31 Mart 2014 Pazartesi

Türk Seçmeninde Ahlâk Ve Bilinç Sorunu

Günlük yazılar eskimeye mahkûm.

Onları değerli kılacak şey, gerçekleri, mümkün olduğunca objektif ve evrensel bir takım ilkelere göre  değerlendirerek  birer ders haline getirebilmek.

Bu yüzden günün şartlarına bağlanarak hangi ilde kimin kazandığına dair  ilkokul aritmetiğine dayalı akıl yürütmeler belki televizyon ekranlarında reklâm alabiliyor ama çabuk da bayatlıyorlar.

2014 seçim haritasının 2009 seçim haritasıyla birebir örtüşmesi ne anlama geliyor? Bence önemli hususlardan belki de en önemlisi bu.

Bu harita, Türkiye’de ayrışmanın sertleştiği anlamına geliyor. Herkes “kendisinin” bildiği yere sıkı sıkıya sarılmak endişesini gösteriyor. İyi de bu ne demek?

Bu hükümet eliyle üç ayrı Türkiye’ni artık oluşturulduğu anlamına geliyor.

Ad konulmamış, hükümet eliyle yürütülen bir dehşet dengesi federasyonunda yaşıyoruz artık.

2009 seçimlerinden önce haritalar her seferinde değişirdi. Bu da  bireylere oy verdiğimiz gerçeğiyle açıklanırdı.

Oysa 2009 ve 2014 seçimlerinde insanlar sadece rögar kapaklarına, temizlik işlerine vs oy vermedi. 2014 seçimleri, seçmenlerin nasıl bir Türkiye istediklerinin referandumu oldu diyebiliriz.

Buna göre  doğu ve güney doğu, Türk’ten tam anlamıyla arındırılmış etnik ırkçı bir Kürt özerk bölgesi  olmak istediğini beyan etti.

Orta  Anadolu ve Karadeniz  halife bir başbakanın önderliğindeki ümmetçi bir şeriat devletini arzuladığını söyledi.
Kıyılar ve Kars’ta da  eninde sonunda Türk kalmak, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyeti yaşatmak istediğini  söylemiş oldu.

Eğer  bir önceki seçimden sonra yaşananlara rağmen aynı harita tekrarlamasaydı elbette  bu yorumumuz “uçuk” bulunabilirdi.

Ama seçime giren partilerin propagandalarının temalarına bakmak bile yeterlidir. CHP “Milli birlik bütünlük” söylemiyle MHP ile bir asgari müşterek kurarken AKP “Ben hizmete bakarım, keyfime bakarım!” menfaatçiliği ve etnik ırkçılık istismarı ile  seçime girmiştir.

Bu bağlamda BDP’yi zaten makul ve meşru  bir “parti” olarak kabul edemeyiz. O, özellikle kırsallarda köylüleri  açıkça tehdit ederek PKK’ya oy toplayan bir ihanet şebekesi. Türk düşmanı dinci siyasetin yardakçısı olarak onun artıklarından beslenen bir tür siyasî parazit. Dolayısıyla onun “ söyleminden” bahsetmek abesle iştigal etmek olur.

Peki ne gördük bu tabloda? Bu tabloda başbakanın çok korktuğu sosyal medyayla ilgilenenlerin “ulusal” bilinçli seçmenler olduğunu gördük. Bu tabloda AKP seçmeninin sosyal medya gibi iletişim araçlarından yararlanamayacak kadar cahil ve gözünün önüne açıkça konulan delilleri anlayamayacak  kadar kör inançlı olduğunu gördük. Anadolu’daki geleneksel yobazlık lâiklik şemsiyesiyle sistemi kirletmeksizin siyasete aktartılabiliyordu. Oya bugün rejimin lâiklik ayağı kırılmıştır.

Dolayısıyla şeriatçılığın önünde gerek ideolojik gerekse çıkarsal anlamda hiçbir engel kalmamıştır.
Şeriatçılık bir “bilinç” işi değil. O bir “iman” işi. Şeriatçılıkta inancınızın ne kadar farkında olduğunuza bakılmıyor. O inancın cemaat eylemlerine ne kadar uyum sağladığınız önemli. Dolayısıyla AKPlilerin “bilinçli şekilde”  oy verdiğini söylemek yanlış olur.

Onlar öncelikle tartışılmaz bir inancın taassubunu ölçüsüzce kullanabilmekle sonra da bundan sınırlanamaz bir menfaat elde edebilmenin heyecanıyla ağzı besmeleli hırsızları gönül rahatlığıyla desteklediler.

BDP seçmenine hiçbir şey söyleyemiyorum. Bir çoğu herhangi bir kâğıttaki yazıyı heceleyerek bile zor okuyan insanlar çünkü. Bunun Türkçe bilip bilmemek le ilgisi yok.
Dolayısıyla Türkiye  farkındalık anlamında da üç ayrı kesin bölgeye ayrıldı:
Seçimlerini ideolojisine ve ahlâkına göre  yapan lâik/ulusal kesim…
Seçimlerini kör inançları ve menfaatlerine göre yapan kimliksiz dinci kesim.
Seçimlerini etnik kökene göre yapan demokrasi bilinci  için gereken asgari okur yazarlıktan yoksun bir kabile kesimi.

Belki de bundan sonraki meselemiz,  kafasında fikir namına  tek kırıntı taşımayan Türk düşmanı iki kesimi nasıl ulusal bir bilince yaklaştırabileceğimiz olmalı. Kim bilir?



4 yorum:

Adsız dedi ki...

gerçekçi bir analiz. umarım siyasetçiler de okur.. ben vatandaş olarak dersimi aldım. sohbetlerimde hep değineceğim.

Afşar Çelik dedi ki...

Açık yürekli yorumunuz için teşekkürler. Bir şeylere kafa yormaya başladığımız anda her şeyi değiştiriyoruz demektir. Lütfen gene gelin. Saygılar.

İhsan Ersin Demirel dedi ki...

Yazının üzerinden epey zaman geçti ama gene de birşeyler karalamak istedim. Çünkü yazınız acımasız da görünse çok önemli bir tespit içeriyor: Kesin çizgilerle bölünmüş ve milli düşünceden uzak bir insan kitlesi olduğumuzu... Bu açıkçası çok rahatsız edici bir durum ve aşılması zor bir kırılma. Her gün karşılaştığımız insanların; işçinin, esnafın, şöforün, büfecinin bizimle aynı duyuş içinde olmadığını ve rahatı için ahlakını ve ülkesini feda etmekte beis görmediğini düşünmek insanı korkutuyor. Karşımızdaki büyük insan kitlesinin ulaşılabilecek, erişilebilecek bir aklı ve ahlakı kalmamış olması, bu insanları ikna etmek veya iyiliklerine olduğunuzu düşündüğünüz noktaya getirmenin mümkün olmaz hale gelmesi ise tam anlamıyla bir çözümsüzlük.
Dahası bir kısım insan umarsızlık noktasının da ötesinde ortak geliştirdiğimiz her kurumu dinamitlemekle meşgul.
Diyecekseniz ki “sana ne!” Açıkçası “bana ne” olduğunu bilemiyorum ama içinden çıktığım ve binlerce yıllık bir tarihin mirasçısı olduğunu düşündüğüm insan toplumunun varoluşundan bu kadar habersiz herhangi bir hayvan sürüsü gibi sağa sola dağılması ağrıma gidiyor.
Benim için milliyetçilik varoluş demek, envai çeşit felsefe ile açıklanabilecek rasyonel onlarca önermenin ötesinde; Türklük için hayatta kalmak demek. Bunun temel önermelerini yıkmak veya yıkmaya kalkışmak insana intihar etme özgürlüğü vermek gibi birşey. Anlamsız ve çelişkili...
Sorum şu: Ahlakı kalmamış ve çivisi çıkmış bir toplumda nasıl bir milli duyuş ve hareket meydana getirilebilir?

Afşar Çelik dedi ki...

Mirim,

Hoşgelmişsiniz, safalar getirmişsiniz. Epey kafa yormuşsunuz. Kılı kırk yararak okumuşsunuz.

Bu bizim müşkülpesentliğimiz falan değil. En sıradan insanlar arasındaki ayrışma artık dehşetengiz.

Konuşsak dinleyen yok, sussak gönül razı değil. Biz gene de devam edeceğiz, başka ne yapacağız?

Aklınıza, elinize sağlık. Her zaman beklerim.