30 Eylül 2010 Perşembe

Kim Kime Nasıl?

Karikatürde Gordon Brown: "Ya küresel büyük düzen(mutabakat)? Dünyayı kurtarabilirdik!"diyor Obama ise "Pekala, eğer onlar için işe yarasaydı.." diyor. AIG bir Amerikan finans kurumu


Başbakan kur taahhüdü verdi sıcak para patladı”…” 30/09/2010 Hürriyet’ten (Erdal Sağlam)
Bu bir yazının başlığı… Yazının gerisini okumaya gerek yok… Çünkü gerisi çoğumuzun anlamadığı, ekonometri, matematik ve spekülasyon karışımı bildiğimiz “ana akım” iktisadi yorumlardan ibaret.


Yazının vurucu ve anlamlı kısmı başlığı!
Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı birlerine bir taahhütte bulunuyor ve para arzında inanılmaz bir artış yaşanıyor hem de bir anda!

Sıcak paraya duyulan kolektivist/milliyetçi tepkilerin haklılığını tartışabiliriz ama sorun şurada:
Normal bir piyasada hiçbir değişiklik bu kadar hızlı olamaz, olmamalı!
Neden? Çünkü piyasa denen yaygın bilgisizlik ortamı, bir takım öngörülerin, “zamanla fark edilen” değişimlere göre değişmesi ile şekillenir.
Piyasa aktörleri bu yüzden ilgilendikleri sektörle ilgili âzâmi bilgiyi elde etmeye çalışırlar ki tahminlerinin isabetliliği artsın!

Döviz piyasası ile ilgilenen spekülatörler için esas ilgi alanı başat para olan para neyse onun dünya üzerindeki seyrini gözleyebilmektir. Yani bütün satıcılar birbirlerinin piyasasına göz atarak dövizin ( veya herhangi bir malın) kendi ülkelerindeki talep karşısında edebileceği en yüksek değere ne zaman ulaşabileceğini kestirmeye çalışır.
Burada dikkat edilmesi gereken şey şudur:

İnsanlar burada hangi kabadayının, hangi zor kullanıcının, hangi devletin işlere ne zaman müdahale edeceğini bilemez! Çünkü işin “normali” piyasalarda malların arz ve talebe dayanan göstergelerinin meydana getirilebilmesidir!

Başbakan birilerine bir taahhütte bulunmuş! Kimin malıyla ilgili, nasıl bir taahhütte bulunmuş? Kritik soru budur! Burada taahhüdün dayandığı mallar, ellerinde döviz bulunduran, iç piyasada döviz talebine göre durumlarını ayarlayan insanların birikimleri, sermayeleridir!
Eğer hazinede saklı duran paranın, iktidarların saçıp savurabileceği “ Tanrısal” bir para olduğu sanılıyorsa, bu yanlış kanaat, devleti zımnen bir harami olarak kabul etmek demektir.
Çünkü hazineyi oluşturan vergi havuzu ( iç borç ve basılı para gerçek paralar değildir), birileri yetkilerini gönüllerince kullanıp da israf edebilsin diye biriktirilmemiştir! Devlet adamlarının boyunlarındaki vebalin ağırlığı, verginin emeğimizden “zorla” kesilmesi, bu konuda bize hiçbir mutabakat/ diyalog imkânı verilmemesindendir.

Başbakan bu açıdan kime ve neye güvenerek kime , nasıl bir taahhütte bulunmuştur? Kendinsin asla tam olarak bilemeyeceği ve muvakkaten müdahaleler dışında etkileyemeyeceği piyasalardaki dalgalanmalar varken kime nasıl bir güvence verebilmektedir?


Dünyada yaygın bir yanlış olarak hükûmetler kısa süreli hava tahmin raporları gibi tahminlere dayanarak piyasalarla ilgili ciddi kararlar vermektedirler ve bu şekilde de “birikimli” yanlış beklentiler kırığı yaratmaktadırlar. Ekonomik tsunamiler, birikmiş yanlış beklentilerin, zamanla yaratılan bu kırıktaki gerilimi boşaltmasıyla meydana gelen depremlerden sonra oluşmaktadır. Bu kırıklardan sonra bir sıvı gibi akışkan olan ekonomik faaliyet dünyanın her yerinde kırıkta meydana gelen basıncın aynısının hatta çok daha fazlasının hissedilmesine yol açmaktadır.
Her hükûmet, aldığı oy miktarıyla bir tür tanrılık kompleksine girmekte ve elinin altında duran büyük para yığınının, onun hikmetinden, faziletinden dolayı var olduğunu sanmaya başlamaktadır.

Bu bizim başbakanımızla şahsen ilgili bir konu da değildir. Bu, ekonomideki müdahalecilik/devletçilik” hastalığının genel karakteristiğidir.
Hükûmetlerin bu tip “arızî” müdahaleleri, işi dövizle ilgili olan her sektörün fiyat beklentilerini körleştirmekte, iş , arzı ve talebi takip etmekten çıkıp iktidar liderinin “ taahhütlerini” takip etmeye kalmaktadır.

Hükûmetler tüketmedikleri kaynakların ve üretmedikleri malların fiyatlarıyla ilgili konuşmaktan acilen men edilmelidir ki buna “emek” de dahildir! Bu gün durmadan bahsedilen emek sömürüsünün temelinde an başta “asgari ücret” dayatması yatmaktadır! Bu uygulama “en düşük fiyatlı emeğin” tespitini imkânsızlaştırdığından, nitelikli emeği sürekli en niteliksizin seviyesine çekilmesine dolayısıyla sömürülmesine sebep olmaktadır. Kaldı ki açlık sınır daima asgari ücretin üzerinde çıkmaktadır.

Bakkal Ahmet Amca’nın toptancısıyla alışverişi, hükûmeti değil, onları ilgilendirir!
Şu aşamada hiç kimse hükümetin başı gibi bir yetkilinin taahhüdünden kâr sağlayacakları kınamamalıdır! Bir paranın kaynağı piyasa değilse mutlaka devlettir!
Mesele odur ki piyasada parayı elde etmenin yolu alışverişi bilmekten geçerken, devletten elde etmenin yolu sadece yetkilileri mutlu etmekten geçer.


İşin tarjik yönü şurasıdır ki: Piyasadan elde edilen para, müşterinin rızasına dayanan parayken, devletten elde edilen paranın sahibi, adlarını bilmediğiniz ve emekleri zorla azaltılmış milyonlardır.
Eğer her ağrınıza devletten bir ağrı kesici bekliyorsanız, devletin, istediği herkesi zengin edebilmesine de ses çıkarmamanız gerekir.

Hiç yorum yok: