir durum
değil. Çünkü onların bilinçsizliği, dini
değerlerin insafsız sömürüsüyle bir kesin inanca dönüşüyor. Böyle olunca da
akılla ve mantıkla ikna edilebilmeleri de mümkün olmuyor.
Menfaatçilerin durumu, dinciliğin
maddî gücüne bağlı olduğundan, iktidarın güçte düşmesi halinde başlarını ilk açıp ilk traş olacakların, onlar
olduklarını, kuvvetle varsayabiliriz.
Türk milliyetçilerinin lâikliği
savunması, bu açıdan hayatî önem arz ediyor. Türk milliyetçileri, kendi
içlerindeki dinci yönelimleri kesin şekilde dışlayıp artık Arapça kaynaklardan
milliyetçiliği meşrulaştırmaya çalışmaktan vazgeçmeli. Kur’an indiğinde bile
belki de binyıldan fazladır millet bilincini taşıyan bir büyük toplum olduğumuzu unutmamalıyız.
MHP'nin veya milliyetçiliğin tarikat olduğunu bilmiyorduk. |
Maalesef ana akım Türk siyasal milliyetçiliği, “Türk
islâm Ülküsü” boş inancıyla halka
yaranabileceğini sanıyor. Bu söylemle, halkın arasında yayılmış hurafelere teslim olup riyaya bulaştırılmış
dinci takva aşırılığına el ulaklığı ediyor.
Türk milliyetçiliği en kısa
zamanda “dini hassasiyet” fitnesinden
kurtulmalı, halka, onun hurafelerini benimseyerek yaklaşılamayacağını
görmelidir. Türk milliyetçilerinin öncelikli görevi halkı hurafelerine teslim
olmadan, onu aklın, mantığın, felsefenin yoluna özendirmektir. Düşünmekten ve
keşfetmekten zevk almayı bilmeyen hiçbir toplum dinci aşırılığın şiddet
çukuruna yuvarlanmaktan kurtulamamıştır. İşte milleti sevmenin anlamı, milleti,
bu çukura düşmemesi için uyarmaktır.
4 yorum:
Dilinize sağlık.
" Nasilsin?" sorusuna "cok sukur" degil "hamdolsun" diye cevap vermek gerekliymis.Cunku cok sukur deyince,"Allahim bana verdigin zorluklar umrumda degil" demis oluyormussun ve Allah sana daha cok dert verirmis.Hamdolsun deyince vermezmis. Duydugumda kulaklarima inanamamistim, kimlerin hastalikli dusunceleri bunlar boyle cok merak ediyorum. Dini hayatta uygulayacagiz derken dini dinlikten cikarip istedigin gibi at kosturulacak bir alana ceviriyorlar. Bu arada o dedigim olay nasildi inan tam olarak hatirlamiyorum , tam tersi de olabilir hamdolusun cok sukur..
Teşekkürler Selcen Hanım, desteğiniz ümit ve moral veriyor. Her zaman belerim. Saygılar.
Aynen! Bunun gibi milyonlrca örnek var. Bu bir tür "mani". Aslına bakarsan dini hayat bu şekilde egemen kılmak anlayışına yanılmıyorsam "İsrailiyat" deniyor.
Çünkü mesela elinin değdiği her yeri kutsamak veya heryeri "temizlemek" için yapılan "koşer" bu anlayışın tam anlamıyla sembolüdür.
Zaman ayırıp okuduğun, kafa yorduğun için çok teşekkürler. Her zaman bekliyorum, sağlıcakla...
Yorum Gönder