24 Aralık 2011 Cumartesi

İslam ve Devlet ya da Amerikan Başarısı

ŞANSI UNUTUN, GEREĞİNİ YAPIN...

Üniversite öğrencisi iken, bir konferansa katılmıştım. Konusu “İslam ve Devlet” idi. Konuşmacı “İslamcı” kesimin önem verdiği muhafazakârlığı önde olan bir Türk Milliyetçisi idi. Bu yüzden salon tıka basa dolmuştu. 
Sözlerine başladığında bütün salon nefesini tutmuş, hatibin ne söyleyeceğinin merakı içinde derin bir bekleyişe girmişti. Kalabalığın arasında muhafazakâr kesime mensup her renkten insan vardı. En ön sıralarda Türkiye, Zaman gibi gazetelerin muhabirleri göze çarpıyordu. Nihayet konuşmacı kürsüde yerini aldı. Kalın camlı gözlüklerinin arkasındaki gözlerini hafifçe kıstığını gördüm, sonra da dudaklarının hafifçe kıpırdadığını. Adeta sözlerine başlamadan önce çektiği besmeleyi duyar gibi olmuştum. Kendinden emin ses tonunu işittikten sonra bütün dikkatimi sözlerini anlamaya vermiştim. Bir saati aşkın konferanstan zihnime çivi gibi çakılan şu sözler kaldı. Detaylar senelerin erozyonu ile uçup gitti…

“…Yıllardır İslam devleti konusu ile büyük bir merakla ilgilendim. Ve bu senelerce süren tetkiklerim neticesinde İslam’ın devlet konusunda üç tane emri olduğunu müşahede ettim. Bunların birincisi yapılacak işi ehline vereceksin, ikincisi adaletle hüküm vereceksin ve nihayet üçüncüsü istişare edeceksin… Bunların dışında devlete ilişkin bir hüküm bulamadım. Söz konusu edilen başına İslam getirilen hususların tamamı konuyla ilgili ilme bırakılmış. Mesela ordu konusu, şu olursa İslam ordusu olur diye bir hüküm yok yani kurulan ordu askerlik ilmi çerçevesinde faaliyet gösterecek… Bu üç umde diye adlandırabileceğimiz hükmü yerine getirenlerin illa da Müslüman olmaları ya da devletle ilgili olmaları gerekmiyor. Bu hükümleri yerine getiren tüm güçler daima başarıya ulaşırlar…” 

Bu konferansın üzerinden seneler geçtikten sonra çalıştığım Bakanlık tarafından bir Amerikan burs programı ile ABD’ne gittiğimde bu üç ilkenin hayata geçirilmiş olduğunu gözlemledim. Program çerçevesinde çalıştığım bakanlığın dengi Amerikan Bakanlığında her işin ehline verildiğini, kazara ehil olmayan atamalarında uzun ömürlü olmadığını gördüm. Bütün birimlerde her konuda adaletli olunmaya azami gayret gösterildiğini söyleyebiliriz.  Ve nihayet en küçük birimden en üst birime kadar bütün birimlerin, olmaz ise olmazı, “ortak akıl odası” da diyebileceğimiz toplantı salonlarının varlığıydı. Dahası bu salonlar göstermelik değildi. Bütün birimler güne, günün çok erken saatlerinde, bu salonlarda başlıyorlardı. Bu salonlarda yapılan işler değerlendiriliyor, yapılacak işler kararlaştırılıyordu.

Elbette en Amerikan karşıtlarının bile kabul etmek zorunda kalacağı, geçen asra ve günümüze damgasını vuran (emperyalist bile olsa) bir Amerikan başarısı varsa, bunun sırrının da aslında bize ait olan bu ilkeler olduğunu itiraf etmek zorundayız.

Bulunduğumuz yerden durup çevremize bakalım. Çalıştığımız yerlerde gerek kamu gerekse özel sektör olsun, bu üç ilkenin neredeyse hiç uygulanmadığını görmek gerçekten de şaşırtıcı değil… Evet, galiba titreyip kendimize gelmemiz gerekiyor…

2 yorum:

yorgunyabancı dedi ki...

Sade ve güzel bir yazı! Eline sağlık abi.

Afşar Çelik dedi ki...

Sade ve güzel bir yazı abi, eline, aklına sağlık!