7 Kasım 2010 Pazar

Bir Çatı Olarak Devletin Anlamı I



Önce haberin kaynağını verelim de “Vay efendim, ben duymadım, görmedim, bilmiyorum!” gibi çamurluklar olmasın! Eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım. Alıntı Serdar AKİNAN’ın 6 Kasım 2010 tarihli Akşam Gazetesi’ndeki yazısından:

“…Öcalan'ın son yıllarda yaptığı açıklama tarihi önemdedir: 'Henüz diyalog aşamasından müzakere aşamasına geçilmiş değil ama müzakereye geçiş aşaması olarak değerlendirebiliriz. Gelen yetkililer dürüst ve ciddi insanlar. Biz çatı rolünde devlete karşı değiliz. Devlet uzlaşmacı, birleştirici, çatı rolünde olmalı ve hizmeti esas almalıdır. Devlet bir ideolojiye bağlı kalmamalıdır. Etnik-ırki, cinsiyetçi, dini, ideolojik olmamalıdır”….”


Dile kolay on beş yıldır liberal literatürü okurum. “Başka okuyacak şey bulamadın mı?” diyecekler çıkabilir. Fakir pek bir maymun iştahlı olduğundan yanı sıra epey bir “çok satan” da tüketmiştir icabında…


Bu ifadeleri okuyunca “ Bu tombalağa bu akılları kim vermiş?” diye düşünmeden edemedim. Sebebi de mahkemede “Şeyh Sait’in devamıydım, kullanıldım!” demesidir. “ Merd-i Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler demiş” edepli ecdat ama modern argoda biz buna daha ziyade “s..tık” diyoruz.


Demek ki terörist sürüsünün başı kendi aklıyla düşünmüyor! Birileri “Yürü be koçum! Kim tutar seni!” mealinde veriyor “ara gazını”, o da yürüyor…
Neden böyle söyledim?


Anahtar cümle şu: “Biz çatı rolünde devlete karşı değiliz…” “Ağzını yesinler senin!” der, büyükler yeni konuşmaya başlayan çocuklara.. Çünkü konuşmak, düşünebilmenin, parçaları bir araya getirebilmenin sonucudur ve çocukların gelişiminde en önemli aşamadır…
Bu zekâ yoksunu terörist başı amcam, nereden öğrendiyse bir anda “liberal” jargonu kullanmaya başlamış.


Mesele şu ki Türk ( Pardon “Türkiye” mi demeliydim?) liberallerinin kafası da kendisininkinden çok farklı ve -işin kötüsü- fazla çalışmıyor.

Neden? Sebebi şu: Liberal felsefenin günümüz iktisat kuramının oluşumundaki rolü tektir. Bugün alışveriş edebiliyor ve devletin bütün müdahalelerine rağmen fiyatların piyasada oluşumundan bahsedebiliyorsak bunu, zayıf matematikli bir düşünürün, sakat dört işlem mantığıyla kurduğu saçma sapan bir ideolojiye –adını bilmeyenler için söyleyelim Marxizm- değil arzı, talebi, sübjektiviteyi, marjinal değeri vs keşfeden liberal entelektüellere borçluyuz. Ama bu bahsettiklerimin arasında bizimkiler yok!


Liberal düşünürler “üretim araçlarının” topraktan bitip de paylaşılan şeyler olmadığını gösterdiklerinde zaten Marx’ın , dünyayı kana bulayan “üretim araçlarının kolektifleştirilmesi” saçmalığı ebediyen yerle bir edilmişti ( İnatçılar müstesna)…
Üretim araçlarıyla konumuzun ne ilgisi vardır?


“Üretim araçlarıyla” ( o zamanki Marx mantığına göre) o zamana kadar ancak somut olanlarından ibaret sanılan,üretimin kendileri vasıtasıyla gerçekleştirildiği ve bundan dolayı da daha ilerisi düşünülememiş, tüketim mallarının , ara mallarından üretildiği her türlü maddi aracı kastediyoruz.


Eğer bu araçlar bir yerlerden hazır bulunsa ve bütün iş bunların paylaşılmasından ibaret olsaydı Marx haklıydı. Ama Marx bu kadar derin düşünememiş ve üretim araçlarının, yaratıcı bireysel insan zekâsıyla ortaya çıkarıldığını idrak edememiştir. Yani? “Süreçleri açıklayamamış ve mantıksal düşünmeyi becerememiştir!”


Bugün Marxizm’in suyunun suyuyla, Türk solunun kendisine öğretebildiği kadarıyla konuşan yarım akıllı ırkçı kukla da anlamını bilmediği liberal bir yaklaşımı bize sunuyor ve biz ağzımız bir karış açık, bu öğretilebilir geri zekâlıdan medet umuyoruz.
Neden? Çünkü ona, bu sefer liberal terimler kakalayan yarı okumuşlar da süreçleri takip edemiyor, mantığı kullanamıyor ve izahta aciz kalıyor!


“Çatı devlet” diye düşündükleri devlet de yerden öylece çıkarılmamış, bulunmamıştır da ondan!
Çünkü “devlet” ciddi bir beraberlik iradesinin neticesidir! Çünkü azıcık Nozick okuyanlar bile bilirler ki insanların “emniyet sağlayıcı tekel” fikrine ulaşmaları, ciddi tecrübelerin, yani bir sürecin sonucudur! Bizim ham kafalı liberallerimiz ve sosyalistlerimiz “süreç” kelimesini “kendi kendine yürüyen” bir tür hava alanı bagaj bandı gibi düşündükleri içindir ki devletleşme sürecinin toplumsal sonuçlarını anlayacak beyin bölgeleri de gelişememiştir.


Devletleşme, Sadri Maksudi’nin millet tarifinden de anlayacağımız gibi bir “irade” işidir! Yani bir takım kavimler, emniyetin ve adaletin sağlanabilmesi için kendilerini aşan daha büyük bir örgütsel beraberlik kurulması gereğini idrak ederler ve bunu sağlamak için tek bir emniyet sağlayıcının hakemliğini “seçerler”! yani? İnsana dair hiçbir şey insan iradesinden bağımsız olamaz!


Bu iradeyi gösteren kavimlerin, bu beraberlikten sonra , hiçbir şey olmadan, değişmeksizin kalmaları mümkün değildir. Çünkü artık aralarında, ortak emniyet sağlayıcı olarak seçtikleri hakemin dilini konuşmak ve kültürünü benimsek mecburiyeti hâsıl olmaktadır! Aksi takdirde gene kendi davalarını kendi aralarında çözmekle uğraşacak, hakkın takdirine değil, hayvanî gücün keyfî egemenliğine boyun eğeceklerdir. Devletleşmek demek, emniyet sağlayıcı tekelin hâkim büyük kültürünü de benimsemek demektir. Bu, kavimlerin kendi küçük kültürlerinin “ana dillerinden” ayrı bir “anadil” oluşturmak anlamına gelir.


Mesele “devleti oluşturmak” değildir. Her kavmin kendine göre bir “devlet” oluşturması hiçbir meseleyi halletmez. Çünkü devletleşme sürecine girerek beraber bulunmak iradesini gösteren kavimlerin muradı, gücün üzerinde sözün hâkimiyetini sağlayacak bir kural yürütücüyü tesis edebilmektir. Oysa kavimlerin ayrı ayrı devletler kurmasındaki murat, sadece kavimlerin kendi av sahalarını korumaları ve benzerleri dışındakileri de buraya sokmamalarıdır. Bundan dolayıdır ki kavimlerin ayrı ayrı sözde devletleşmeleriyle, bir araya gelerek daha üstün ve gerçek bir devlet kurmak iradelerinin sonucu aynı değildir, olmamıştır.


(Devam edecek...)

Hiç yorum yok: