Anıt bir fotoğraftır! |
Etnik ırkçı Kürt sözde siyasetçiler, Kurtuluş Savaşı’nı
beraber verdiğimizi dolayısıyla Türkiye’yi Kürtlerle paylaşmamız gerektiğini
söylüyor.
Bu iddia tarihî ve sosyolojik bir
iddia dolayısıyla aynı şekilde cevaplandırılması gerekiyor. Gerçi etnik
ırkçılığın hırçınlığı, olaylara mutlaka onun penceresinden bakmamız için bizi
tehdit edip duruyor.
Kürt etnik ırkçılığı 19 yy’dan
itibaren aynen Arap kabileciliği gibi imparatorluk kurucusu Türk Ulusluna karşı
isyan etmeye başlıyor. Erdal Sarızeybek, “Kürt isyanları” olarak bilinen
isyanların aslında Kürtlerle ilgisinin olmadığını ispatlıyor. Buna karşılık
bütün bu isyanlar, Kürt etnik ırkçılarca
sahipleniliyor. Dolayısıyla bunları “Kürt isyanları” olarak görmemiz doğal.
Bu isyanlar Kurtuluş Savaşı’nda
da durmak bilmiyor ve Koçgiri gibi ihanetlerle sürüyor. Diyab Ağa gibi müstesna vatanseverler dışında, Kürt feodalitesinin pek de olumlu davrandığını
göremiyoruz.
Bir de bu hareketleri dine
dayandırarak ülkedeki mevcut dinci-etnik ırkçı koalisyonunun tarihi temellerini
atıyorlar.
Peki Kurtuluş Savaşı’nın doğasına nasıl bakmalıyız?
Etnik ırkçı Kürtçülere göre Kurtuluş Savaşı,
Türklerin, başta Kürtler olmak üzere
diğer etnik unsurları birer lejyoner gibi kullanıp sonra onlara kanlarının bedelini vermediği bir savaş.
Acaba böyle mi?
Elbette hayır. Kurtuluş Savaşı
daha başlamadan işgal güçlerine karşı Türk ulusal direnişi başlıyor.
Bunu nereden biliyoruz? Bunu
işgal güçlerinin, başta İngilizler olmak üzere “Türkleri Orta Asya’ya sürmek”
olarak açıkladıkları amaçlarından biliyoruz.
Demek ki işgal güçlerinin Anadolu’da
çarpıştıkları güçler “Türk güçleridir.”
İşgal edilen yurt Türk yurdudur. İçinde yaşanan ev, “Türk evidir”.
Düzenli ordumuz mücadeleye başladığında
sancaktarların elinde yükselen de Türk Bayrağıdır.
Dolayısıyla şunu rahatlıkla
söyleyebiliriz ki Kurtuluş Savaşı Türk uluslaşmasının menzil taşlarından biridir. Kurtuluş Savaşı,
o zamana kadar varoluşu hiç bu derece tahdit altında olmayan Türk Ulusu’nun
Anadolu’da giriştiği en büyük mücadeledir.
O zaman kadar ancak bir devletin ihmal edilmiş kurucu unsuru
olarak yaşayan Türk Ulusu’nun, vatanının sahibi olduğuna dair en önemli ihtardır.
Dolayısıyla Türk Ulusu Anadolu’yu,
bir takım kabilelerle paylaşılacak
kiralık bir ev olarak görmemiştir. Onu, üzerindeki elma ağacından anlatılan
masalına kadar Türkçe bir varlık olarak kabul etmiştir. Bu görüşünün
haklılığını da Kurtuluş Savaşı ile ispat etmiştir.
Türk Ulusu, Kürt kabilelerini birer
lejyoner gibi kullanmamıştır. Onları kendinden dışlamamış ve savaştan sonra da “Kanun önünde eşitlik” içinde bu yurda, “Türk”
damgasını basmıştır.
Türk vatanı üzerinde Türk Ulusu
dışında hiç kimsenin, hiçbir hakkı yoktur. Türk uluslaşması, kabilelerin, aşiretlerin
vs. çok üstünde belirleyici bir egemen
süreç olarak gelişmiştir. Kurtuluş Savaşı bu sürecin bir kanıtı ve örneğidir.
Bu da şu anlama gelmektedir: Türk
Uluslaşmasını “faşist” bir süreç olarak
görenler ya Kurtuluş Savaşı’nın sosyolojik cephesini anlayamıyor ya da Türk
Ulusu’na düşmanlık besliyorlardır.
Kurtuluş Savaşı dış düşmanlarını işgaline karşı yapılmıştı. Bu
demek değildir ki Türk Uluslaşması, içten gelecek ihanete karşı savaşmak
iradesinden yoksundur. Türk Ulusu, uluslaşmasını, nasıl “düvel-i muazzamaya”
kabul ettirmişse; kendi içinden
çıkabilecek hain işgalcilere de kabul ettirebilecek kudrete ve iradeye
sahiptir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder