Bu sabah, yıllar evvel Hizbullah’ın öldürdüğü Gonca KURİŞ’in hayatlıyla ilgili Soner YALÇIN’ın yazısını okudum.
Allah Gonca Hanım’a gani gani rahmet ve katillerine de lanet etsin!
Gonca Hanım’ın hayatının bir özelliği var. Sıradan Türk vatandaşları gibi, bir şey olmak için üniversiteye gitmemiş. Kendini inşa etmek işini akademisyenlerin üstüne yıkmamış. Normalde genç yaşta evlenen kadınlar gibi hayattan elini eteğini çekmemiş. Ne yapmış? “Madem okumam, yazmam var, aklım da var niye başkalarının aklına uyayım ki?” diyerek eline geçen ne varsa okumuş, kendi aklına vurmuş. Sonra da fikirlerini korkmadan açıklamış.
Bu çoğunuza normal görünebilir. Ama bunlar, bu ülkede normal değil. Gonca Hanım, “reel politğie” göre bir Türk vatandaşı olarak iki büyük hata yapmış:
Birincisi bu ülkede insanların fert/birey olarak var olabileceğini sanmış.
İkincisi aslında birinci hataya sebep olan hatadır ki bu da Türkiye’de, kendini sınırlandıran ve insanların ferdiyetine/bireyselliğine karşı saygılı bir hukuk devletinin var olduğunu sanması.
Bakınız meselâ şimdilerde başbakana adeta “olağanüstü hal yetkisi” olarak kanal kapatma yetkisi veriliyor, işittiniz mi hiç? İşitmediniz, değil mi? Yani? Ancak yargı kararlarıyla sınırlandırılabilecek temel haklar sahası, gün geçtikçe yürütmenin müdahalesine daha fazla açılıyor.
Merhume Goncaa KURİŞ fertlerin kendi aralarına özgürce “cemaatleşmesinin” aynı zamanda özgürce cemaatten ayrılabilmesi anlamına geldiğini sanmış. Oysa memleketimizdeki çarpık demokrasi algısının en önemli özelliği, insanların mutlaka birer cemaate zincirlenmiş olarak yaşamaya mecbur edilmesidir. Bir sosyalist, ateizm, kolektivizm ve devletçilik konularını kesinlikle sorgulayamadan mutlaka aynı zamanda bir çıkar birliği olarak sol “ cemaate” üye olurken bir siyasal dinci de devlet ve millet düşmanlığı, Arap hayranlığı ve dini ideolojileştirmek tavrı ve aynı zamanda çok sıkı menfaat ilişkileri ile kendi cemaatine bağlanır. Bir etnik ırkçı Kürt ırkının farklılığını ve bu farklılığın siyasallaştırılmasını gözü kapalı savunurken Türk adından ve devletinden nefret etmek müştereki ve aynı zamanda Marksist yönelimi ile kendi “cemaatini” belli eder.
Türkiye’de cemaatleşme, insanın yegâne var olabilme halidir. Bu, sürü halinde avlanan canlıların yegâne hayatta kalma biçimidir ama insanların değil…
Türkiye’de “cemaatler” birbirlerinin her fırsatta gözünü oymak için bekler gibi görünmekle beraber hepsinin üst ve ortak düşmanı aslında ferttir/bireydir. Daha da özetle söylemek gerekirse hepsinin ortak düşmanı akıldır, düşünmektir.
Merhume Gonca Hanım, etnik aidiyetle lekelenmiş bir dinci cemaate, milletleşmiş, farklılıkları içinde mezcetmiş ve bu yüzdende “özgürlük” algısı çok daha geniş şekilde oluşmuş bir toplumun üyesi olarak girmiş. Kendi aklı, ona dünyada insan varoluşunun barışa ve rızaya dayandığını söylemiş. O yüzden de “Ben yokum!” dediğinde anlaşılacağını sanmış.
Cemaatleşmeyi, aklının muhakemesine vurmuş ki bu, hele dinci cemaatleşmede en kötü şeydir. Hele bir de etnik ırkçılığın nefretinin kendisinden beslendiği bir dinci cemaatleşmede, milletleşmenin medenî olgunluğuna mensup olduğunuzu gösterirseniz, bunun affedilmesi beklenemez. Gonca Hanım, görünen o ki “Türk” adı altındaki bir gönüllü beraberlikte yaşayacağını düşünmüş ve “gönlünün rızasını”, cemaate tapınmanın önüne koymuş.
İkinci hatası, aslında daha büyük görünüyor. O da, “gönül rızasına” aykırı davranan cemaatlerin, hukuk devleti ile sınırlanacağı yanılgısıdır. Çünkü ancak böyle bir teminatın varlığında, aklını kullanan Gonca Hanım gibi bireyler, kendi fikirlerini çekinmeden açıklayabilirler. Bir hukuk devletinde birey, şiddetle ilgisi olmayan fikirlerinden dolayı devlet de dahil olmak üzere hiçbir güç kullanıcı tarafından taciz edilemez.
Oysa bugün memleketimizde demokrasi her türlü “cemaatin”, oy çokluğu vasıtası ile devletin zor kullanma yetkisini ele geçirmek savaşı/mücadelesi haline getirilmiştir. Artık Türkiye,oy sayısının hiçbir ilke ve kuralla sınırlandırılamadığı bir ülke haline getirilmiştir. Bundan dolayıdır ki “muhafazakârların” hukukla sınırlandırılmış iktidarı yerine, dini, devlet eliyle hayatımıza egemen kılındığı bir siyasal dinci/ümmetçi bir rejime doğru son hızla gitmekteyiz. Bu rejimin özelliği, din adına milletin ve milliyetin reddi, etnik ırkçılığın, milleti parçalamak adına kullanılması, adına “Müslüman” denen siyasal dinci bir grubun devletin imkânlarını kendi kolektif yarar anlayışına göre cemaatlere dağıtabildiği, korporatist ve kolektivist bir dağıtıcı devlet yapılandırılmasıdır.
Dolayısıyla böyle bir devlet, cemaatleşmenin özgürce oluşmasına izin vermesinin yanında, dağılmasının da bireylerin rızasına bırakıldığı bir hukuk devleti olmaktan çok uzaktır.
Görünen o ki “Biz ekmeğimizi yiyelim gerisine karışmayalım!” akıldaneliği ile sözde dindarlığa siyasal gücü vermeye devam edersek gün gelip de tuvalete hangi ayakla girip çıktığımız sorgulandığına bile cevap verecek kadar beynimiz kalmayacak. Gonca Hanım, kendi aklıyla yaşayıp ölmüş gerçek bir Müslüman olarak akıl ve ahlâk sahibi bütün Türk vatandaşlarının hem gururu hem gönül yarası olarak içimizde yaşayacaktır.
Allah Gonca Hanım’a gani gani rahmet ve katillerine de lanet etsin!
Gonca Hanım’ın hayatının bir özelliği var. Sıradan Türk vatandaşları gibi, bir şey olmak için üniversiteye gitmemiş. Kendini inşa etmek işini akademisyenlerin üstüne yıkmamış. Normalde genç yaşta evlenen kadınlar gibi hayattan elini eteğini çekmemiş. Ne yapmış? “Madem okumam, yazmam var, aklım da var niye başkalarının aklına uyayım ki?” diyerek eline geçen ne varsa okumuş, kendi aklına vurmuş. Sonra da fikirlerini korkmadan açıklamış.
Bu çoğunuza normal görünebilir. Ama bunlar, bu ülkede normal değil. Gonca Hanım, “reel politğie” göre bir Türk vatandaşı olarak iki büyük hata yapmış:
Birincisi bu ülkede insanların fert/birey olarak var olabileceğini sanmış.
İkincisi aslında birinci hataya sebep olan hatadır ki bu da Türkiye’de, kendini sınırlandıran ve insanların ferdiyetine/bireyselliğine karşı saygılı bir hukuk devletinin var olduğunu sanması.
Bakınız meselâ şimdilerde başbakana adeta “olağanüstü hal yetkisi” olarak kanal kapatma yetkisi veriliyor, işittiniz mi hiç? İşitmediniz, değil mi? Yani? Ancak yargı kararlarıyla sınırlandırılabilecek temel haklar sahası, gün geçtikçe yürütmenin müdahalesine daha fazla açılıyor.
Merhume Goncaa KURİŞ fertlerin kendi aralarına özgürce “cemaatleşmesinin” aynı zamanda özgürce cemaatten ayrılabilmesi anlamına geldiğini sanmış. Oysa memleketimizdeki çarpık demokrasi algısının en önemli özelliği, insanların mutlaka birer cemaate zincirlenmiş olarak yaşamaya mecbur edilmesidir. Bir sosyalist, ateizm, kolektivizm ve devletçilik konularını kesinlikle sorgulayamadan mutlaka aynı zamanda bir çıkar birliği olarak sol “ cemaate” üye olurken bir siyasal dinci de devlet ve millet düşmanlığı, Arap hayranlığı ve dini ideolojileştirmek tavrı ve aynı zamanda çok sıkı menfaat ilişkileri ile kendi cemaatine bağlanır. Bir etnik ırkçı Kürt ırkının farklılığını ve bu farklılığın siyasallaştırılmasını gözü kapalı savunurken Türk adından ve devletinden nefret etmek müştereki ve aynı zamanda Marksist yönelimi ile kendi “cemaatini” belli eder.
Türkiye’de cemaatleşme, insanın yegâne var olabilme halidir. Bu, sürü halinde avlanan canlıların yegâne hayatta kalma biçimidir ama insanların değil…
Türkiye’de “cemaatler” birbirlerinin her fırsatta gözünü oymak için bekler gibi görünmekle beraber hepsinin üst ve ortak düşmanı aslında ferttir/bireydir. Daha da özetle söylemek gerekirse hepsinin ortak düşmanı akıldır, düşünmektir.
Merhume Gonca Hanım, etnik aidiyetle lekelenmiş bir dinci cemaate, milletleşmiş, farklılıkları içinde mezcetmiş ve bu yüzdende “özgürlük” algısı çok daha geniş şekilde oluşmuş bir toplumun üyesi olarak girmiş. Kendi aklı, ona dünyada insan varoluşunun barışa ve rızaya dayandığını söylemiş. O yüzden de “Ben yokum!” dediğinde anlaşılacağını sanmış.
Cemaatleşmeyi, aklının muhakemesine vurmuş ki bu, hele dinci cemaatleşmede en kötü şeydir. Hele bir de etnik ırkçılığın nefretinin kendisinden beslendiği bir dinci cemaatleşmede, milletleşmenin medenî olgunluğuna mensup olduğunuzu gösterirseniz, bunun affedilmesi beklenemez. Gonca Hanım, görünen o ki “Türk” adı altındaki bir gönüllü beraberlikte yaşayacağını düşünmüş ve “gönlünün rızasını”, cemaate tapınmanın önüne koymuş.
İkinci hatası, aslında daha büyük görünüyor. O da, “gönül rızasına” aykırı davranan cemaatlerin, hukuk devleti ile sınırlanacağı yanılgısıdır. Çünkü ancak böyle bir teminatın varlığında, aklını kullanan Gonca Hanım gibi bireyler, kendi fikirlerini çekinmeden açıklayabilirler. Bir hukuk devletinde birey, şiddetle ilgisi olmayan fikirlerinden dolayı devlet de dahil olmak üzere hiçbir güç kullanıcı tarafından taciz edilemez.
Oysa bugün memleketimizde demokrasi her türlü “cemaatin”, oy çokluğu vasıtası ile devletin zor kullanma yetkisini ele geçirmek savaşı/mücadelesi haline getirilmiştir. Artık Türkiye,oy sayısının hiçbir ilke ve kuralla sınırlandırılamadığı bir ülke haline getirilmiştir. Bundan dolayıdır ki “muhafazakârların” hukukla sınırlandırılmış iktidarı yerine, dini, devlet eliyle hayatımıza egemen kılındığı bir siyasal dinci/ümmetçi bir rejime doğru son hızla gitmekteyiz. Bu rejimin özelliği, din adına milletin ve milliyetin reddi, etnik ırkçılığın, milleti parçalamak adına kullanılması, adına “Müslüman” denen siyasal dinci bir grubun devletin imkânlarını kendi kolektif yarar anlayışına göre cemaatlere dağıtabildiği, korporatist ve kolektivist bir dağıtıcı devlet yapılandırılmasıdır.
Dolayısıyla böyle bir devlet, cemaatleşmenin özgürce oluşmasına izin vermesinin yanında, dağılmasının da bireylerin rızasına bırakıldığı bir hukuk devleti olmaktan çok uzaktır.
Görünen o ki “Biz ekmeğimizi yiyelim gerisine karışmayalım!” akıldaneliği ile sözde dindarlığa siyasal gücü vermeye devam edersek gün gelip de tuvalete hangi ayakla girip çıktığımız sorgulandığına bile cevap verecek kadar beynimiz kalmayacak. Gonca Hanım, kendi aklıyla yaşayıp ölmüş gerçek bir Müslüman olarak akıl ve ahlâk sahibi bütün Türk vatandaşlarının hem gururu hem gönül yarası olarak içimizde yaşayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder