15 Aralık 2013 Pazar

İdeal İslâm Başarısız Müslüman

Türk milliyetçiliğinin siyasî kolunda meşhur bir slogan vardır: “Türklük cesedimiz İslâmiyet ruhumuzdur!” diye

Bu  zayıf bir dikotomi fakat  güçlü bir kışkırtmadır.

Şöyle ki aklı başında hiç kimse  bedenin ve ruhun ayrı ve uzlaşmaz iki parça olması gerektiğini düşünmez. Dolayısıyla İslâm ve Türklük gibi iki ayrı kavramında böyle bir tezatla özdeşleştirilemeyeceğini bilir.

Çünkü bu slogan, tek başına Türklüğün bir anlamının olmadığı, onun içi boş bir hayvanî kalıp olduğunu, ancak İslâmla “ruh sahibi” olup insan haline geldiğini söylemektir. Bu da hali hazırda İslâm dışında kalan bütün soydaşlarımızı deyim yerindeyse insan saymamak demektir.

Aslında  slogan, kendi içinde  ve gitgide şiddetlenen dincilik bağlamında tutarlıdır. Çünkü siyasal İslâmcılar için herhalde “Allah indinden  din ancak  İslâmdır!” ayeti gereğince “insan” sayılabilecek tek canlı grubu Müslümanlardır. Kaldı ki bu grup da kendi içinde yaşamayı hak eden ve etmeyenler olarak ufalanıp gitmektedir  dincilere göre. Bunu nereden çıkarıyoruz? İslâm ülkelerinde gitgide hızlanan mezhep çatışmalarından. Adı “Ali” olduğu için bir gencin kafasını kesmekten çekinmeyen kasaplar da ağızlarından İslâm kardeşliğini düşürmeyen tipler.

O halde önümüzde iki seçenek vardır:
Ya İslâm kelime anlamıyla hiç de barışla ilgili bir din değildir. Ve bu açıdan insanlara va’z ettiği  şeyler yalnızca savaş ve şiddetten ibarettir?
Veya  Müslümanlar,  henüz insanlığın idrakine ulaşamamış ve İslâm’a mensup olduğunu sanan bir ilkeller sürüsüdür.

Bana ikinci daha  doğru görünüyor, gerçeğe daha yakın…

Peki ama  1400 yıl evvel inen din belli, kitabı da elimizde. O halde sorun bu dinde değilse nedir?

Sorun sanırım şu:
Araplar asla İslâm’ın onlara  getirdiği “ Hak/hukuk önünde eşitlik “ idealini  benimseyemediler. İslâm, onların toplumsal yapısında hiçbir değişiklik yaratamadı. Çünkü Araplar, dinin ahlâk getirici mesajlarının, asıl onların toplumsal düzenlerinin çarpıklığına karşı geldiğini anlamak istemediler.

Dolayısıyla Peygamber devrinde dahi olan,  cahiliye Araplarının, dini, kendi çarpık otoriter toplumsal yapılarına uydurmaya çalışmalarıydı.  Bu anlayış Emevi militan  devlet anlayışının temelini teşkil etti. Günümüzde de Arapların, kendi dillerinde yazılmış bir kutsal kitabı okuma şansına sahip olup da onu anlayamamaları, aslında Arap cahiliyetinin bitmediğinin en kuvvetli delilidir. Bu devir, açıkça bir “Arap Müslüman cahiliyesidir”.

Arap toplumunun kendine inen bir dinle yaşadığı tecrübe bize göstermektedir ki dinin ilkeleri ancak onları yaşamaya hazır ve istekli toplumlar için  bir anlam ifade edip bir fark yaratabilir.

Bunun bizi açımızdan önemi nedir?

Ülkemizde bütün dinci faaliyetler “standart bir Müslüman birey”  yaratılabileceği kabulüyle harekete ediyorlar.  Onlara göre İslam’a mensup olmak ,  en geniş ve kavrayıcı  toplumlaşma  vasıtası ve ölçüsü.

Siyasal İslâmcılar, İslâm’ı bir tür ahlâk otomatı olarak görüyor. İslâm’a girildiği anda ferdin kendiliğinden ahlâklı olacağı kanaatini telkin ediyorlar.  İnsanlar Müslüman olunduğu için adına İslâm denen bir makine tarafından derhal ahlâklı bir hale getirileceklerini sanıyorlar. Bir takım milletvekillerinin türban taktıktan sonra “resetlendiklerini” söylemeleri tam da bu  anlama geliyor.

İslâm’a kendisinde  mevcut olmayan böyle  bir işlev yükleyenler insanlara uymaları gereken “sevap paketleri” sunuyor. Bazıları Arapça bilen bu insanlara, diğer insanlar, bilgilerinden dolayı güveniyor. Ve böylece,kapanmış olduğu halde günlük  hayatına  açıkmış gibi devam eden, buna karşılık giyimiyle siyasal İslâmcılığın simgesel  egemenliğine ve biraz daha dolaylı olarak onun  çeşitli  ülkelerde sergilediği vahşete farkında olmadan –belki de olarak- destek veren kökensiz, yozlaşmış bir  “Müslüman cahiliye cemaati” ortaya çıkıyor.

Kahir ekseriyeti Müslüman olmakla övünen bir ülkeyiz. Ve maalesef Müslümanlığımız, Arap’ların bitmeyen, Müslümanlıkla beraber ısrarla sürdürdükleri cahiliyelerinin Türkçe kopyasından ibaret.

Medenî seviye, okuryazarlık, yaratıcılık ne kadar değerliyse İslâm’ın mutluluk verici  özü o kadar parlıyor. Ne yazık ki İslâm ülkelerinin bizde dahil olmak üzere hemen hemen tamamı medeniyeti teknolojiden ibaret sanan  mağara adamları toplulukları  halinde yaşıyor.

Dolayısıyla peygamberi topu topu bir deste belki daha az eşyayı arkasında bırakarak ölmüş bir dinin mensupları, kul hakkını vs kesinlikle gözetmeden altın klozetlerde  oturmakta, çocuklarına şirketler kurmakta beis görmüyorlar. Oysa onlara inen din, servetin içindeki kul hakkına, hak edilmemiş kazancın pisliğine işaret eden bir din değil miydi?

İnsanlar arasında ne dine ne  soya sopa, ne servete itibar edilmesini reddeden, Allah dışında hiç kimseye mutlak otorite tanımayan ve asıl bundan dolayı beşeri hukukun ve hukuk devletinin felsefi temellerini atmış olan bir din, bu gün tam da va’z ettiklerinin aksini yaşayan, ilkel  Müslümanlarca alabildiğine yozlaştırılıyor.

Din, Müslüman’ın vicdanına emanet edilmedikçe, onun birilerinin  nakilci ve çıkarcı yorumlarına göre yozlaşması mukadderdir.  Dinin,  din profesyonellerinin elinde yozlaşmış haliyle de kimseye herhangi bir mutluluk getirmediği herhalde artık açıktır. İşte bizi geçmişte  diğer Müslüman toplumlardan daha medeni kılan şeyin, lâiklik olması bu yüzdendi. Onun sayesinde dinin kurumsal bir baskı aracı olması engelleniyor-du. Eğer aklımızın yerine Arapça bilenlerin ihtiraslarını ikame etmeye daha fazla devam edersek İslâm ancak bir vahşet ve korku makinesi haline gelerek hepimizi içinde öğütecek.



5 yorum:

ayarsız dedi ki...

Elinize sağlık, uzun zamanıdır kafamı kurcalayan önemli konulardan biriydi. Çok güzel ifade etmişiniz.

ayarsız dedi ki...

Elinize sağlık. Uzun zamandır kafamı kurcalayan önemli konulardan biriydi. Çok güzel açıklamışınız.Teşekkür ederim.

Afşar Çelik dedi ki...

Ne zamandır yoktunuz. Hoş gelmişsiniz. Azıcık aydınlatabildiyse ne mutlu. Her zaman bekleriz.

Adsız dedi ki...

Güzel yazı.....

Afşar Çelik dedi ki...

Çok teşekkür ederim. Eksik olmayın...