24 Mart 2014 Pazartesi

Türkçü Ne Zaman İdealist Ne Zaman Realist Olmalıdır? I

Bu maskenin arkasında etten fazlası var. Bu maskenin arkasında bir fikir var Bay Creedy ve fikirlere kurşun işlemez.



Türk milliyetçileri içindeki az sayıda Türkçüler de sanırım ciddi bir felsefi boşluk içinde.

Şimdilerde  bazı genç Türkçü arkadaşları okuduğumda, liberal gençleri okuyor gibi hissediyorum.

Çünkü  egoları inanılmaz büyümüş ama tecrübeleri  ve felsefeleri yeterince olgunlaşmamış bu arkadaşların “idealizm düşmanlığı”, savunduklarını iddia ettikleri Türkçü tavrı tamamen etkisiz, anlamsız kılıyor.

Bu büyük egolu arkadaşlardan birine idealizmin “adanmışlıktan” daha büyük bir şey olduğunu isim vermeden anlatmaya çalışmıştık. Maalesef gerektiği gibi anlatamamışız.

Aslında bu yeni neslin, “Yeni Başlayanlar İçin Rasyonalizm”  türü kitaplardan elde ediverdikleri realizm modasını anlayabiliyorum.  Yeni neslin şişkin egosunun gerçekçiliğini/realizmini “ Gerçekler neyse ona göre davranırsın olur, biter!” şeklinde özetlemek mümkün.

Bu nesle  anlayabileceği tarzda açıklamak  gerekiyor:
İdealizm belki Aristo’da  “Gördükleriniz idealden sapmalardır!” şeklinde  tarif edilmiştir. Veya genellikle böyle olduğundan “bahsedilir”.

İdealizm düşmanlığı insanın anlama biçimi üzerinde düşünülmemesi yüzünden pek kolay  kabul edilir.

Böylece idealizm, “ideanın gerçek olandan uzak ve hayali olduğu”  anlayışına indirgenir. Hiçbir şeyin ideası yoksa idealizm bize niye gereksin ki?

Şunu öncelikle ve önemle belirtmeliyiz ki konu salt steril bir akademik tartışmadan ayrı olarak öncelikle entelektüel bir etik eylem plânında  önem arz ediyor. Daha özel olarak “Türkçü’nün ahlâkı ve eylemleri nasıl olmalıdır?”  gibi…

İdealizmin insan algılayış/anlayış ve düşünüş biçiminden bağımsız şekilde var olduğu söylenebilir mi? Bunu söylediğinizde aslında, insan dışında var olan ve devşirilmesi gereken  bir şeyler evreninden bahsediyorsunuz demektir. Ve ironik şekilde aslında bal gibi metafizik evrenden bahsediyorsunuz demektir.

O halde şu soruyla başlamak belki yerinde olacaktır: Var olan var mıdır?
Bu soruya üç şekilde cevap vermek mümkündür:
Var olan vardır.(İdealist cevap)
Var olandan bahsedemeyiz.( Nihilist gerçekçi cevap)
Bazen vardır, bazen yoktur.( Moda quantum safsatası ile beslenen yaygın gerçekçilik)

Öncelikle “var olan” diye bir şey yoksa; korumamız gereken hiçbir şey de yok demektir. Bu durumda birbirimizi yok etmemiz sorun teşkil etmemelidir. “Hayat” diye bahsettiğim şey aslında yoksa ve sadece idealist bir safsatadan ibaretse birilerini yok etmemiz, “aslında yok olanı, olmayanı” ortadan kaldırmaktır ki bu durumda zaten cinayetten de bahsetmek gereksizdir.

 Var olan bazen var olup bazen yok oluyorsa: “Yokluk” kavramının var olması, var olmanın mutlak ve aşılamaz olduğunu gösterir. “Yok olabilmek” için önce var olabilmek gerekmesi “bazen” ile belirtilen zaman şartının “var olanın var olduğu” gerçeğini ortadan kaldıramayacağı anlamına gelir.

Peki o zaman var olanın var olduğu ne zaman anlaşılır?

Burada “var olanın anlaşılması” elzemdir. Yani? Her şeyden önce “varlık” bilgisinin, zihninde anlamlandırıldığı bir varlığın olması gerekir. Bu da sadece insandır. Hayvanlar için “varlık” tasası veya kavramı söz konusu değildir. “Kavram” dediğimiz şey bizatihi “var olanın anlaşılması için oluşturulmuş anlam” demektir.

Bu da şu demektir ki insan varoluşu, kendisini, içinde yaşanan dünyayı anlamak gayretiyle belli eder. Bizi hayvanlardan ayıran budur.

Bu durumda idealar nelerdir? Dillerin ayrı oluşu, ayrı ayrı anlamlandırma süreçlerinin geliştiğinin kanıtıdır. O halde ideaların ortaya çıkışı anlamlandırmadan ibarettir. Anlamlandıramadığımız şeyin gerçeklik alanında yeri yoktur, Tanrı dışında. Ki onu bile belirli anlam parçalarıyla, gerçekliğin çeşitli tezahürleri ile ilişkilendirmeye çalışırız. Aristo insanın anlamlandırma kapasitesini atlamıştır, onun idealizminin zayıf yönü budur. Peki ama felsefesi tesadüfen mi başarılı olmuştur?
O aslında bizim bugün anladığımız şeyleri baştan söylemiş…

Neden böyle düşünüyoruz? Çünkü insan dil vasıtasıyla anlamlandırma ve kategorizasyon yapar. Şeylerin  varlığı ve biricikliği olmaksızın dili  meydana getirmek, bağlam oluşturabilmek mümkün değildir. Muhakeme, mukayese kategorizasyon sayesinde mümkündür. Buna diyalektiğin temeli olan mantık da dahildir. Şeylerin varlığının mutlaklığı kabul edilmeksizin bağlamlar oluşturulamayacağı içindir ki “zıtların beraberliğinden” bahsedebiliyoruz.

Kimlik kanunu olmaksızın zıtlık bağlantısını iddia edemezdik. A hem A hem de B olamadığı içindir ki “tezat” vardır.


(Devam edecek…)

Hiç yorum yok: