Atatürkçülük ve hele Kemalizm geçmişte “Türk” diyemeyen
enternasyonalist solcuların özlerine dönme çabasıdır.
İdeolojisi gereği sol enternasyonalist
olmak zorundadır. Sol, enternasyonalizmi sadece Marxist bir eylem gerekliliği
olarak görmez, buna aynı zamanda ahlâkî bir değer de yükler.
Bu iki “ideolojimsi” neden
sonradan ortaya çıkmıştır?
Bunun sebebi, devlet eliyle
kurulan politika ve halkın o devirdeki
birikimine göre şekillenen politika arasındaki
farktır.
Sağ ve sol henüz teşekkül
etmemişken siyaset, Atatürk’ün kurucu
partisi ve dünyadan habersiz taşralıların taassubuyla şekillenen ve sonradan “sağ”
olarak adlandırılacak siyaset olarak
ortaya çıkmıştır.
Atatürk CHP ile yeniliklerin ve
ilerlemenin öncüsü olmayı hedeflemişken halkın kendi sesi ile inkılâplara
katılacağını ümit etmiştir.
Oysa Anadolu taşrasının din
anlayışı, karşısındaki en büyük engel olmuştur. Yıllar boyunca yüksek öğrenim merkezleri sayılabilecek
medreselerde geleneksel Arap dinciliğini
din diye öğrenen halkın, Atatürk’ün sunduğu cumhuriyetin “eşit vatandaşlar” bilincini
bir tür “küfür” addetmesi belki de
olağan sayılmalıdır.
Sorun şudur: Daha sonra “halk
için” siyaset yaptığını iddia eden ve Atatürk’e muhalefetin içinde yuvalandığı,
en sonra “sağ” olarak kendini belli eden siyasi hareketler, halkın cehaletini
gidermek yerine, onun cehalet dilini benimsemişlerdir.
Halkın cehaletini benimseyerek bu
cehaletin dilini benimseyen siyasi hareketler halkı daha akılcı bir din
yorumuna götürmek yerine bu cehaletin siyasi organları haline gelmişlerdir.
Bunların en belirgin örnekleri DP
ve sonraki sağ partilerdir.
Bunlar içinde bu yazıda bizi
ilgilendiren MHPdir. Çünkü diğer “sağ” oluşumların hiçbiri doğrudan doğruya “milliyetçilik”
iddiasını taşımamıştır.
Türkiye’de sağ asla ideolojik
anlamda “liberal” olmamıştır. Dolayısıyla Türkiye’de sağ, ideolojik anlamda boş
ve sahte bir taraftır. Türkiye’de “sağ” denen kitle, ideolojik anlamda açıkça
kollektivist ve korporatisttir.
Buna karşılık sağ, kollektivizmini İslâmî dayanışma ile haklılaştırırken
korporatizmi de genel anlamda, taşra siyasetinden kaynaklanan menfaat dağıtımı
geleneğine dayandırmıştır.
Kollektivizm bütün faydaların
yalnızca topluma ait olduğunu savunmak demektir. Korporatizm ise siyasi erk
yoluyla erki ve menfaatleri toplumsal cemaatlere pay etmek anlamına gelir.
Kollektivizm genel bir çerçeve olarak fayda alanından bireyi dışlarken korporatizm
de fiilî siyaset ile toplumun fayda grupları veya cemaatler olarak
ayrıştırılması ve böylece birey dışı
tanımlanabilir kollektivitelere bölünmesini gerektirir.
Bu açıdan sağ siyaset toplumda
kendi cemaatlerini yaratmaya çalışan partiler olarak ortaya çıkmıştır.
Sağın bir diğer müştereği dinin
toplumsal hayattaki yerine bakışıdır.
Milliyetçi ve ümmetçi olarak
ikiye ayrılan her iki sağ kanat da dinin, siyasetin bir aracı ve toplumsal
düzenin bir düzenleyicisi olması yönünden hemfikirdir.
Türkiye’de bu yüzden siyasi
partiler birbirlerinden ideolojik anlamda değil dine bakışları yönünden
ayrılmışlardır. Yoksa sağ ve sol partilerin tamamı ferdin temel haklarının toplumsal düzen için birer
tehdit olduğu noktasında zımnen
birleşirler. Sol mülkiyeti zaten
başlıbaşına bir “ilk günah” olarak görüp tel’in ederken sağ da “Mülk Allah’ındır!”
diye sloganlaştırılan dinci yağma düzenini sözde “toplumculuk” endişesiyle
savunur.
Bu açıdan sağı ve solu asıl
ayıran dinin siyasetteki ve toplumsal düzendeki yerine
bakıştır.
“Sol” diye nitelenen
enternasyonalist/kollektivist kitle, ideolojisinden gelmeyen ama Atatürk’ten tevarüs ettiği “dinin
bireyin alanında kaldığı” argümanını lâiklik
ilkesiyle savunmaktadır. Sol burada aslında ciddi bir ideolojik çelişki
içindedir. Çünkü sola göre din afyondur
ve toplumsal hayatta bir yerinin olması ancak gerici güçlerin iktidarını
güçlendirmeye yarar. Oysa Türk solu
toplumsal kökenlerinden tümüyle
kopamamak, halka tümüyle yabancılaşmamak adına dine toplumsal alanda yer verilmesini ama
devletin buna göre teşkilâtlandırılmaması gerektiği fikrini savunmuştur.
Sol, sosyoekonomik görüşleri
açısından tam bir felâket ve kıyım ideolojisini savunduğunu fark edemese de
lâikliğin hukuk tesis edici etkisini
sağdan daha iyi anlamıştır.
Lâiklik inanç farklılıklarından
etkilenmeksizin, keşfedici bir
akılcılıkla yasama , yürütme ve yargı faaliyetlerinin yürütülebilmesine imkân
sağlamıştır. Dolayısıyla toplum içinde hangi inanç grubunun ne kadar büyük
olduğuyla vs ilgilenmeksizin, her bir fert için ve her zaman geçerli, akla
dayalı bir düzenin gereği olarak kabul edilmiştir.
Sağ ise ne yazık ki lâikliği
gerektiği gibi anlayamamıştır. Lâikliğin, “kanun önünde eşitlik” idealinin zaruri şartı olduğu fikri taşra dindarlığının
peşine takılarak hurafeler diliyle
siyaset yapmayı halkçılık sanan dinci ve milliyetçi siyasetçilerin
dikkatinden kaçmıştır. Lâiklik, tabanı ve yöneticileri büyük ölçüde
taşralı/köylü olan sağ partilerce ne işe
yaradığı belli olmayan, halktan kopuk bir tür lüks dinsizlik olarak kabul
edilmiştir. Hali hazırda MHP’de lâiklik algısı böyledir.
MHP halkın değerlerine yaklaşarak
“pratik” siyaset yapmaya çalışırken halkın içinde yerleşmiş tarikatlerle temasa
geçtiği anda siyaseten yönünü dinci/şeriatçı denizlere çevirmiştir. Belki yöneticilerin niyeti bu olmamasına
rağmen MHP tabanı ve o tabana göre
şekillenen siyaset zaman içinde “milliyetçi” rengini yitirmiştir. Çünkü halkın
içinde yerleşmiş dinci cemaat ve
tarikatler din yoluyla nüfuz elde etmenin merkezleri olarak çalışmışlar ve Atatürk’ün Türkçülere dayanarak
tesis etmeye çalıştığı milletleşme/uluslaşma
idealine her zaman uzak ve düşmanca bakmışlardır.
MHP, Atatürk’ün millet
telâkkisini oluşturan Türkçü tasavvuru devam ettirmek yerine, halkın diliyle
konuşmak uğruna, Arap kırması bir şeriat Türkçesini siyasal söylem haline getirmiştir.
Oysa modern Türk uluslaşması, dinci dünya
telâkkisinin, bir hukuk devleti için
tehdit olduğu, etnik ırkçılığı tetiklediği, Balkan Savaşları ve Birinci
Dünya Savaşı tecrübelerinden anlaşıldıktan sonra tanımlanmıştır. Dolayısıyla “Türk” ismi bir grup kurucu zorbanın bize rastgele
dayattığı keyfî bir etnik isim değildir.
(Devam edecek...)
(Devam edecek...)
1 yorum:
Bakalım devamını okuyalım da öyle yorum yazalım.
Yorum Gönder