29 Eylül 2010 Çarşamba

Soyut Yok mudur?




Memleketimizdeki etnik ırkçıların iddialarının çok güçlü görünmesinin sebebi, bu iddiaların oldukça somut delillere dayanmasındandır.
Dolayısıyla bu iddiaların karşı iddiaları daha en başından yok sayılmakta ve tartışmalarda, “çözüm arayışları” hep etnik ırkçıların “delilleri” üzerinden yürütülmektedir.


Nedir bu deliller? Kürt adını ortaya koyan soy ilişkileri / kan bağlarıyla kesin şekilde ayırt edilebilen ve ülkenin geri kalanınca anlaşılamadığı için “yabancılığı”, “ötekiliği ispatlayan etnik bir dil…

Bu kadar elle tutulur “deliller” söz konusu iken Türk adının aynı ölçülerle/delillerle ispatlanması mümkün olamadığı takdirde, nasıl olur da bu memlekette Türk diye bir egemenin var olduğundan bahsedilebilir? Etnik ırkçıların, onların yardakçısı sözde liberal bazı vatansızlar, bazı sosyalistler ve elbette siyasi dincilerin ortak kanaati budur!

Salyangozlar için hayat öyle yavaş akmaktaymış ki gözlerinin önündeki bir şeyi hızla çektiğinizde yok olduğunu sanırlarmış, hareketi algılayamazlarmış.
Oysa bir leopar için bu söz konusu değildir, çünkü onun işi sür’atle ilgilidir.
Mesele bu şekilde bir algılama farkıdır…



Etnik ırkçılar ki onların sosyolojiden haberdar olmalarını beklemiyorum; vatansız liberaller ve sosyalistler ve elbette siyasi dincilerin asgari müştereki olan “enternasyonalizm” de aynen bir salyangoz algısı yaratmaktadır.



Şu farkla ki: Salyangozun algısı harekete bağlıyken insan olmak iddiasındaki bu grupların algılarındaki çarpılma “soyutlamayla” yan doğrudan doğruya insan olmakla ilgilidir.
Yanılmıyorsam Taha Akyol “Türk adı öyle soyutlaştı ki artık neredeyse yok oldu, bunu Kürtlere anlatamazsınız..” mealinde bir laf edip bu algı yetmezliğini, bir sirkati arz eder gibi itiraf etmiş.
İşin özü bu itiraftadır!



Liberalizm merkezine bireyi alırken bunu “soyut” bir birey üzerinden yapar. Çünkü o, “Her zaman herkes için geçerli olan ve daha önemlisi zaten var olan âdil davranış kuralları” ile ilgilenmektedir.


Buradaki anahtar kelime” soyut”tur.
O halde soyutluk gerçekten var olan bir şey midir, yoksa aslında tamamen uydurma bir kabul müdür?



Gerçek, “kendisinden başka bir şey olamayacağı anlaşılmış şeydir”. Yani eğer soyutluk diye bir gerçek var ise bunun kendisinden farklı bir şey olamayacağının anlaşılmış olması gerekir.
Gerçekliğin önemi nedir?



Gerçekliğin önemi şudur ki o, doğrularımızın anasıdır.
Eğer böyle olmasaydı bizimle aynı seviyede yaşayan toplumlarla paylaşılan ortak doğrularımız olmazdı.



Nedir mesela bu doğrular? Çalmamak, öldürmemek, tecavüz etmemek, yalan söylememek gibi sınırlamalar…



Birden bire şunu fark ederiz ki “medeniyet” denen şeyi yaratmaya başladığımızdan… Yani insanlığımızın, sümüklüböceklerden, maymunlardan, çekirgelerden, balıklardan, kertenkelelerden farkını ortaya koymak ihtiyacını hissetmemizden itibarendir ki”elle tutulmayan” ama bizi bağlayan bir takım sınırlayıcılar olduğunu keşfetmeye de başlamışızdır. Montesquiue bu durumu “İnsan kendi yaptığı kanunlar kadar kendi yapımı olmayan kanunlara da uyar” diye belirtmiştir. Burada bahsedilen kanunlar hem hepimiz için geçerli olan tabiat kanunlarıdır hem de “henüz keşfedilmemiş” toplumsal hayata dair sınırlamalardır. Esasen liberal düşünürlerin “common law” ile ortaya koydukları temel ilke de “kanunların” bir yaratma işinden ziyade, bir keşif sürecinin ürünleri oldukları ve olmaları gerektiğidir.



Peki ama soyutluk nerededir? Hâlâ elle tutulur delillerin karşımıza çıkmadığı bu tartışmada kanunlardan bahsetmek bizi nereye götürmektedir?



Soyutluğun bu şeffaflığı, onun hava gibi çevremizi sarması maalesef nefes almak ihtiyacımızı unutmamıza sebep olur çoğu zaman. Havayı göremez ve ancak bir hareketi esnasında hissederiz.. Ama onu en çok nefessiz kaldığımızda hissederiz.
Soyutluk da aynen hava gibidir. Onun var olduğuna dair kesin kabullerle yaşar ama bu kabullerimizin farkına varmak istemeyiz.



Meselâ toplumda kabul edilebilir davranışlarla ilgili sözlü sözsüz kurallar koyar ama bu kuralların taş , toprak, su, odun gibi şeyler olmadığını hiç düşünmeyiz.
Bir suaygırı ancak suya yakınlıkla hayatını sürdürebilir. Onun kuralı, doğrudan doğruya hayatının fiziki sınırlarından ibarettir. Hayvanlar ve bitkiler âlemi( Ben insanın bir hayvan olmadığında ısrarlıyım) için “kurallar” net, değişmez ve gözlenebilirdir. Çünkü varoluşları hakkında kendi kararları söz konusu değildir.



Varoluşu hakkında herhangi bir karar verebilen tek canlı insandır. “Varoluşu” algılayan tek canlı da insandır. Varoluş “fikrini” ortaya çıkaran tek canlı da insandır. İyi de var olduklarına dair bir fikirleri olmayan canlılar ile var olduğunu idrak edebilen insan arasındaki fark o kadar önemli midir? Çoğunun sandığının aksine gayet önemlidir!
Çünkü “var olmak” fikrinin bizatihi kendisi “soyuttur”!



Çünkü var olmanın, fizikî kurallara bağlılığın ötesinde kurallarla mümkün olduğunu idrak edebilmek kabiliyeti sadece insanda vardır! Çünkü ancak “akıl ettiğinde” yani “ilgi kurabildiğinde”, “yani varlığı sürdürmeyi sadece tabiata karşı değil diğer insanlarla beraber olarak da sağlamanın “anlamını” düşünen tek canlı insanoğludur!



Bundan dolayıdır ki tabiatı kendine göre “tercüme” ederken aynı zamanda yaşamanın maliyetini en aza indirecek beraberliği sürdürebilmenin de kurallarını keşfetmeye çalışmıştır. Çünkü ancak bütün insanlarda beraber yaşamak rızasını hasıl edecek ortak sınırlar varsa yani insanın var oluşunu ortadan kalkmaması için şartlar sağlanmışsa insan var olabilir.


Bunun ne gibi bir önemi olabilir? Veya böyle olması bizim için neden fark etmelidir?
Şundan dolayı: Eğer soyutluk olmasaydı, insan “gerçeği” aramak ihtiyacını hissetmezdi, yani “kendisinden başka bir şey olamayacak şeyi” aramak ihtiyacını duymazdı. İyi de insan bir hayvansa bunu nasıl yapabilmektedir?



(Devam edecek...)

Hiç yorum yok: