13 Eylül 2010 Pazartesi

İktidar Olmak Emin Olmaktır


Bazıları terörün bu günün işi olmadığını, dolayısıyla terörden bu günkü hükûmetin sorumlu tutulamayacağını söylüyor.


Evet kampının en güçlü argümanı “hayır” demekle terörün durdurulamayacağı ve bu yüzden de en azından demokratikleşmeyle sükûnun sağlanabileceği…

Buradaki temel mantık hatası şudur:
Bir hatanın geçmişten gelmesi, mevcut yetkilinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Geçmişten gelen bir hata varsa onun mevcut yetkili tarafından düzeltilmemesi, mevcut yetkiliyi daha fazla sorumlu kılar!
Hatanın ortadan kaldırılması tartışılmaz önceliktir!


Terörle mücadele bütün Türk hükûmetlerinin ortak sorumluluğudur.
Kaldı ki mevcut terörün etnik/ ırkçı içeriği ve amacı, millî bütünlüğümüze doğrudan yönelmesi bu sorumluluğu daha da katılaştırmakta, ağırlaştırmaktadır.


Bir örgüt, sizin yegâne meşru egemenlik aracınıza karşı saldırıya geçtiğinde onu doğrudan “düşman” olarak kabul eder ve yok etmeye çalışırsınız.
Bundan dolayı da onu hiçbir unsuruyla, fikriyle, mantığıyla ve örgütlenmesiyle kabul edilemez ve gayrimeşru ilan edersiniz.


“Demokrasi” sizinyegâne meşru egemenlik sahanızda, kuralları hukukla belirlenmiş, tapusu Türk Milletine ait bir özgür siyaset piyasasıdır.
Bu piyasada kimseyi tehdit edemez, kimseye şiddet uygulayamaz ve en önemlisi de kimseye yalan söyleyemezsiniz!
Demokrasiyi işler kılan, en önemlisi makbul ve arzu edilir kılan işte onun bu ölçülerle sınırlandırılmasıdır.


Ama eğer birisi, sizin demokrasi piyasanıza şiddetti, yalanı, tehdidi sokmaya çalışırsa… Yani sizin kurallarınızı kabul etmediğini ilân ederse.. Sizin kimliğinizi belirleme hakkınızı, piyasanıza kendi tabelanızı asmak hakkınızı elinizden almak isterse işte o zaman onu “düşman” kabul edersiniz.


Aksi takdirde eline silahı alarak size her istediğini yaptıranlar, sonuçta dediklerini yaptırdıkları müddetçe şiddet uygulamadıkları için size göre “barış” içinde kalmış da olabilirler.
Bugün bir etnik ırkçı parti, öldürülen düşmanlarımızı açıkça benimseyip bizim siyaset pazarımızın kurallarını çiğnemekte, demokrasiyi yani siyaset piyasamızın kurallarına kafa tutabilmekte ama hiçbir takibata uğramamaktadır.


Bu durum zımnen “Elinde silahı olup da tehdit edebilen herkesin bir şekilde siyaset yapabileceği” anlamına gelmektedir.
Demokrasiyi tehdit eden, ırkçılıklarını silâh zoruyla bize dayatan insanlara karşı sessiz kalmak demokrasiyle bu yüzden bağdaşamaz!


Dolayısıyla kökü tarihten de gelse, seçmenleri tehdit ettiği açıkça belli bir etnik terör örgütünü açıkça destekleyenlerin hâlâ siyaset pazarını kirletmesine izin vermek çok ciddi bir sorumluluktur. Demokrasiyi şiddete alet edenlerin hiçbir yerde ve hiçbir zaman demokratik hakları olamaz! Referandumun en kötü muhtemel yan etkisi, parti kapatmalarla ilgili ölçüleri kaldırıp yerine siyasi pazarlıkların geçmesine imkân vererek demokrasinin etnik terörle enfekte edilmesine zemin hazırlaması olmuştur.


Dolayısıyla etnik terör, varlığı kabullenilecek, sineye çekilecek bir mecburiyet değildir! Bunun “devr-i sabık” mazereti de olamaz! Bu gün “Oralarda biz varız!” demek de siyasî etikle bağdaşmaz. Bu, teröre teslim olmanın, onunla bir çeşit uzlaşmaya girmenin zımnî itirafıdır!
Hükûmetlerimizin görevi, yalnız kendi partileri ve gücü yeten terör örgütü destekçileri için değil bütün partiler için ülkenin her yanını siyasi faaliyette emniyetli kılmaktır, emin(güvenilir) olmaktır

2 yorum:

bilge dedi ki...

"Sükûnun sağlanması", mevcut durumda sorunu pkk ve etnik terör cephesi lehine askıya alma anlamına geliyor. Ziravdevlet şu anda gerileyen, cephe kaybeden taraf. "Özerklik" çok açıktan ifade ediliyor artık, ve "devleti" temsil eden hükümetten bu konuda yekpare bir tepki gelmiyor. Evet, Başbakan "tek millet, tek devlet" diye bir demeç verdi, ama o devlet güneydoğuda yok! Referandumda açık açık zor kullanarak insanları sandığa gitmekten alıkoydu bdp ve devlet orada yoktu..

Afşar Çelik dedi ki...

Maaelesef, maalesef ve maalesef evet... Seçmenlerin %75'inin engellenebildiği bir memlekette hükümetten bahsetmek ne kadar mümkündür?