5 Kasım 2010 Cuma

Doğal Gaz, Balgat Ve Modern Dindarlık I

I
Her ne kadar şu anda –ki gece yarısını on sekiz dakika geçiyor- “China Roses’ı” elli bininci defadır dinliyor isem de fikrin tomurcuğu kafamda patladığında, ben elimde, dün bahsettiğim domatesler ve patlıcanlarla apartmanın cümle kapısına doğru merdivenleri tırmanıyordum.
Her zaman olduğu gibi hava sinir bozacak kadar açık ve güneşliydi.

Ama o da ne?!

Siyah, döküm doğalgaz boruları akıl almaz bir kıvraklıkla kapıların ve ilgili kolonların etrafından dolanıp dairelere dağılıyordu!


“Doğal gaz”! Daha geçen gün bir gençlik arkadaşımın Türkmen doğalgazının yaşadığı şişkinlik sıkıntısı ile ilgili o gülle gibi ağır yazısı da aklıma gelmedi değil hani!
Ama sorun bambaşka bir şeydi…



Bütün tedirginliklere ve önyargılara rağmen apartmanımızdaki o muhteşem toplantıyla karar verilen doğal gaz dönüşümü, çok ciddi bir değişime işaret ediyordu!


Evet… Hâlâ merkezi sistemde yakıt tüketimini paylaşacak kadar birbirimize yakındık ama…
Hepimizin bambaşka bir sorumluluğun altına girdiğini, biraz da ürkerek fark ediyorduk.
Kapıcıların, eşin, dostun, hatır, gönül bağlantılarıyla bulunan kömür tüccarlarıyla kurulan kişisel ilişkilerden, doğalgaz dağıtım şirketiyle kurulacak kurumsal ilişkilere geçiyorduk artık! Kömür parasının üzerine yatıp da zararı başkalarına ödetenlerin günü artık geçiyordu!


Birbirimize bağlılığımız artık daha resmî, daha şehirli, daha mesafeli bir hal alıyordu. İlişkilerimizde sorumluluğun ağırlığı kendini daha çok belli ediyordu.
Ve şehirde yaşamanın maliyetinin artık daha fazla farkına varıyorduk!
Apartmanda yaşayıp hiçbir sorumluluk almaksızın tek göz odada kömür sobası yakmak hevesini artık taşıyamazdık.



Ve belki “yerlileri” rahatsız eden başka bir şey vardı…
“Sen, ben bizim oğlan” ile kurulan kooperatiflerde, mülkiyetler yavaş yavaş el değiştiriyor, anlayışları, adetleri farklı insanlar, sorumlulukların, tanıdıklıklar içinde eritilebildiği hemşerici ortamları artık o eski “güvenli” yapısından uzaklaştırıyordu.



Kaloriferi yakmak artık kazana kömür atmaktan ibaret değildi. Birbirinden tuhaf tanklar, boru bağlantılarıyla doğal gaz donanımı, Frankenstein filmlerindeki deli doktorların laboratuarlarını andırıyordu.



Doğal gaz binaların, mülklerin değerini bir anda arttırıyordu. Onları modern konutlar haline getiriyordu.


İnsanın aklına şöyle bir soru geliyordu kendiliğinden: “O zaman Marx haklı mıydı? Bakın işte doğal gaz, gibi bir teknoloji bilincimizi değiştirmiyor muydu?”



Marx dedenin ( özellikle küçük harf) yanıldığı nokta şurasıydı: Apartman sakinleri doğal gaza, geçmek kararını kendileri veriyordu. Yani teknolojinin geleceği hakkında kafa yorduktan sonra , o gelişmeyi kabulleniyorlardı. O gelişmenin getirdiği ve önceden kestirilemeyecek sonuçlar işin tamamı değildi yani…



Bunun yanı sıra doğal gaz dönüşümü teknolojisini de yaratan insanın kendisiydi. Yani bilinç olmaksızın teknoloji var olamıyordu.

Bu nereden aklımıza gelmişti?



Doğal gazın gelişi, aslında şehirleşmenin o engellenemez dönüştürücülüğünün göstergesiydi.
O halde şehirleşme neydi? Bir tür otomatik mekanizma mıydı? Yoksa gerçekten Marks dede haklı mıydı?


İşin içinde insanın, yani iradenin olduğunu unutmadığımız müddetçe şehirleşmenin tabiatı konusundaki Marksist kolaycılık yanılgısına düşmemek mümkündür.


İnsanla ilgili hiçbir şey insan iradesinden bağımsız değildir. Bundan dolayıdır ki insanlarla ilgili meselelerde, “insanı güden otomatizmler” fikri açıkça saçmadır. İnsan ne tarih ne sınıf otomatizmleriyle güdülebilir. İnsanın, sonuçlarını bütünüyle bilmediği kararlarının beklenmedik sonuçları, işin otomatizmini değil insanın mutlak cehaletini gösterir ancak…


Ve sonra Balgat’ı düşündüm. Devasa ve sovyetik elektrik kurumu binasından sonra gelen o yol ayırımındaki gecekondular hâla gözümün önündeydi. Dolayısıyla aziz dostum Fuat, Balgat’ta öğle yemeği yemeyi önerdiğinde, aklımda soğuk demirci elinden çıkmış mavi antipas boyalı kapısıyla yaban yaban duran, bir kebapçıda dürüm yemek vardı. Elbette bunu küçümsemiyorum Gençliğimde bu, lükstü çünkü…


Girdiğimiz lokantada şaşırdığımı belli etmedim ama garsonların tavırlarına ve dekorasyona bakınca, frakımı neden evde bıraktığıma hayıflandım doğrusu.


Balgat bambaşka bir yer olmuştu! Artık doğalgazla ısınan, mimari projesi bile olan, ana caddelerinde üç katı aşmayan geniş daireli apartmanlarıyla beni çarpmıştı.
Balgat artık ancak karakolunun yanında sokak lâmbası olduğunu düşündüğünüz, kavak polenine boğulmuş, yanından tezekli dereler akan o kenar mahalle değildi!
Balgat artık doğalgazla ısınan bir şehir parçasıydı!



Fuat’ın dediğine göre şirketler Balgat’ı çok tercih ediyordu.
İnsan tercihleri bir semti, gecekondu dükalığından, iş merkezi haline getirmişti.
Artık mahalle bakkalı için “müşteri”, ayağı terlikli , burnu sümüklü gecekondu çocukları değil, Amerikan sigarasını rayihasına göre tercih edip araba kullanan şirket çalışanıydı!
Artık kimin nasıl giyindiğine dair mahalleli kınaması yoktu. Artık hayatlarını iç içe yaşamazlarsa kaybedivereceklerini sanan kenar mahalle ahalisi kalmamıştı. Ya evlerini müteahhite verip daire sahibi olmuş veya orayı terk etmişlerdi.


Ama her halükârda şehrin karmaşası ve çeşitliliği, duvarlarından dedikoduların sızıntı yaptığı kenar mahalle evlerini ortadan kaldırmıştı.
Artık doğalgaz vardı ve bu, hayatın bütün maddî unsurlarını, geri dönülmez şekilde değiştiriyordu.


(Devam edecek...)

2 yorum:

Yaren dedi ki...

Afşar bey, merhaba. Bu yazınızı ilginç buldum doğrusu. Niye derseniz her zamanki tarzınız değil. Genelde yoğun düşünsel yazılar kaleme alıyorsunuz ya, bu daha takip edilebilir bir yazı olmuş. Devamını bekliyoruz.

Afşar Çelik dedi ki...

Yaren Bey , ben de ne zamandır yazmak istiyordum böyle birşeyler, biraz düşünceyi toparlamak zorluğundan dolayı kaçınıyordum :) Beğendiğinize sevindim :) Sabredip okuduğunuz için teşekkürler.