2 Temmuz 2011 Cumartesi

Şeytanın Labirenti

Satsın istiyorsan  şeytanı  kendine ortak et. Bir de şifre bulsan, fena olmaz.

Davinci Şifresi’nin edebiyat dünyasına hediyesi belki de bu iki cümleyle özetlenebilir. Şüphesiz Davinci Şifresi bir  exorcist  metni değildi ama Katolik ilâhiyatının  ticarî kullanımının önünü çok hızlı açmıştı, diyebiliriz.

Şeytanın  Labirenti de bu açıdan, yoğun ikonografik öğeler içeren Katolik Hıristiyanlığın  tarihinin bir ucundan yapışıp yazarın  bilgisinin ve yeteneğinin el verdiğince kurguladığı entrikalara yedirilmiş ortalama bir çok satan.
 Kitabın  New York Times   çok satan listesinde yer almış olması okuyucuyu kandırmamalı. Çünkü çok satanların, Stephen KİNG, Dean R.KOONTZ,  Jean Christophe GRANGÉ,  Glen MEADE gibi ustalarının yanında John SAUL cidden çok sönük kalıyor.

Bunun en büyük sebebi,  öykünün kurmacasının  zayıf olması. Kurmaca, öykünün üzerine inşa edildiği  genel entrikal  yapının malzemesidir.  Ne gibi bir olay hayal ettiğiniz kurmacadır. Bir şeytan çıkarma ayini hayal ediyorsanız bu bir tür şeytan çıkarma sote yamak istemek gibidir.  Sote yapmakla kızartma yapmanın malzemeleri farklıdır.

Kurgudan fakı şudur ki kurgu, var olan parçaların eklemlendirilme, iskeletlendirilme şeklidir. Yani montajdır. Kurmaca ise  kurguyu meydana getiren parçaları yaratmak veya ortaya çıkarmak veya  var olanlar arasından seçmek işidir.

Kurguda, hayal ettiğiniz konu ile ilgili  seçtiğiniz kurmaca öğelerini en iyi, en çarpıcı şekilde bir araya getiremeye uğraşırsınız. Aynı malzemeyle aynı yemeği yapanların farklı lezzetlere ulaşmalarının sırrı budur.

İşte bu açıdan Şeytan labirenti öncelikle seçtiği zayıf kurmaca malzemesi ile zayıf düşüyor.

Bu temel zaafiyetine rağmen Şeytanın Labirenti, hâlâ hayal gücü sinemasından zevk alanlar için  iyi bir eğlencelik sayılabilir. Tatilde  “tatil kitabını” yanından ayırmayan çalışkan okurlar için ölü zamanlarını değerlendirmek için birebir.

Hiç yorum yok: