9 Kasım 2010 Salı

Komplo Teorisinde Ergenekon Sanrısı Ve Cemaat Gerçeği




Dünyada komplo teorilerinin tarihi ile ilgili, redaksiyonu berbat bir kitabı bitirmek üzereyim. En azından yazar komplo teorilerini tarihi ve konularıyla ilgili olarak düzenli şekilde incelemiş.
Memleketimizdeki “Ergenekon” histerisine bakınca nedense aynı şeyleri görür gibi oldum..
Masonlar, Tapınakçılar, İlluminati vs hep aynı komplonun farklı yüzleri gibi gösterilmiştir bu güne kadar. Birinin nerede bitip diğerinin nerede başladığını hiç bilmezsiniz.
Hepsinde zengin, seçkin, “beyaz” insanları görürsünüz.


Lafı uzatmadan ülkemizdeki duruma bir göz atmak istiyorum.
Şu “beyazlaşma” meselesi bilhassa 28 Şubat müdahalesinden sonra gündeme oturdu ve neredeyse bir “nas” halini aldı.


Ordu mensuplarının kendilerini sıradan insanlardan daha üstün ve seçkin saydıkları bir hakikattir. Bunun tarihi ve çok da haklılaştırılabilir sebepleri vardır.


Ergenekon kâbusunun dayandığı şey de asıl budur. Ergenekon kâbusu asker seçkinciliğinden beslendiği kadar kendisini seçkinleştirecek sebepleri bir türlü bulamayan kesimlerin aşağılık kompleksleriyle de o kadar beslenmektedir.


Ergenekon kâbusu, asker seçkinciliğine karşı kenar mahalle dindarlığının bir intikamıdır aslında…


Bu tipik bir komplo teorisidir.


Oradan buradan devşirilen, meşruiyeti, haklılığı, gerçekliği belirsiz sayısız belge kalabalığına hakikatin boğdurulduğu bir kendi kendini gerçekleştirmesi sağlanmaya çalışılan kehanettir.
İktidar partisi bu konuda taraf olmuştur. Bu da belli kesimlerin, yargı sürecinde yargı tarafsızlığıyla ilgilenmediklerinin açık delilidir.


Komplo teorilerinin açık ve net dayanakları yoktur. “Hainlerden”, “itirafçılardan” derlenmiş bir sürü sözde belge ile bu teoriler ispatlanmaya çalışılır . Aslında komplo teorisi bilimsel olarak yanlıştır. Çünkü henüz ispatlanmamış her varsayım ancak hipotez olarak adlandırılabilir. Teori olmak öyle kolay değildir.


Şimdi olaya baktığımızda adına “darbe planı” denen sayısız belge ortalığa saçılmıştır.
Bu belge kalabalığına bakıldığında ordunun işi gücü bırakıp her gün genel kurmay personeline mütemadiyen fantastik darbeler kurgulattığını düşünmemek elde değildir. Herhalde generallerimiz yaptıkları toplantılarda hangi darbeyi yapacaklarına aralarında sayışarak karar veriyorlardı?


Juan C. Castillon adlı yazarın da “Dünyanın Efendileri” adlı kitabında belirttiği gibi kimliği belirsiz sayısız gizli tanık, hain ve itirafçı dışında herhangi bir dayanağı olmayan efsaneleşmiş komplo teorilerinden biri daha ülkemizde yaratılmış, anlaşılan…


Dikkat edilirse Ergenekon’la ilgili iki tip tanık var. Birinciler ordu içindeki “gizli tanıklar”, ikinciler bebek katilliğinden ayrılma “itirafçılar”… Şahitlerin güvenilirliği hiç göz önüne alınmadan sadece “şahit olduklarına” dair ifadelerine güvenilerek masumiyet karinesinin çiğnenebilmesi, komplo teorilerinin nasıl bir histeri halini alabildiğinin dehşetengiz belgesi!



Bunun yanı sıra, tarihteki bir takım örneklerden dolayı sadece “akıl yürütme “ ile bu sözde komplonun açıklanmaya çalışılması da komplo teorileri histerisinin bir başka yönü…
En önemlisi “bütüne hâkim olmak isteyenlerin” yürüttüğü bir operasyondan bahsedilir. Öyle ki bu seçkinci grup çok ciddi menfaat bağlarıyla birbirine bağlanan ve bu bağa ihanet edeni de acımadan yok eden bir gruptur.


İmdi..



Bu veçheden bir de siyasal dinciliğin iktidar sürecini bir gözden geçirelim.
Siyasal dincilik Nilüfer GÖLE’nin meşhur ve bir o kadar yanlış tespitli kitabıyla kendine sahip olmadığı bir medeniyet izafe etmeye imkân buldu. Böylece Emevi geriliğini günlük hayata hâkim kılmanın modasına “modernlik” denmeye başlandı…
Bu modernlik kılıfı içinde kendi “iş adamları” derneğini kuran, paralanan, “ciplenen” yeni bir seçkinlik timsali olmaya başladılar.



“Beyaz” olmakla itham edilen para seçkinlerini toplumun diğer kısımlarından ayıran şey sadece paraydı. Yeni dinci seçkinler ise araya bir de dini sokuyor ve “Müslüman” adını yalnızca kendilerine yakıştırıyorlardı.


Eğer bir komplo teorisi oluşturulacaksa , “gemicik”, “yumurta holdingi” sahibi onlarca siyasal dinciden oluşan yepyeni bir “beyaz” seçkinci grup teşekkül etmişti bile.



Bu gurubun birbirine yalnızca parasal değil ama temeli çok öncesine dayanan bir “cemaat” bağıyla bağlı olduğu zaten biliniyordu. Şüphesiz bu cemaatler çok sayıda ve Yeni Akit yazarının şu satırlarında görüldüğü üzere (Yeni Akit Gazetesi yazarı Şaban Şimşek, "devlette yer kapma savaşı"nı anlattığı yazısında cemaatlerin devlet içinde kadrolaşabilmek için birbirlerine hayat hakkı tanımadıklarını belirtti. Yazısına "Devleti ele geçirmek tabirini kullanmak istemiyorum" notu düşen Şimşek, "Cemaatlere bunları müstahak görenlerin cemaatsizlere neyi reva gördüklerini söylemeye gerek yok")birbirlerini dahi yok edecek kadar, devletin içinde vahşi bir kadrolaşmaya gittiklerinden bahsediliyordu.



Nitekim hocalarınca “ Damarlarına sızacağız..” emri ile kendisine hedef gösterilmiş bir cemaat yapısının ta ilk öğretimden başlayarak kendi elemanlarını gözümüzün önünde yetiştirdiğini hepimiz biliyorduk.



Yani bir şeyleri toptan ele geçirmeye çalışan, kendince seçkin bir grup zaten yıllardır oluşturuluyordu!



Bu grubun hedefleriyle ilgili ise sayısız cemaat toplantısı bandı vs elde ele dolaşıyordu. Kaldı ki günlük hayatımızda cemaatlerin genişlemeye nasıl önem verdikleri, birer bir ilişkilerle nasıl bir zihniyet dönüşümüne çalıştıkları da ortadaydı.



Bunun yanı sıra, kendi fikirlerini tartışabilecek herkesi, aynı camide namaz bile kılsalar cemaatlerine yaklaştırmadıkları da bilinen bir gerçekti.
Yani komplocu grupların kendilerinde gördükleri seçkinliğin korunması için sürdürülen, “Üye olmayan giremez” gizliliği cemaatlerin temel düsturuydu.



Kendilerine göre hitapları, giyim tarzları hatta yürüyüşleri vardı.
En önemlisi şuydu ki “hizmet” adına yapabileceklerinin bir sınırı yoktu! Müslüman bir memlekette milletin imanı hakkında bühtan etmekten dahi utanmıyorlar, kendilerine göre bir “İslâmı” egemen kılmak için her vasıtayı kullanmayı caiz biliyorlardı.



Meselâ Deniz Baykal’a yönelik komplonun, doğruluğu araştırılmaksızın ve üstelik pornografik denebilecek içeriğine rağmen önce siyasal dinci yayın organlarında yer bulması bu açıdan manidardı.Aynı şekilde bu tip bir karalama gayretinin normalde Müslüman biri tarafından daha en başından reddedilmesi gerekirken siyasal dinci bir pati tarafından koz olarak kullanılması da cemaat “ahlâkının” teleolojik yönünün dehşetli bir örneğiydi.



Cemaat tam da komplocu gizli seçkinlerin düşündüklerine benzer şekilde “kendi dışında hiçbir iyiliğin olmadığı” kanaatiyle kötülüğe, sözde kötülüğün “kendi silâhıyla” cevap veriyordu.
Bu aşamada devreye, ortalığı “militarist komplo teorilerine boğan tuvaletkâğıdı arayanların rakipsiz federasyonu giriyordu. Bu federasyon içinde, ailecek ABD ajanı olanlar, paraya boğulan yeniyetmeler, Türk düşmanı etnik ırkçılar, vatansız liberaller, fırsatçı sosyalistler ve sosyalist eskileri, nedense şaşılacak bir tesadüfle bir araya geliyordu.



Kendini toplumun geri kalanından ciddi şekilde ayırıp toplumu kendi doğrusuna göre toptan değiştirmek için devlete sızmak dahil olmak üzere ( “sızmak” fakirin değil, onların deyimidir…) her türlü örgütlenmiş eylemi gerçekleştirmeyi “hizmet” diye sloganlaştıran bir grup, komplocu olarak görülmüyor ama yaptıklarına dair ancak bir takım isimsiz hainlerin ve itirafçıların iftiraları dışında hemen hiçbir delil bulunmayan pek çok insan, komploculukla itham ediliyordu. Kaldı ki bu işleyen bir süreç haline getirilmiştir.


Artık Türkiye’de cemaatler aleyhine yazı yazmak, devlet eliyle susturulacak bir iş haline getirilmek üzeredir. Artık cemaatin “hizmetlerine” taraftar olmayanların otomatikman ve “her ne şekilde olursa olsun” elenmesi, “bitaraf” edilmesi aşamasına geçilmiştir. Bunun en dehşetli örneği Hanefi AVCI’dır.


Velhasıl-ı kelâm:


Ortada devletin bütünlüğüne, demokrasiye dair bir komplo tertibi varsa bu komplonun şablonlarına adına “Ergenekon” denen hayalî örgüt değil, günlük hayatımızda gözümüzün önünden geçip giden, görünümleri, tutumları ile kendilerini belli edip de içlerine ancak kendi seçtiklerini alan ve toplumun geri kalanın kapalı bir şekilde yaşayan cemaatler çok daha fazla uymaktadır.


Ergenekon gibi kutsal bir adı bir komployla bütünleştirerek millî dağarcığımızı sakatlamaya çalışanlar önce dönüp neredeyse tamamı Müslüman olan bir ülkede kendi din kardeşlerinin imanına bühtan edenlerin neler yaptığına bakmalıdırlar.

4 yorum:

nevin çelik dedi ki...

İftiralar ve itirafçıların yalanları üzerine kurulu bu darbe safsatalarına Ergenekon adı boşuna verilmedi.Her kutsal bir bir devrilmeliydi.Ama "Yeniden Ergenekon" diyeceklerin yaşıyor oluşunu hesabedemediler.

Afşar Çelik dedi ki...

Enfes yorum!

bilge dedi ki...

Afşar abi mükemmel bir yazı, eline sağlık! Paylaştım hemen..

Afşar Çelik dedi ki...

Estağfurullah Bilgeciği'm, vakit ayırdığın için ben teşekkür ederim.Eksik olmayasın.