17 Ocak 2011 Pazartesi

Etnik Irkçılığın Çarpık Aklı


Millî bir devlet ayrımcı bir devlet midir?

Her şeyden önce millî bir devletin, ırkî gerilimi aşmış insanların eseri olduğunu bilmemiz gerekir. Ancak değerleri ve normları, aile, aşiret, kabile, kan bağı gibi somut bağlılıklarının ötesine geçmiş insanlar millî bir devlet oluşturabilir.

Bu demektir ki öncelikle bazı insanların, değerleri, kanın, ırkın ötesinde kabullenmesi gerekmektedir. Yani önce insanlar kendi iradeleriyle bir araya gelmezlerse devletler meydana gelemez. Dolayısıyla millet her nasılsa meydana gelivermiş bir devletin uydurduğu bir değer değildir.

Devlet, insanların beraberliklerini sürdürebilmeleri için meydana getirdikleri bir teminat kurumudur. Bir yerde bir devletten bahsedildiğinde bu, orada insanların bir şekilde örgütlenmeye karar verdiği anlamına gelir.

Mesele şudur ki her devlet millî bir devlet olmayabilir. İnsanlar kabileler halinde de devletleşmeye çalışabilir. Keza Ruanda’da veya Afrika’nın çeşitli yerlerinde meydana gelen budur. Ve bu devletleşmeler dünyada sayısı yüzü geçmeyen milletler gibi milletler meydana getirememektedir.

Eline silâh, pala geçirip komşu kabileleri katleden, kollarını kesebilen her kabile reisi, idrarıyla çevresini işaretleyen bir hayvan gibi belli bir bölgede kendi “devletini” kurduğunu iddia edebilmektedir. Bunun bir örneği de Kuzey Irak yığışmasıdır.

Bu tip “devletlerde” ne insanların devletleşmenin felsefesinden haberleri vardır ne de gereklerinden. Onlar devletleşmeyi, bayrak niyetine asılan bir bez parçasının altında iyi kötü üniformalı adamların silâh tehdidiyle barınmak olarak anlar.

Çünkü millet altı toplumsal yapıların “devletleri” bireysel hayatı hiç bilmeyen, bütün değer ve normları, kendilerine kabile veya aşiret reislerince dikte edilen insanlardan oluşturulmuştur. Millet altı toplumların devletleri bu yüzden daima birileri tarafından “oluşturulmuştur”.

Çünkü devletleşmenin taşıdığı hukuki uzlaşma, değer birliği, kurala bağlılık gibi farklılıkları birbirine tutturup onları bir büyük kültürel merkezde benzeştiren soyutluklar kabile devletlerinin yapısında bulunmaz.
Millî bir devlet kurala ağlılıkla bir araya gelip bu bağlılıkla ortak bir adı taşıyan ve artık ırkî köken aramasına ihtiyaç duymayan toplulukların bir alaşımıdır. Bir alaşım, kökenindeki farklı metallerin kopmaz şekilde bir araya gelmesiyle oluşturdukları yepyeni bir metaldir. Bir yapının inşasında kullandığınız bir alaşımı kökenlerine ayırmaya kalkarsanız onun mukavemetini bozar ve binanın yıkılmasına sebep olursunuz.

Bundan dolayıdır ki millî bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde kırka yakın etnik kökenden bahsetmek milletleşmeden ve onun kaynaştırıcı etkisinden bihaber olmak demektir. Ülkemizde etnik kökenlere dönüşü başlatmaya çalışmak millet alaşımını tahrip etmek demektir.

Millet kelimesini gelişigüzel kullanamayız. Osmanlılık bir millete işaret etmiyordu. Bunun böyle olduğunu savunanlar Osmanlı’daki katı giyim rejimini iyi düşünmelidirler. Herkes dinine göre ayrılıyordu belki ama hiçbir Arap, bir Türk gibi giyinmiyordu. Osmanlı, milletleşmiş bir toplumun kurduğu ve herkese kendi bölgesinde ama Türk egemenliğinde adalet sağlayan bir imparatorluktu.

Peki, niye böyleydi? Çünkü milletler kendilerini inkâr ettiğimiz takdirde kayboluverecek seraplar değillerdi ve egemenlik bugün olduğu kadar o zaman da önemliydi. İmparatorluğun yapısı demokrasiyle belirlenmiyordu. Onu belirleyen, egemen millet olan Türklerdi.

Birileri kendilerini bir millete mensup hissetmeyebilir. Dünyayı ancak ve yalnız kendi kabilesinden ibaret de sanabilir. Bu duygu, Afrika’nın savanlarında veya Ortadoğu çöllerinde normal sayılabilir.

Oysa bu duygu, millî devlet sınırları içinde ciddi bir patolojiye işaret eder. Teşkilâtlanmasını uzun zaman önce tamamlamış, kurucu milletinin egemenliği uzun zamandır tanınan bir devlet içinde yaşarken kendisine bu hayatı sağlayan kaynaşmayı reddetmeye kalkmak kendi varoluşunu reddetmek, intihara teşebbüs etmek demektir.

Bu, kendiliğinden meydana gelmiş, meşru ve ahlâkî bir beraberliğe karşı çıkmaktır. Bu, bir nevrotiğin, dünyayı kendi algı çarpıklıklarına göre kurmaya çalışmasına benzemektedir. Bu, yerçekiminden şikâyet etmeye benzemektedir. Bu ileri aşamalarda şizoid bir durumdaki hastanın hezeyanlarına göre, çevresindekilere davranmasıyla aynıdır. Karşısındakileri üç kulaklı gördüğü için herkesin üç kulaklı olduğunu iddia eden birine ne denirse millî devletin ayrımcı olduğunu söyleyen birine de öyle demek icap eder.

Milletleşmenin temelindeki soyutluk, değer ve norm mutabakatı, rastgele bir davranış değildir. Bu aynı zamanda beraberliği ahlâka dayandırmak anlamına gelir. Bu yüzdendir ki terbiye edici bir yönü de vardır. Algıyı genişletir, beraberliği, “sınırlandırılmış arzulara” dayandırır. Algıyı genişletmesini sebebi, alaşımı meydana getiren bileşenlerin kökensel farklılıklarını bilmek fakat bunların kabul edilen kimliğe göre artık tali bir hal aldığını bilmek demektir. Arzuları sınırlandırması ise, çevresini çişimizle işaretleyerek gönlümüzce savrulduğumuz yerlerde davranmanın ötesinde, sınırlandırıcı kurallara tabi olduğumuzu bize öğretmesindendir.

Oysa kabile devletlerinde bütün mesele, meralara nezaret eden erkeklerin artık üniforma giymesidir. Onlar aradan yüzlerce yıl da geçse yalnızca kuralsız yaşayabilmeyi arzularlar. Buna özgürlük derler ama aslında bütün istekleri, aşiret reislerinin emriyle kızlarının kurşunlanması, bıçaklanması veya boğulması, çocuklarının sürekli taciz edilmesi, kadınlarının kendi istekleri dışında evlendirilmesi daha doğrusu açıkça alınıp satılması, yıllar süren kan davaları, çocukların her türlü şiddete alet edilmesi gibi ahlâk dışılıkları, sürdürebilmektir.

Bu bir önyargı mıdır? Hayır, çünkü beraberliğin temeline kuralı değil de kabileyi, ırkî kökeni koyarsanız bu beraber olmak için “zarar vermemek iradesi” olarak ahlâka ihtiyaç duymadığınız anlamına gelir. Eğer Türk gibi milletleşmeyi, bütünlüğü, kuralı temsil eden bir adı anlayamıyorsanız bu, ancak sizin bütün dünyayı sizinki gibi kabilelerden ibaret sanmanızdandır. Bu ciddi bir algı bozukluğudur

Bu da dünyadan korkmanın bir belirtisidir. Dünyayı korku temelinde algılayanlar için kendileri dışında herkes peşinen düşmandır. Normal bir toplumda bir insan dostu ve düşmanı davranışlara göre ayırırken bir kabilede dostluk, birebir tanımak, görmek, koklamak, aynı kandan gelmek anlamına gelir. Dostu ve düşmanı davranışa göre ayırmak demek soyutluklara bağlı olmak demektir. “Zararsızlık” ilkesine göre hareket etmek demektir. Farklılıkları soyutluklarla bütünleştiren toplumlaştıran bir yapı olarak bir millet içinde düşman ayrımı negatiftir, edilgendir. Oysa kabilelerde düşman algısı, pozitiftir, etkendir, varoluşun temelidir.

Bu güne kadar Türk Milleti’nin etnik ırkçıların sürekli tekrarladığı “savaş” tehdidine cevap vermemelsinin sebebi bu farktır. Etnik ırkçılar için kendi keyiflerine engel olan herkes ve her kural “düşmandır”. Türk Milleti için ise milletleşmesiyle tanımlayıp kurduğu, beraberliğini temellendiren değerlere, milletleşmesinin egemenlik alâmetleriyle koruduğu devlet ve vatana karşı güdülen davranışlar ancak dost veya düşman algılamasını belirler.

Eğer etnik ırkçıların düşman algısına sahip olsaydık Türkiye’de bu gün etnik ırkçılık yapacak kimse kalmazdı. Etnik ırkçıların içe kapanmakla ortaya koydukları korku ve saldırganlık dürtüleri bizim gibi milletleşmiş bir toplumda maya tutamadığı içindir ki hem İzmir’de ev sahibi olup hem de İzmir sokaklarında bebek katilini övebileceklerini sanmaktadırlar.

Bu yüzden millî bir devlete “ayrımcı” derken, dünyayı nasıl baktığınıza dikkat etmelisiniz. Kuralların emniyetinde benzeşen insanların huzurunu anlayamıyorsanız, insandan anladığınız şey bambaşka bir şey demektir. Ama unutmamalısınız ki akıl hastalarını yaşatmamız, kuralları onların belirlemesine izin vermemiz anlamına gelmez.

2 yorum:

bilge dedi ki...

"Ama unutmamalısınız ki akıl hastalarını yaşatmamız, kuralları onların belirlemesine izin vermemiz anlamına gelmez." Çok sert ve fakat vurucu bir ifade olmuş. Fevkalade yerinde üstelik; bu arkadaşlar bu topraklarda Türk'ün yaşamasını bize "bahşetmeyi" düşünüyorlar akılları sıra.. Gün olur, kimin kime icazet vermeye yetkili ve ehil olduğunu anlarlar, amma onlar için bu, acı bir deneyim olur.

Afşar Çelik dedi ki...

"Kürtler hayatınızı cehenneme çevirecek!" diyen birinin akıl hastası olduğu kesindir.

Akıl hastalaırnın memnuniyeti için memleketi tımarhaneye çeviremeyeceğimize göre... Vakit ayırıp okuduğun ve yorum bıraktığın için teşekkürler herifusum.