"Kamu yararına" kim karar verecek? Rüşvetçi siyasiler mi mesela? |
Burada iki önemli husus var.
Bunlardan birincisi “muamelât”
denen, dinin dünyaya dair uygulamalarında aklın esas alınması…
Diğeri de akıl
yürütmede gözetilecek norm.
Dinde akıl yürütme, başka bir
tartışma konusudur.
Burada dikkatimizi çeken “kamu
yararı” normudur. Esasen bu, hukukta içtihatta temel alınan normdur. Bunu anlamak da kolaydır, çünkü insanları
gerektiğinde kendilerine uymakta
zorlayacağınız kuralların herkes için ve her zaman makul ve makbul olmasını
sağlamanız gerekir.
Bu da ancak bütün bir toplumun “yararına”
hitap eden kurallar keşfetmekle mümkündür. Burada “keşfetmekten” kastımız
şudur:
Toplumda insanlar henüz
otoritelerce yazılı hale getirilmemiş bazı kurallara da uyarlar. Montesqieu
bunu “ İnsanlar kendi yaptıkları kanunlar kadar yapmadıkları kanunlara da
uyarlar..” diye ifade etmiş. Burada tabiat kanunlarından bahsettiği düşünülebilir
ama öte yandan davranışlarımıza yön veren henüz farkında varılmamış örflerden
de bahsettiğini düşünmemiz son derece mantıklıdır.
Burada yasama organını ve müçtehid
hâkimleri zora sokabilecek temel sorun “yarar”
teriminden kaynaklanmaktadır.
Neden böyledir?
Buradaki açmazın sebebi “yararın”/faydanın
tamamen bireysel bir değer olmasıdır. Değerin, “ Elde edilmek istenen ve elde
edildiğinde korunmaya çalışılan varlık” olduğunu düşünecek olursak faydanın
neden bireysel olduğu daha rahat anlaşılabilir. Bireylerin faydaları pek çeşitli ve çoğu zaman
ilişkisizdir. Bireylerin fayda telâkkileri bir noktada çakıştığında iki şey
meydana gelir: Mübadele/alışveriş veya savaş (dava).
Bu durumda toplum için ortak bir
fayda belirlemek imkânsızdır. Toplumsal değerlerin varlığı dahi toplumsal
faydayı tespit etmemizi mümkün kılamaz.
Vatan, bayrak, dili, egemenlik de
birer değerdir ancak bunlar doğrudan doğruya bireye yçnelik fayda sağlayan
değerler değildir. Bu değerlerin varlığı,
eğer olmak özelliği, birey için sağladığı doğrudan ve acil faydalardan
kaynaklanmaz.
Oysa kanunların değer olmak
özellikleri, her bir bireyin fayda algısını, toplumda davranış şeklini,
sözleşmelerin şeklini doğrudan doğruya ve her an etkilediği için bireysel
faydayla yakın ilgilidir.
Bireyde fayda telâkkisi sadece
zarardan kaçınmakla teşekkül etmez. Birey elde etmekten zevk alacağı her şeyi de
kendisi için bir fayda olarak telâkki eder. Sigara tüketiminin
engellenememesinin en büyük sebebi budur. Normal olarak bireyin zarardan
kaçınmak için sigaradan uzak durması gerekirken onun fayda telâkkisi, bundan
elde edeceği zevkin daha üstün olduğu kanaatine dayanır.
Oysa bir başkası bunun aksini
düşünebilir.
Veya içki tüketimi aynı şekilde düşünülebilir.
İçkinin muhtemel zararlı etkilerine rağmen “kamu yararına” olarak içkinin
toptan yasaklanması düşünülemez. Böyle bir yasaklamanın hiç kimsenin fayda
telâkkisini değiştirmediği tecrübe edilmiştir.
O halde “kamu yararı” asla
objektif olarak tespit edilemez. Kamunun yararını düşünmeye çalışmak iktidarlar
için keyfiliğin bir mazereti olmaktan
öteye gidememiştir. “Kamu yararı” terimi özellikle şeriatçı rejimlerin,
yobazlıklarını topluma dayatmasının ilk gerekçesidir.
Bu aynı zamanda iktidarın kendisi için faydalı
bulduğu hareketlerin yapılması için toplumu zorlamasının da gerekçesidir.
Peki ama toplumu herhangi bir
eylemin etkisinden korumak nasıl mümkün olacaktır?
Eğer herhangi bir eylem türünün toplumun tamamı için faydalı olup olmadığı
tespit edilemiyorsa; o eylem türünün zararlı olup olmadığına bakılması gerekir.
Buradaki temel mantık da şu
olmalıdır: “ Bu eylem toplumun genelince gerçekleştirildiğinde, emniyet ve
adaletin teminine, temel haklara zarar
verir mi vermez mi?”
Meselâ hırsızlık, hakkında hiçbir
kanun olmasa dahi toplumda yasaklanmış
bir eylemdir. Neden? Çünkü herkes bir diğerinin malını, onun arzusu hilâfına
almaya kalkarsa toplum ayakta kalamaz.
Burada akıl yürütmenin anahtar
kelimesi “zarar”dır.
Çünkü faydaların bireyselliğine
karşın zararın yaygın ve objektif etkilerini sezmek ve keşfetmek mümkündür.
Faydanın genelliğine itiraz etmek mümkündür ama zararın genelliği su götürmez
şekilde kanıtlanabilir.
Bunun sebebi de “faydanın” temel
haklardan farklı şekilde bireylerce geliştirilmesi iken “zararın”, herkesin asgari müştereği olan tartışılmaz,
vazgeçilmez, dokunulmaz ve devredilmez temel hakları ihlal anlamına
gelmesindendir.
Birisi “Dondurmak yemek kamu
yararıdır!” dese buna rahatlıkla itiraz edebilirsiniz ama “ Birinin malını
çalmak suçtur!” dediğinde buna itiraz edemezsiniz.
O halde ne yiyip ne içeceğimize de hazır siz karar verin? Bu nasıl olur? |
Demek ki “kamu yararı” ila
amaçlanan şey “kamu yararı” terimi ile sağlanamaz. Eğer amaç kamunun yani bütün
bir toplumun tartışmasız şekilde
yararlanacağı kurallar koymak ise bunun yolu
toplumun fayda algısını ortaklaştırmaya çalışmak veya bunu keşfetmeye
çalışmak değildir. Bu açıdan “kamu yararı” terimi maalesef basit bir amaç yönelimi belirtmenin ötesinde yanlış
şekilde bağlayıcı kabul edilmiştir.
Eğer daha doğru bir akıl yürütme
yapılmak isteniyorsa terim “kamu
zararsızlığı” olarak değiştirilmelidir.
Kamu yararı, birilerinin,
elindeki iktidar gücüyle insanlara belli eylem türlerini keyfice dayatması veya yasaklaması dışında bir
sonuç doğurmadığından veya doğuramaz. Bu yüzden “kamu yararı” terimi, yerini,
herkesin, üzerinde mutabık kaldığı temel hakların ihlal edilip edilmediğinin
denetimi veya muhakemesini sağlayabilecek “kamu zararsızlığı” terimine terk
etmelidir.
Eğer bir eylem toplumun genelince
uygulandığında temel hakların genel
yıkımına yol açacak bir zarar potansiyeli taşımıyorsa onun serbestliği iktidarın fayda algısına
/telâkkisine göre ortadan
kaldırılmamalıdır.
“Kamu zararsızlığı”, bu açıdan
kanun yapıcının ve müçtehid hâkimlerin toplumdaki “pozitif/etkin” veya âmir vesayetine karşın negatif/edilgen
bir akıl yürütme anlamına gelir.
Kamu zararsızlığı, devletin,
toplumsal düzendeki yerinin, bireyi temel haklarına göre belirlenmesi anlamına
gelir. Bu açıdan, adaletin ve toplumsal mutabakatın temininde “kamu zararsızlığı”
terimi “kamu yararı” terimine göre çok daha akılcı ve kesinlikle daha doğrudur.
Kamu yararı hele bizimki
gibi dinci iktidarların hüküm sürdükleri memleketlerde toplumsal hayatın
kısıtlanmasında kullanılan en büyük ahlâkî ve hukukî suiistimal aracıdır.
Bu suiistimalin engellenmesi da
ancak “kamu zararsızlığı” anlayışının
yerleşmesiyle mümkün olabilecektir.
Cazim GÜRBÜZ : “Kartal Gözüyle
Lâiklik”: Berfin: 2010: Shf:37
2 yorum:
Kamu yararına olduğu iddia edilen kanunların akılcılık ile ortaya çıktığı savunulsa da, bu akılcılık değil; bir davranışın gelişmiş bir toplumdaki her bireyi için, her farklı yaşam için doğuracağı sonucu ve kişinin fayda/zarar kriterlerini önceden bildiğini iddia etmektir ki buna "kurucu rasyonalizm" deniyor.Yani aslında asıl soru: "Kimin aklı?"
O zaman da bir katilin " Benim yaptığım bu eylem bana göre faydalı, rahatlatıyor beni, sinirim geçiyor birilerini öldürünce" diyerek bir savunma yapabileceği yanılgısı akla geliyor ki o zaman da belirttiğin gibi şu paragraf olayı çözüyor.
"Bunun sebebi de “faydanın” temel haklardan farklı şekilde bireylerce geliştirilmesi iken “zararın”, herkesin asgari müştereği olan tartışılmaz, vazgeçilmez, dokunulmaz ve devredilmez temel hakları ihlal anlamına gelmesindendir."
Yaşa, var ol Yelizciğim! "Kurucu rasyonalizmin" nefis bir özeti...
"Kamu yararı" belki şu an için lüzumsuz bir ayrıntı gibi gelebilir çoğuna ama gündemi sallayan yolsuzlukların hemen hepsi, "kamu yararı" mazeretiyle meşrulaştırılmıştır.
Bu konuya ciddiyetle eğilerek kafa yorduğun için çok teşekkür ederim. Yorumun beni çok sevindirdi. Her zaman bekliyorum. Aklına, eline sağlık.
Yorum Gönder