Aslına bakarsanız bütün yazılar yazarın kendisiyle halleşmesidir. Ben de öyle yapıyorum…
Aslına bakarsanız size aktardığım bütün bilgiler kendime tekrar ettiklerim…
Öyleyse niye yazmaya çalışıyoruz? Edebiyat neden hâlâ yaşıyor. Meselâ elektronik kitapların, kâğıt kitabın yerini alacağı söyleniyor ne zamandır. Buna rağmen kitap basılmasından vazgeçilmedi… Geri dönüşüm teknolojilerinin akıl almaz gelişmesiyle artık “Ağaç kesmek” korkusu da bir ölçüde tarih olacağına göre…
Birbirimize bir şeyler anlatmak zorundayız, yeni edebiyatın bütün anarşist ve yıkıcı amaçsızlığına rağmen. Her türlü cinsel sapkınlık ve ölçüsüz şiddetin kol gezdiği romanlarda, öykülere baktıkça kendime şunu soruyorum: “Bir yazarın midesi, bunları yazarken hiç mi bulanmaz?” Veya yazarlık çöpleri torbadan ortaya saçmak mıdır?
Bu sorgulamanın bir ucunun faşizan bir yasaklamaya kadar varmak tehlikesi de var, kabul… Çünkü yarım akıllı bir takım memurların ve siyasetçilerin millete kendilerine göre ahlâkî bir don biçmeye kalkıp da hepimizi telef etmesi de mümkün…
Tek bir edebî şekil ve anlayış mı olmalı? Şüphesiz böyle bir şey olmaz… Gene de kelimelerin ”güzel” bir şekilde meydana getirilmesi değilse, nedir edebiyatın amacı? Bir amacı olmak zorunda mı? Sanırım evet… Aksi takdirde edebiyatı “bedii” seçilir, ayırt edilir hiçbir şey kalmaz ortalıkta. İşin garip tarafı, sanatın kitleselleştiği, piyasalaştığı eleştirisini yapanlar sanatta eşsizliği ldüren insanlar… Andy Warhol, konserve kutularından tablo yaparken belki belli bir eleştiri getiriyordu ama o tabloyla beraber, sanat eserinin kişiselliğini, farklılığını ve içerdiği ustalığı da çöpe yolluyordu. Warhol’un konserveler tablosunu çöpe atsak ne kaybederiz? Hiçbir şey! Çünkü başka konservelerle bir başkası aynısını tekrar edebilir.
Bunları düşünmeme sebep bu günlerde okuduğum Palahniuk romanıdır. İçinde serpiştirilmiş birkaç genel kültür kırıntısının yarattığı çekicilik ve öykülerindeki çocuksu dikkat çekmek isteği dışında “Tekinsiz” gayet harc-ı âlem bir roman… Bizi gırtlağımıza kadar dışkıyla karışık cinselliğe boğan bir metin… Peki yazar bununla ne yapmak istiyor? Şahsen ben anlayamadım… Belki zaaflarına yenik düşen insanların mesajsız öykülerini anlatmak istiyordur. Sonları hiçbir ahlâkî mesajın nişanesi olmayacak, bir takım cehennemliklerin son feryadıdır anlattıkları, kim bilir?
Yeni edebiyatın içinde sürekli bütün güzellik arayışlarını, bütün çabaları, bütün geçim dertlerini küçümseyen ve kendini hakikatin efendisi, sahibi sanan bir salaklık hâkim… Dikkat ederseniz yeni nesil polisiyelerde sosyal açıdan başarısız, işini iyi yapmanın zevkinden bile uzak, hayatına kendisi bile değer vermeyen ve bir sifondan kayıp gitse en başta kendisinin umursamayacağı dedektifler ordu gibi…
Belki böyle şeylerin de “iyi yazılması” mümkündür. Ama en nihayetinde çöpün içindeki anlama ulaşma gayretini görüyorsak… Eğer birileri “Anlam yok kiii!” diye bağırarak konserve kutularının etiketlerinden kopardığı parçaları yan yana dizerek kitap yazdığını iddia ediyorsa şunu söylüyordur: “Hayatınızın benim için bu kutular kadar değeri yok ve sizin hayatlarınızı da bunlar kadar önemsemiyorum!” O zaman ona okur olarak şunu söyleyebilmeliyim: “Cehenneme kadar yolun var!”
Bana öyle geliyor ki “ezilmişlerin hikâyesini” yazarken hepsini anlamsız pislikler gibi anlatan günümüz yazarları aslında nefret ettiklerini sandıkları seçkinciliğin dibine vuruyorlar. Kendi içlerindeki sayısız kompleksi ezilenlere yansıtarak yazıyorlar…
Elbette bir top mermisiyle yaralanmış askerin saçılmış bağırsakları ilgili bir metnin ögesi olacaktır ama en nihayetinde bir anlam ifade etmek kaydıyla… Bunu anlamsız bulanlara şunu söylemek isterim, ortalığa saçılmış bir bağırsakların hepsi anlamlıdır! Bu konuda belki uyuyor olabilirsiniz ama artık uyanın! Savaşın anlamsızlığından bahseden filmlerin çakma hümanizmlerine rağmen bu böyle! Kaldı ki yazarın hangi kültürel kurumlardan geldiği göz önüne alınmadan Californialı bir züppe gibi “Savaşmak anlamsız” gibi şeyler yumurtlamak da hödüklük!
İnsanı insan yapan anlam arayışıdır. Ve iyi edebî ürünler, her yazarın kendi aklı ile bulduğu anlam dağarcının zenginliğini taşır. İyi edebiyat yazarın insana yaklaşabildiği edebiyattır. Yoksa günlerce porno film çeken bir çiftten bahsedip de bu anlatımın bütün alenîliğine ve bayağılığına rağmen onların yabancılaşmasını ve yalnızlığını anlatamamak değil…
İyi edebiyat teşhir etmek değildir. İyi edebiyat zihnin “hayal makinesini” okura çalıştırabilmektir.
İyi edebiyat yazarının yazarken korktuğu, ağladığı, üzüldüğü şeyler yazmasıdır…
İyi edebiyat hayatı kaydetmek değildir.
İyi edebiyat aklımızda kalan silik fotoğrafların muhtemel öykülerini yazmaktır.
İyi edebiyat iyiliğe dirsek çevirmemektir… Derim ben…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder