ŞANSI UNUTUN, GEREĞİNİ YAPIN... |
Üniversite öğrencisi iken, bir
konferansa katılmıştım. Konusu “İslam ve Devlet” idi. Konuşmacı “İslamcı”
kesimin önem verdiği muhafazakârlığı önde olan bir Türk Milliyetçisi idi. Bu
yüzden salon tıka basa dolmuştu.
Sözlerine başladığında bütün salon nefesini tutmuş, hatibin ne söyleyeceğinin merakı içinde derin bir bekleyişe girmişti. Kalabalığın arasında muhafazakâr kesime mensup her renkten insan vardı. En ön sıralarda Türkiye, Zaman gibi gazetelerin muhabirleri göze çarpıyordu. Nihayet konuşmacı kürsüde yerini aldı. Kalın camlı gözlüklerinin arkasındaki gözlerini hafifçe kıstığını gördüm, sonra da dudaklarının hafifçe kıpırdadığını. Adeta sözlerine başlamadan önce çektiği besmeleyi duyar gibi olmuştum. Kendinden emin ses tonunu işittikten sonra bütün dikkatimi sözlerini anlamaya vermiştim. Bir saati aşkın konferanstan zihnime çivi gibi çakılan şu sözler kaldı. Detaylar senelerin erozyonu ile uçup gitti…
Sözlerine başladığında bütün salon nefesini tutmuş, hatibin ne söyleyeceğinin merakı içinde derin bir bekleyişe girmişti. Kalabalığın arasında muhafazakâr kesime mensup her renkten insan vardı. En ön sıralarda Türkiye, Zaman gibi gazetelerin muhabirleri göze çarpıyordu. Nihayet konuşmacı kürsüde yerini aldı. Kalın camlı gözlüklerinin arkasındaki gözlerini hafifçe kıstığını gördüm, sonra da dudaklarının hafifçe kıpırdadığını. Adeta sözlerine başlamadan önce çektiği besmeleyi duyar gibi olmuştum. Kendinden emin ses tonunu işittikten sonra bütün dikkatimi sözlerini anlamaya vermiştim. Bir saati aşkın konferanstan zihnime çivi gibi çakılan şu sözler kaldı. Detaylar senelerin erozyonu ile uçup gitti…
“…Yıllardır İslam devleti konusu ile büyük bir merakla ilgilendim. Ve
bu senelerce süren tetkiklerim neticesinde İslam’ın devlet konusunda üç tane
emri olduğunu müşahede ettim. Bunların birincisi yapılacak işi ehline
vereceksin, ikincisi adaletle hüküm vereceksin ve nihayet üçüncüsü istişare
edeceksin… Bunların dışında devlete ilişkin bir hüküm bulamadım. Söz
konusu edilen başına İslam getirilen hususların tamamı konuyla ilgili ilme
bırakılmış. Mesela ordu konusu, şu olursa İslam ordusu olur diye bir hüküm yok yani
kurulan ordu askerlik ilmi çerçevesinde faaliyet gösterecek… Bu üç umde diye
adlandırabileceğimiz hükmü yerine getirenlerin illa da Müslüman olmaları ya da
devletle ilgili olmaları gerekmiyor. Bu hükümleri yerine getiren tüm güçler
daima başarıya ulaşırlar…”
Bu konferansın üzerinden seneler
geçtikten sonra çalıştığım Bakanlık tarafından bir Amerikan burs programı ile
ABD’ne gittiğimde bu üç ilkenin hayata geçirilmiş olduğunu gözlemledim. Program
çerçevesinde çalıştığım bakanlığın dengi Amerikan Bakanlığında her işin ehline
verildiğini, kazara ehil olmayan atamalarında uzun ömürlü olmadığını gördüm.
Bütün birimlerde her konuda adaletli olunmaya azami gayret gösterildiğini
söyleyebiliriz. Ve nihayet en küçük
birimden en üst birime kadar bütün birimlerin, olmaz ise olmazı, “ortak akıl
odası” da diyebileceğimiz toplantı salonlarının varlığıydı. Dahası bu salonlar
göstermelik değildi. Bütün birimler güne, günün çok erken saatlerinde, bu
salonlarda başlıyorlardı. Bu salonlarda yapılan işler değerlendiriliyor,
yapılacak işler kararlaştırılıyordu.
Elbette en Amerikan karşıtlarının
bile kabul etmek zorunda kalacağı, geçen asra ve günümüze damgasını vuran (emperyalist
bile olsa) bir Amerikan başarısı varsa, bunun sırrının da aslında bize ait olan
bu ilkeler olduğunu itiraf etmek zorundayız.
Bulunduğumuz yerden durup
çevremize bakalım. Çalıştığımız yerlerde gerek kamu gerekse özel sektör olsun, bu
üç ilkenin neredeyse hiç uygulanmadığını görmek gerçekten de şaşırtıcı değil… Evet,
galiba titreyip kendimize gelmemiz gerekiyor…
2 yorum:
Sade ve güzel bir yazı! Eline sağlık abi.
Sade ve güzel bir yazı abi, eline, aklına sağlık!
Yorum Gönder