31 Ocak 2011 Pazartesi

Geri Kalmış İnsanlar Ülkesinde


Geçen günlerden saygın bir akdemiysen arkadaşımla giriştiğimiz tartışmada, gelişmiş ülkelerin, gelişmişliklerini sömürgeciliklerine bağlayan o sıradan yargıyla karşılaştığımda, yolda yürürken fark etmeden bir ağaca çarpan bir adam kadar belki daha fazla şaşırdım.

Çünkü dünya üretiminin büyük kısmını gerçekleştiren ülkelerin sadece sömürgeci çapulcular oluğunu söyleyen kişinin üretimin ve mübadelenin öneminden habersiz olması düşünülemezdi.

Şüphesiz bugünün gelişmiş ülkelerinin bir kısmının geçmişinde sömürgecilik var. Mesele şu ki geçmişte sömürgeci olup da gelişmiş ülkelerin nispeten gerisinde kalmış ülkeler de var, meselâ İspanya, meselâ Portekiz.

Burada gelişmişlikten kastımın “sürdürülür bir üretim mekanizması geliştirmek” olduğunu belirtmeliyim.

Gelişmiş ülkelerden bahsedildiğinde genellikle bunların, fakir ülkelerin kaynaklarını çalıp üretim yapan sonra da gene onlara satan ülkeler oldukları düşünülür. Gelişmiş ülkelerin dünyadaki üretim faktörlerine ilgileri inkâr edilemez. Bunları elde ediş biçimleri de bazen ciddi şekilde tartışmalıdır.

Sorun şudur ki… Sudan, Suudi Arabistan, Irak, Kuzey Denizi gibi petrol rezervlerini ortaya çıkaranlar onlardır. Petrolü sadece yakmayıp uçak yakıtı, bilgisayar, ve ayakkabı haline getirenler de onlardır.

O halde gelişmiş ülkeleri haddini aşan aç gözlü çapulcular olarak görmek romantizmimizi ve hıncımız tatmin etmek açısından iyi bir ağrı kesici olabilir ama hakikati anlamamızda bize pek faydalı olmayacaktır.

Her şeyden önce sömürgelerin bağımsızlığı fikrinin ortaya çıkışı, o ülkelere modern devlet geleneğini ve felsefesini götüren sömürgecilerin eseridir.

Nitekim sömürgecileri çekip giden Afrika ülkeleri derhal gerilemeye ve ilkelleşmeye başlamış, birer bağımsız yamyamlar ülkesi haline gelmişlerdir. Yakın zamanda yanılmıyorsam, kovulan son sömürgeci torunlarıyla beraber Tanzanya, buğdayını üreten insanlardan da olmuş ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Afrika ülkeleri, sömürgecilerinden edindiklerini neden kullanamıyorlardı?

Bunun sebebi basitti. Çünkü bağımsızlık fikri de dahil olmak üzere sahiplendikleri hiçbir şeyi onlar yaratmamıştı.

Sömürgecilerinin torunlarının buğday dolu tarlalarını ellerinden alıyor ama bir sonraki seneye, yenen buğdayın yerine yenisin nasıl üreteceklerini bilmiyorlardı.

Buğdayın gerçekliğini görebiliyor ama onun üretilme sürecinin zihindeki yerinden habersizler. Komşu kabilelerin kollarını, kafalarını daha rahat kesebilmek için telsizler kullanıyor ama o telsizleri üretenlerin seviyesine erişemiyorlar. Ellerinde otomatik tüfeklerle bir özgürlüğü koruduklarını söylüyor ama o özgürlükle ne yapacaklarını bilmiyorlar.

Çünkü hakikatin, bugün yenen buğdaydan ibaret olmadığını anlayacak basirete sahip değillerdi.

Bugün akıl almaz bir bilgi denizinde yüzüyor, dünyanın bir ucundaki arkadaşlarımızla sohbet edebiliyor, arabamızın modeli için kaygılanabiliyor, cep telefonumuz ile yolumuzu bulabiliyoruz. Bunu, açlıktan kırılan Afrika ülkelerinin “özgürlük koruyucusu” sosyalist diktatörleri de yapabiliyor.

Ama millî gelirimiz bir türlü Almanya kadar olamıyor. Başkentimizde Londra’dakinin belki de onda biri kadar bile sanat galerisi yok. “Kalkınmadan" sorumlu devlet kurumlarımızın yetkililerinin “yazılım” denen şeyden haberleri bile yok! Ama biz araba modelimizi yükseltirken yeni bir cep telefonu alırken iyi bir spor ayakkabısı giydiğimizde, kendimizi modern dünyanın bir üyesi gibi hissedebiliyoruz.

İşte burada yanılıyoruz. Aslında yanılmıyoruz, kendimizi aldatıyoruz. Bütün geri kalmış ülke toplumları gibi, kendimizi aldatıyoruz.

Çünkü ne arabanın modelini yükselten, ne cep telefonunu geliştiren ne de daha rahat spor ayakkabısı yapan teknolojinin hakikatini bir bütün olarak algılayabiliyoruz.

Onları topraktan çıkıverip de topladığımız şeyler sanıyoruz.

Onların, dün var olmayan, çalınmamış, sömürülmemiş ama emek harcanarak yaratılmış, “var edilmiş” şeyler olduklarını idrak edemiyoruz.

Çünkü biz ortaya çıkarılmış “gerçeğin”, gerçeğin tek şekli olduğunu sanıyoruz. Gerçekliğin/ hakikatin, “kavranması gereken bir şey” olduğunu idrak edemiyoruz.

Biz düşünmeden idrak etmeden gerçekliğin önümüzde belirivermesini ve onu öylece elde edivermeyi istiyoruz. Gelişmiş ülkelerin hızlı üretim süreçleri bize sürekli yeni ürünler sunduklarından, bunun bizim asli hakkımız olduğunu sanıyoruz.

Biz genel çekim düşüncesi üzerinde kafa yormamak ama uzaya Türk bayraklı uydu yollamak istiyoruz. Biz demokrasinin toprağı olan hukuku göz ardı edebilmek ama aynı zamanda ifade hürriyetimizi gönlümüzce kullanabilmek istiyoruz. Yani hem oy sayısını kullanarak istediğimizi gibi barbarlık edebilmeyi hem de barış içinde yaşayan bir toplum kurmayı hayal ediyoruz.

Hakikati kavramaya çalışmak, varoluşumuzun aslî unsurları üzerinde aralıksız sürdürülmesi gereken bir gayret. Bu gayret kâh fren balatasında bir yenilik kâh “ Yüzüklerin Efendisi” gibi bir klâsik ortaya çıkarıyor. Bugün geri kalmış bir ülkenin insanları olarak içimizden hiçbirimiz, “Yüzüklerin Efendi’sinin” ortaya çıkmasını sağlayan kırk yıllık ferdî düşünme gayretini ne gösterebilecek kadar donanımlı ve sabırlıyız ne de daha kötüsü böyle bir gayret göstermeye yetecek kadar ahlâklıyız!

Mesele şu ki bu gün kullandığımız bütün fikrî ve maddî araçlar bu gayretin eseri!

İşte bizimkisi gibi bir ülkenin herhangi bir akademi profesyoneli, bundan dolayı, ileri ülkelerin yazılım dillerini kullanıp proje yazarken bir yandan da dünyayı gezmesini, oturduğu yerden yüzlerce kaynağa saniyeler içinde ulaşabilmesini, edindiği doktoranın anlamını ona kazandıran sistemi, metodu ve üretim sürecini, “ Onların bütün zenginliği sömürgeciliklerinden!” basitliğine indirgeyebiliyor.

Gelişmişlik, birilerinin şans eseri topraktan çıkardığı bir cevher değil. Gelişmişlik, insanın varoluşuna dair bütün üretimlerinin değerli olduğuna dair bir kavrayış geliştirmek ve bunu nesilden nesile aktarmak. Gelişmişlik, insanın var oluşunun büyük bir bedeli olduğuna ve onun kaybedilmemesi gerektiğine dair duyulan derin saygının teşvik ettiği bir üretim sürecinin gözle görülür sonucu.

Geri kalmışlığın ne olduğuna gelince…. O, gelişmiş ülkelerin gün be gün yarattığı şeyleri birer oyuncak gibi kullanıp bunları kullanmakla insan olunacağını sanmak. Geri kalmışlık, gelişmenin insanlaşma sürecini idrak edemeden, gönüllü şekilde, telefon kullanan maymunlar haline gelmek.

Bundan dolayı ki bütün kadınların başına bir şeyler takmayı, bunun yanında ateş pahası lüks çantalar kullanabilmeyi, üstü kapalı şekilde içki kullanımını küçümseyip çocuklarına şirketler kurdurabilmeyi, gelişmiş ülkelerin mevzuatlarını fotokopi çekerken basit protestolar için adaletin kılıcını kullanmayı aynı ahlâkî gömlek içine sığdırabileceğimizi sanıyoruz.

Ve insan dışı bir politik yaratığa doğru, artan bir süratle evrimleşiyoruz.

2 yorum:

tolgay dedi ki...

liberal bir bakis, hakli yonleride var, katilmadigim yonleride. genelde objectivizm-ayn rand esintileri belirgin.. guc ve bu gucun nasil kullanildigi onemli bir detaydir. guclu bir ulke demek, gelismis bir ulke demektir.ornek: zayif avrupa ulkeleri.zengin demek gelismis demek deildir. ornek: bir takim arap ulkeleri.. gelismis demek hersey guzel ,yasanilir, super mutlu bir yasam deildir.ornek: usa. suc oranlarina bakarsak guney amerikadan daha yuksek suc oranlari var.!..dunyanin en gelismis ulkesinde cok geri kalmis bir hayat yasayabilirsin: avusturalyada sigir cobani olursun ve temiz bir elbise giymek luks olur.( gercekten cok zor yasam sartlari.mesela 200km, tek insan sensin.!)yada afrikada yada en geri kalmis bir ulkede un temsilcisi vs yada kral olursun ki hiltonda kalir, mercedese binersin.bu durumda geri kalmis bir ulkede yuksek bir standartta yasarsin..yorumu mu sole bitirmek isterim: nufusun %90( belki daha fazla) aslinda geri kalmistir. asil onemli olan yoneticilerin kalan %10 icinde olmalidir. ali cicek ( biyoloji hocamiz- hatirlarmisin bilmem). bir gun bize erciyesi gostermisti ve dediki orda dag yok. sonra sole devam etti, bunu ben dersem gulersiniz ama einstein derse gulmezsiniz..once einstein olun sonra erciyes varmi yokmu solersiniz.mikrop mu yapiyorsun? tamam mikrop hakiinda konusalim. yok politika, sosyal bilimler mi? o zaman mikrobu birak. oteden beri sanat, sosyal bilimler politika fen + bilimlerle istagal ettigini biliyorum, elestrim, einstein olmamandir. guclu olup, o gucu dogru bir sekilde kullanirsak gelismis olacagimiza inaniyorum, ne dersin?

Afşar Çelik dedi ki...

Sevgili Tolgay,

Hoş geldin, safalar getirdin... Sanırım yazının şu paragrafları dediklerinin yeterince çıklandığı yerler ama gene sen bilirsin:

Burada gelişmişlikten kastımın “sürdürülür bir üretim mekanizması geliştirmek” olduğunu belirtmeliyim.

Gelişmiş ülkelerden bahsedildiğinde genellikle bunların, fakir ülkelerin kaynaklarını çalıp üretim yapan sonra da gene onlara satan ülkeler oldukları düşünülür. Gelişmiş ülkelerin dünyadaki üretim faktörlerine ilgileri inkâr edilemez. Bunları elde ediş biçimleri de bazen ciddi şekilde tartışmalıdır.

Sorun şudur ki… Sudan, Suudi Arabistan, Irak, Kuzey Denizi gibi petrol rezervlerini ortaya çıkaranlar onlardır. Petrolü sadece yakmayıp uçak yakıtı, bilgisayar, ve ayakkabı haline getirenler de onlardır.

O halde gelişmiş ülkeleri haddini aşan aç gözlü çapulcular olarak görmek romantizmimizi ve hıncımız tatmin etmek açısından iyi bir ağrı kesici olabilir ama hakikati anlamamızda bize pek faydalı olmayacaktır.

Her şeyden önce sömürgelerin bağımsızlığı fikrinin ortaya çıkışı, o ülkelere modern devlet geleneğini ve felsefesini götüren sömürgecilerin eseridir.

Nitekim sömürgecileri çekip giden Afrika ülkeleri derhal gerilemeye ve ilkelleşmeye başlamış, birer bağımsız yamyamlar ülkesi haline gelmişlerdir. Yakın zamanda yanılmıyorsam, kovulan son sömürgeci torunlarıyla beraber Tanzanya, buğdayını üreten insanlardan da olmuş ve açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmış. Afrika ülkeleri, sömürgecilerinden edindiklerini neden kullanamıyorlardı?

Bunun sebebi basitti. Çünkü bağımsızlık fikri de dahil olmak üzere sahiplendikleri hiçbir şeyi onlar yaratmamıştı.



Zaten yazıda da Afrika ülkelerinin diktatörlerinin gelişmişliği kullandığından bahsetmiştim mirim.

Burada dikkat edilmesi gereken şey gelişmenin "topraktan çıkmayıp" belli bir zihni çabanın ürünü olduğuydu. "Hadi gelişelim diyerek gelişemiyoruz yani... Yazı da Ayn Rand etkisi görmen doğaldır bunun yanı sıra kurumlara özel bir önem veren Avusturya Okulu'nun da izlerini görürsün...

"Gelişmişlik" sadece güç meslesi değildir ve aslında güç gelişmenin sonucudur. Gelişmemişsen güçlü değilsindir. Kaldı ki gücün ne anlama geldiğini de izah edemezsek çuvallayabiliriz. SSCB dünyanın ikinci büyük "gücüydü", tanklarında binbaşı rütbesinin aşasındakiler için elektronik donanım bulunmuyordu. Dünyanın en büyük silah üreticisi ve ordusuydu, daha devlet yıkılmadan önce her yerinde inanılmaz yolsuzluk ve hırsızlık vardı.

Gü. bizim tarafımızdan bilinçli şekilde her işin düzgün yapılması sonucu "kendiliğinden" ortaya çıkan bir şey ama bizim çabamız olmaksızın "kendiliğinden" ortayua çıkamıyor. Eğer elimize bir sihirli değnek verilse şüphesiz güçlü oluruz ama onunla ne yapacağımız gelişmişiliğimizle ilgilidir.

Burada üzerinden atladığın, fark edemediğin bir yer var üstadım mikrop yaptık ve buna ciddi mesai harcadık ama bahsettiğin konulara da 15 yıldır mesai harcadık, harcamaya da devam ediyoruz. Elbette bunu bilmen imkânsızdı...

Güçlü olup gücü doğru şekilde kullanmak da uzun süreli bilinçli emek sarf etmek ile oluyor... Boşuna "Yüzüklerin Efendisi'ni" örnek vemedik üstad. Yani? Belki Eistein değilim ve olamayacağım ama yeterince emek harcarsam belki Tolkien olurum ve acizane kanaatim buna değeceği yönünde :)

Yüzüklerin Efendi'sini yazmanın yerleşik bir davranış biçimi olmadığı memleketlerde "güç " meydana getirilemiyor.

Her zaman bekliyorum, eline, aklına sağlık!