Vakt-i zamanında Alatlı değinmişti, “Ben bir Kürt aydını olsaydım” dediği yazısında… Orada etnik ırkçı Kürtçü hareketin finansmanına kısaca değinmiş ve bununla ilgili bir ahlâkî uyarıda da bulunmuştu.
Fakat gel zaman, git zaman, bu konuya fazla değinilmedi.
O halde Kürtçülük hareketinin ideolojisi ve eylem ahlâkı üzerine biraz daha düşünmekte sanırım fayda var.
Şüphesiz sosyalistler her sınıfın, kendi bilinci ile kendi ahlâkını oluşturduğunu dolayısıyla “doğru” ahlâka ulaşmak için ancak “doğru sınıf” olan proleter sınıfının diktatörlüğüne ihtiyaç olduğunu söyleyeceklerdir. Bunu yaparlarken de durmadan bir geri zekâlılık örneği olarak küçümsedikleri idealizmi sonuna kadar kullandıklarını fark edemeyeceklerdir. Çünkü “sınıf bilinci” gibi bir fikrin temelinde “kategorizasyon” yatar. Şeyleri, kategorize ediyorsanız, idelerine göre sınıflıyorsunuz demektir.
Yani mutlaklara bağlanıyorsunuz, demektir. Kaldı ki proleter devrimi için çalışmak, onu idealize etmektir. Onu tek doğru ve kabul edilebilir davranış saymak demektir. Yani “mutlakçılık” demektir. O halde hem proleter devriminin mutlak neticesine ulaşmak isteyip hem de araçlarınızı aklınıza geliverdiği gibi değiştiremezsiniz. “Ona ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmak” demek davranışlarınızın kendilerinin ahlâktan ari kılarak eyleme geçmek demektir. Nitekim bu yapılmıştır. ’80 öncesi Türk solu, kendi arkadaşlarını, tahrik amacıyla vurabilmiş, bu konuda yalan yayınlar yapabilmiş, işlediği suçları gizleyebilmiştir. Bu, sol ideolojinin varoluşsal gerekliliğidir.
Çünkü bir ahlâka bağlanmak demek, şartlar ne olursa olsun onu korumaya çalışmak demektir.
Sosyalistlerin ahlâkı, kendilerinden olmayanla kesin şekilde uzlaşmazlığa ve hedefe yani devrim dışındaki hiçbir şeye bağlılık göstermemeye dayanır. Aklı ancak dalgın bir ilkokul öğrencisinin matematik algısı kadar çalışan bir insanı, iktisatçı ve hele filozof sanan sol için ahlâk sıradan bir kelimeden ibarettir. Sosyalist eylemin asıl fikir babası Lenin’dir ve şu satırlar solun ahlâk anlayışını gayet güzel özetler.
“…Daha sonraki yıllarda Başkurdistan devlet başkanı olacak olan Zeki Velidi Togan, Lenin’in hürriyet ve bağımsızlık vaad eden yalanlarını kendisine hatırlatırcasına Lenin’e sorar:
Sen, bize söz verdin, hani Tataristan ve Başkurdistan müstakil olacaktı?
Lenin’in cevabı kısa ve nettir:
Sen, siyaset ile ahlâkı karıştırıyorsun!..” (1)
Lenin Boşlevik iktidarına kadar herkesi kucaklar görünmüş ama daha sonra bıçağını çekmekte beis görmemiştir ki onun kanlı mirası Stalin tarafından sürdürülmüştür.
Keza İspanya İç Savaşı gibi bir savaşta, “yoldaşlarını”, sahiplerinin yani Stalin’in bir emriyle gözleri kapalı terk ediverenler de sosyalistlerdi.
Buraya kadar sosyalizmin göreceli ve maksatlı (teleolojik) ahlâkından bahsetmemiz boşuna değildir.
Çünkü vakt-i zamanında ideolojilerinin enternasyonalizmi gereği, Türk adına alerji gösteren ve Türk için çalışan herkesi faşist, ırkçı diye yaftalayan Türk solu, bugünkü sosyalist Kürt hareketinin kendisinden beslendiği kamptır. Nitekim Oda TV’de yayınlanan Mahir Çayan ve Mihri Belli konuşmasındaki şu satırlar çok önemlidir:
“TİP’in 4. Büyük Kongresi de bizimle aynı tarihde. 29-31 Ekim 1970! Karar metin taslağını Behice Boran üstlenmiş durumda. Gittikçe eriyorlar. Ellerinde bir tek Kürtçülük kartı kaldı…
Geçen gün Muzaffer Erdost’un Sol Yayınları bürosunda Doğu illerinden gelen delegelerle görüştük. Kürt politikacılar ham politikacılar, çocukluk dönemindeler hep, milliyetçi temelde hareket ediyorlar. Hem TİP’i, hem burjuva partilerini kullanmaya çalışıyorlar. Kürt milliyetçiliği Barzanicilik olarak ortaya çıktı ve bu akımın başlıca görevi Kürt yoksulları arasında Türk düşmanlığını işlemek, Türkiye Marksist soluyla Kürt siyasi hareketi arasına uçurumlar sokmaktır…” (2)
Bu satırlarda Belli’nin Kürtçü harekete yönelttiği eleştiri onun “milliyetçi” temelli olmasıdır. Yoksa, böyle bir hareketin “ırkçı” olup olmadığına, demokrasi denen hukuka bağlı rejimle çelişip çelişmediğine dair en küçük eleştiri yoktur. Mihri belli satırların devamında:
“Ben geçen yıl Ankara Hukuk’da 20 Mart 1969’da -eğer tutuklanmasaydım- yapacağım konuşmada -sonra Aydılık’da ‘Millet Gerçeği’ olarak yayınlanan yazıda- vurguladığım gibi, bugün her alanda ulusal değerlere sahip çıkan solculardır. Ulusun üzerinde yaşadığı toprakların bütünlüğünü savunan, emperyalist tekellerin tasallutuna karşı ulusal ekonomiyi savunan hep bizleriz.
Ulusal değerlere sahip çıkmak anlamında ulusçuluk enternasyonalizmle asla çelişmez…
Büyük Fransız sosyalisti Jean Jaures, ‘Vatanseverliğin azı seni enternasyonalden uzaklaştırır, çoğu yakınlaştırır’ diye bu iç içeliği vecizleştirmiştir.”
Demektedir ama eylem plânında Türk adının fiilî savunmasına karşı en ufak bir sempati beslememektedir. “Ulus” dediği olgunun Kürt ırkçılığına karşı savunulmasına, uluslaşmanın soyut temellerinin medenileştirici etkisini, Kürt kabileciliğine karşı korumak hususunda hiçbir gayreti yoktur.
Görülmektedir ki Türk solunun bir kısmı ülkenin bölünmesi pahasına devrim için alenen Kürtçü hareketi desteklerken bir kısmı da devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü için mücadele eden insanlarla beraber olmak varken sırf ideolojik sebeplerden suskun kalarak Kürt enik ırkçılığının önünü açmıştır.
Türk solundan beslenen Kürt hareketinin Marksist maskesi onun ırkçı yönünün hâlâ eleştirilmesini engellemektedir. Bu eleştiriyi en başta, onu semirtip bu hale getiren Türk solcuları yapmalıdır.
Etnik ırkçı Kürt hareketinin temel ideolojisi Marksizmdir.
Peki bir etnik ırkçı hareketin sözde enternasyonalist bir ideolojiyi benimsemesinin sebebi ne olabilir?
Gerek Türk soluna gerekse Kürt ırkçılarına göre bu bir çelişki değildir. Çünkü ideolojilerinin temelindeki basit mantığa göre evren “çelişkiler üzerine kuruludur”.
Evrendeki çelişkileri “doğru mantığa göre yok ettiğinizde” ki bu mantık onlara göre marksizmdir, insanlık mutluluğa kavuşacaktır. Doğru mantık nedir? “ Üretim araçlarının bilincimizi oluşturduğu” bir düzenin mantığıdır. Yani? Üretim araçlarının bizim bilincimizden önce var olduğu, adeta topraktan hazır çıkarıldığı bir düzenin mantığı!
Bir üretim aracının ancak eğitimli, çaba göstermiş ve gösterdiği çabanın karşılığın özgürce pazarlık edebileceğine inanan bir bireyin eseri olduğu yalın gerçeğini tersyüz edip o bireyin aklını ve emeğini “toplumun kölesi” haline getirebilirseniz belki bu mantık geçerli olabilir. Ama Marksistlere göre evren bir çelişkiler beraberliği olduğundan, “bir dahiyi alnına silâh dayayarak çalışmaya itecek moronların diktatörlüğü” düşüncesinde bir gariplik, bir ahlâksızlık yoktur.
Bir bireyin varlığı üzerinde kolektif bir tasallut kurmak ahlâksızlığını benimsediğinizde artık yapacaklarınızı sınırlayacak hiçbir kural kalmamış demektir. İşte Kürt etnik ırkçılığının Marksist kökenindeki çelişkisizlik buradan kaynaklanmaktadır.
(Devam edecek...)
Fakat gel zaman, git zaman, bu konuya fazla değinilmedi.
O halde Kürtçülük hareketinin ideolojisi ve eylem ahlâkı üzerine biraz daha düşünmekte sanırım fayda var.
Şüphesiz sosyalistler her sınıfın, kendi bilinci ile kendi ahlâkını oluşturduğunu dolayısıyla “doğru” ahlâka ulaşmak için ancak “doğru sınıf” olan proleter sınıfının diktatörlüğüne ihtiyaç olduğunu söyleyeceklerdir. Bunu yaparlarken de durmadan bir geri zekâlılık örneği olarak küçümsedikleri idealizmi sonuna kadar kullandıklarını fark edemeyeceklerdir. Çünkü “sınıf bilinci” gibi bir fikrin temelinde “kategorizasyon” yatar. Şeyleri, kategorize ediyorsanız, idelerine göre sınıflıyorsunuz demektir.
Yani mutlaklara bağlanıyorsunuz, demektir. Kaldı ki proleter devrimi için çalışmak, onu idealize etmektir. Onu tek doğru ve kabul edilebilir davranış saymak demektir. Yani “mutlakçılık” demektir. O halde hem proleter devriminin mutlak neticesine ulaşmak isteyip hem de araçlarınızı aklınıza geliverdiği gibi değiştiremezsiniz. “Ona ulaşmak için ne gerekiyorsa yapmak” demek davranışlarınızın kendilerinin ahlâktan ari kılarak eyleme geçmek demektir. Nitekim bu yapılmıştır. ’80 öncesi Türk solu, kendi arkadaşlarını, tahrik amacıyla vurabilmiş, bu konuda yalan yayınlar yapabilmiş, işlediği suçları gizleyebilmiştir. Bu, sol ideolojinin varoluşsal gerekliliğidir.
Çünkü bir ahlâka bağlanmak demek, şartlar ne olursa olsun onu korumaya çalışmak demektir.
Sosyalistlerin ahlâkı, kendilerinden olmayanla kesin şekilde uzlaşmazlığa ve hedefe yani devrim dışındaki hiçbir şeye bağlılık göstermemeye dayanır. Aklı ancak dalgın bir ilkokul öğrencisinin matematik algısı kadar çalışan bir insanı, iktisatçı ve hele filozof sanan sol için ahlâk sıradan bir kelimeden ibarettir. Sosyalist eylemin asıl fikir babası Lenin’dir ve şu satırlar solun ahlâk anlayışını gayet güzel özetler.
“…Daha sonraki yıllarda Başkurdistan devlet başkanı olacak olan Zeki Velidi Togan, Lenin’in hürriyet ve bağımsızlık vaad eden yalanlarını kendisine hatırlatırcasına Lenin’e sorar:
Sen, bize söz verdin, hani Tataristan ve Başkurdistan müstakil olacaktı?
Lenin’in cevabı kısa ve nettir:
Sen, siyaset ile ahlâkı karıştırıyorsun!..” (1)
Lenin Boşlevik iktidarına kadar herkesi kucaklar görünmüş ama daha sonra bıçağını çekmekte beis görmemiştir ki onun kanlı mirası Stalin tarafından sürdürülmüştür.
Keza İspanya İç Savaşı gibi bir savaşta, “yoldaşlarını”, sahiplerinin yani Stalin’in bir emriyle gözleri kapalı terk ediverenler de sosyalistlerdi.
Buraya kadar sosyalizmin göreceli ve maksatlı (teleolojik) ahlâkından bahsetmemiz boşuna değildir.
Çünkü vakt-i zamanında ideolojilerinin enternasyonalizmi gereği, Türk adına alerji gösteren ve Türk için çalışan herkesi faşist, ırkçı diye yaftalayan Türk solu, bugünkü sosyalist Kürt hareketinin kendisinden beslendiği kamptır. Nitekim Oda TV’de yayınlanan Mahir Çayan ve Mihri Belli konuşmasındaki şu satırlar çok önemlidir:
“TİP’in 4. Büyük Kongresi de bizimle aynı tarihde. 29-31 Ekim 1970! Karar metin taslağını Behice Boran üstlenmiş durumda. Gittikçe eriyorlar. Ellerinde bir tek Kürtçülük kartı kaldı…
Geçen gün Muzaffer Erdost’un Sol Yayınları bürosunda Doğu illerinden gelen delegelerle görüştük. Kürt politikacılar ham politikacılar, çocukluk dönemindeler hep, milliyetçi temelde hareket ediyorlar. Hem TİP’i, hem burjuva partilerini kullanmaya çalışıyorlar. Kürt milliyetçiliği Barzanicilik olarak ortaya çıktı ve bu akımın başlıca görevi Kürt yoksulları arasında Türk düşmanlığını işlemek, Türkiye Marksist soluyla Kürt siyasi hareketi arasına uçurumlar sokmaktır…” (2)
Bu satırlarda Belli’nin Kürtçü harekete yönelttiği eleştiri onun “milliyetçi” temelli olmasıdır. Yoksa, böyle bir hareketin “ırkçı” olup olmadığına, demokrasi denen hukuka bağlı rejimle çelişip çelişmediğine dair en küçük eleştiri yoktur. Mihri belli satırların devamında:
“Ben geçen yıl Ankara Hukuk’da 20 Mart 1969’da -eğer tutuklanmasaydım- yapacağım konuşmada -sonra Aydılık’da ‘Millet Gerçeği’ olarak yayınlanan yazıda- vurguladığım gibi, bugün her alanda ulusal değerlere sahip çıkan solculardır. Ulusun üzerinde yaşadığı toprakların bütünlüğünü savunan, emperyalist tekellerin tasallutuna karşı ulusal ekonomiyi savunan hep bizleriz.
Ulusal değerlere sahip çıkmak anlamında ulusçuluk enternasyonalizmle asla çelişmez…
Büyük Fransız sosyalisti Jean Jaures, ‘Vatanseverliğin azı seni enternasyonalden uzaklaştırır, çoğu yakınlaştırır’ diye bu iç içeliği vecizleştirmiştir.”
Demektedir ama eylem plânında Türk adının fiilî savunmasına karşı en ufak bir sempati beslememektedir. “Ulus” dediği olgunun Kürt ırkçılığına karşı savunulmasına, uluslaşmanın soyut temellerinin medenileştirici etkisini, Kürt kabileciliğine karşı korumak hususunda hiçbir gayreti yoktur.
Görülmektedir ki Türk solunun bir kısmı ülkenin bölünmesi pahasına devrim için alenen Kürtçü hareketi desteklerken bir kısmı da devletin ve milletin bölünmez bütünlüğü için mücadele eden insanlarla beraber olmak varken sırf ideolojik sebeplerden suskun kalarak Kürt enik ırkçılığının önünü açmıştır.
Türk solundan beslenen Kürt hareketinin Marksist maskesi onun ırkçı yönünün hâlâ eleştirilmesini engellemektedir. Bu eleştiriyi en başta, onu semirtip bu hale getiren Türk solcuları yapmalıdır.
Etnik ırkçı Kürt hareketinin temel ideolojisi Marksizmdir.
Peki bir etnik ırkçı hareketin sözde enternasyonalist bir ideolojiyi benimsemesinin sebebi ne olabilir?
Gerek Türk soluna gerekse Kürt ırkçılarına göre bu bir çelişki değildir. Çünkü ideolojilerinin temelindeki basit mantığa göre evren “çelişkiler üzerine kuruludur”.
Evrendeki çelişkileri “doğru mantığa göre yok ettiğinizde” ki bu mantık onlara göre marksizmdir, insanlık mutluluğa kavuşacaktır. Doğru mantık nedir? “ Üretim araçlarının bilincimizi oluşturduğu” bir düzenin mantığıdır. Yani? Üretim araçlarının bizim bilincimizden önce var olduğu, adeta topraktan hazır çıkarıldığı bir düzenin mantığı!
Bir üretim aracının ancak eğitimli, çaba göstermiş ve gösterdiği çabanın karşılığın özgürce pazarlık edebileceğine inanan bir bireyin eseri olduğu yalın gerçeğini tersyüz edip o bireyin aklını ve emeğini “toplumun kölesi” haline getirebilirseniz belki bu mantık geçerli olabilir. Ama Marksistlere göre evren bir çelişkiler beraberliği olduğundan, “bir dahiyi alnına silâh dayayarak çalışmaya itecek moronların diktatörlüğü” düşüncesinde bir gariplik, bir ahlâksızlık yoktur.
Bir bireyin varlığı üzerinde kolektif bir tasallut kurmak ahlâksızlığını benimsediğinizde artık yapacaklarınızı sınırlayacak hiçbir kural kalmamış demektir. İşte Kürt etnik ırkçılığının Marksist kökenindeki çelişkisizlik buradan kaynaklanmaktadır.
(Devam edecek...)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder