9 Kasım 2010 Salı

Bir Değil Bin Fatiha!


İnsan ne yazacağını bilemiyor bazen…Hele gaz ocağının sol üst köşesinde, tüpü yeni değiştirmeme rağmen, alevin yeterli kuvvette yanmadığını gördüğümde… O zaman başkasının aklı yetişiyor imdadına… Yılmaz ÖZDİL bugün bir yazı yazmış, aklına, eline sağlık…
Şimdi… Sık sık söyleniyor ama… Hani şu “Atatürk olmasaydı…”senaryoları, yeni gecekondu muhafazakârlığı, sulandırılmış sosyalizm ve nesepsiz liberalizmle bezeli basın yayın egemenliğinde alaya alınıyor.


Neden?

Çünkü sanki her şey olması gerektiği gerçekleşmiş, başka türlü olamazmış gibi zannedildiği için…
Bir sebebi de yukarıda saydığım grupların değer yoksunluğu… Yani sahip olup korumak istedikleri hiçbir varlığa sahip değiller. En azından ahlâkî plânda bu tam bir hakikat…Bu grupların tamamı, sebepleri hiç düşünmeksizin kendilerine göre anın gereklerine cevap vermeyi “akıl” sanan adamlardan oluşuyor.


Bundan dolayıdır bir tornacı esnafın çocuğunun nasıl olup da İngiltere’de doktora yapabildiğini, sonra bir devleti temsil edip de bilmem kaç yüzyıllık bir geleneğin varisinden “devlet adamı” ödülü aldığını anlayamıyorlar. Ama kraliçe anlıyor! Kraliçe, cumhurbaşkanımıza ödül verirken karşısında tornacığının oğlunu görmüyor. O, karşısında, geleneği kendisininkine benzeyen bir büyük devletin varisini görüyor!


Teatcher bir vakit merhum Özal’a “Sizi imparatorluk varisi bir ulusun başı olarak selâmlıyorum!” dediği zaman rahmetlinin bomboş bakmasının sebebi de zaten buydu…
Bazıları Atatürk’ü daha önce var olmayan bir şeyi yaratmış biri olarak görüyor, bazıları da var olan bütün iyilikleri yok etmiş, despot bir idareci olarak…
Bu iki grubun da Türk adına bakışlarındaki sakatlığa ise hiç kimse dikkat etmiyor.
Atatürk daha önce var olmayan bir Türk Milleti yaratmadı. Bunu savunanlar cumhuriyet öncesi toplumsal yapımızı inkâr edebiliyor.


Atatürk Türk kimliğini, “Müslüman kimliğini” yok ederek de yaratmadı!
Atatürk mevcut toplum yapısına nihai bir modern kimlik verdi, o kadar!
Atatürk, Türk’ün patronajının kendiliğinden kabul edildiği bir Müslüman alaşımının, büyük uluslar arası oyunlarla parçalandığını gördüğünde sadece büyük kültür sahibi egemen milletine bunu hatırlattı.


Bundan dolayıdır ki içinde Türk adı geçmeyen hemen hiçbir vecizesine rastlayamayız. Ama günümüz enternasyonalist solcuları ve liberalleri ve elbette siyasal dincileri birbirleriyle didişip dursalar da Atatürk’ün bu kimlik oluşturucu/hatırlatıcı tutumunu asla içlerine sindiremezler.
Bundan dolayıdır ki mesela en sıkı Atatürkçü olduğunu söyleyen bir takım solcular bile Türk adının belirgin vurgusundan kaçınıp ırkçı olmadıklarını söyler, Atatürk’ün hangi milletin evlâdı olduğunu telâffuz etmemeye çalışırlar. Mesela onlar, etnik ırkçılığım/Kürtçülüğün siyasal alanda kimin yardımıyla semirdiğinin de hatırlanmasını istemezler.
Atatürk, içi boş, kimliksiz bir savaş yürütmedi. Atatürk’ün kazandırdığı zafer ve cumhuriyet Türk adının korkmadan söylenebileceği ve ebediyen semalarında yankılanacağı bir vatanı korumak içindi.


Dolayısıyla Atatürk’e durmadan “devrimci” deyip de bu ucuz yollu eşseslilikten onu bir marksistmiş gibi kabul ettirmeye çalışanlar, onu bütün yenileşme gayretlerinin altına silinemez bir “Türk” imzası attığını hatırlamalıdır. Onun önceliği milletinin menfaatiydi.


Bunun için onu, modern dünyanın gerekleriyle donatıp, modern ulusların arasındaki yerini almasını sağlamaktı. Artık bütün dünya öğrenecekti ki yok edebileceklerini sandıkları o alaşımın çekirdeği Türk’tü ve bu öz ebediyete kadar yaşayacaktı.


İşte bundan dolayıdır ki Atatürk, Türk Milleti’ne “kurala” dayanan bir demokratik rejim miras bıraktı. Onun idaresinde de milletine güvendi, inandı.


Ne yazık ki toplum bir anda değişmiyor. Zamanında nasıl bazı köylülerimiz koyunlarına Yunan bayrağı çizerek kendilerini koruyabilecekleri sandılar ve Mustafa Kemal’i bir tür yıkıcı maceracı gibi gördülerse, onarlın fikrî mirası da bir anda yok olmadı.


Çünkü Atatürk büyük kalkınma ve çağdaşlaşma projesinin bir Türk ürünü olduğunda ısrar ediyordu. Bunu Türk Milleti için hedefliyordu. Dolayısıyla Atatürk, “değer sahibi” bir devlet adamı olarak adım adım ilerlenecek bir modernleşme güzergâhını milletine miras bırakmıştı…
Türk çocuklarının, kraliçenin himmetiyle değil, milletlerinin özünde taşıdığı o asil cevherden adlıları güçle modern milletlerle yarışacağını düşünmüştü.


İşte kraliçenin görüp de iktidar partisinin görmediği şey budur. Atatürk için Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olacak kişi, kendisinin İngiltere kraliçesinin lütfuna kayık görüldüğünü düşünmeyecek ve ancak onu bir eşiti olarak kabul edecek, büyük ve egemen bir milletin temsilcisiydi.


Bugün cumhurbaşkanının İngiltere kraliçesinden ödül almasına sevinenler, kraliçenin, bizden ödül almayı hayal edip etmediğini kendilerine sormalarını çok isterdim. Birinden “ödül” aldığı için sevinenler ödül sahibini kendilerinden üstün sayanlardır.


İşte Atatürk’ün, köylerinin etrafındaki dağların berisinden gayrı bir dünya bilmeyen Türk köylüsüne aşılamağa çalıştığı üstünlük duygusu buydu!


Evet Yılmaz ÖZDİL doğru söylüyor.. Ciddiye alınmalarını sağlayan bir devlet ve toplum yapısını kendilerine miras bırakan Mustafa Kemal için iktidar partisi ne kadar Fatiha okusa azdır.

Hiç yorum yok: