Rifat SERDAROĞLU’nun bir yazısını hem gülümseyerek hem üzülerek okudum. Önce yazıda gülümsememe ve üzülmeme sebep olan esas cümleleri alıntılayayım. Yazının elektronik bağlantı adresi yazı sonunda verilmiştir.
“Halbuki solcu olmak, öyle kolay bir iş değildir. Her şeyden evvel, doğduğunuzdan itibaren beyninize şırınga edilen değerleri yıkacak kadar güçlü olacaksınız. Daha sonra, “Sosyalistim” diye ortaya çıkmadan evvel, sosyalist ahlak kavramını benimseyeceksiniz. Hayatınız boyunca özeleştiriyi kendinize ilke edineceksiniz ve de ondan sonra belli bir ekonomik sistemi benimseyeceksiniz, ona göre yaşayacak, ona göre çalışacaksınız. Bu, her babayiğidin harcı değildir.”
Bu satırlar yıllarca “merkez sağda” siyaset yapmış bir politikacının dahi sola karşı nasıl eziklik hissettiğinin ve maalesef siyaset bilimi ve daha da kötüsü ahlâk felsefesi konusunda nasıl eksik kaldığının bir delili.
Solcu olmanın kolay bir şey olmadığını söylüyor SERDAROĞLU. Çünkü bunun için beynimize şırınga edilen değerleri yıkmamız gerektiğini belirtiyor, açıklamasında. Demek ki önce “beynimize şırınga edilen değerlere” düşman olmamız gerekiyor. Dikkat buyrulursa, bu cümleleri “merkez sağ” etiketini sahiplenen bir politikacı ediyor. Yani? Yani “beynimize şırınga edilen değerleri korumak” adına siyaset yapan biri, bu cümleyi sarf ediyor.
Her şeyden önce “beynimize şırınga edilen değer” tabirindeki atıf yanlışlığını gidermeliyiz.
Her fert bir toplumun içinde doğar. Toplumun, kendi düzeninin üzerinde yürüdüğü, işlediği belli bir temel, belli bir zemin vardır ki bu zemin “değerler”dir. Yani? Yani “Sahip olmak ve korumak istediğimiz varlıklar”dır.
Toplumda herkes bu değerlerin korunması yönünde kendiliğinden gelişen bir mutabakata vardığı içindir ki belli bazı şeyleri “normal” ve bunların dışındakileri de “anormal” sayarız.
Peki ama diyelim ki tarihin bir devrinde böyle bir mutabakat sağlanmıştır… Bu mutabakata neden bir sonraki, bir sonraki ve elli nesil sonraki insanlar da uymaktadır? Bizi ecdadımıza bağlayan şey nedir? “Ecdad” kavramını kafamızda oluşturan şey nedir? Altı üstü hepimizi maymunlarla yakın akraba olan, siyaset yapan primatlar değil miyiz? Hangi maymun, dedesini hatırlamak ister ki?
O halde dedelerimiz bizim için sadece biyolojik kökenlerimiz anlamına gelmiyor? Onlar bundan daha fazlasını ifade ediyor… Peki onlar bizim için neyi ifade ediyor? Onlar bizim için yaşadığımız değerlerin, kullandığımız normların yaratıcıları ve aktarıcıları olarak bir anlam ifade ediyorlar! Biz bundan dolayı belli bir milliyete, sosyal kimliğe, dile ve kültüre sahip olabiliyoruz. Yani? Yani ebeveynimiz “beynimizde belli değerleri şırınga etmese” maymunların büyüttüğü Tarzan’dan bir farkımız kalmazdı!
SERDAROĞLU’nun bu anlayışı, geleneği, “ tarihsel bir yanlışlık” olarak görüp de küçümseyen Marx’ın mirasıdır. Marx’a göre bildiğimiz tarih, sınıf çatışmalarından galip çıkan “proleter olmayan” sınıfların tarihidir ve bütün gelenekler de bu sınıfların egemenliğini sürdürmesi için tasarladıkları saçmalıklardan ibarettir. Öyleyse hepimiz önce, bu egemen sınıfların egemenliklerini sürdürmek için birbirlerine aktardıkları, “ beynimize şırınga ettikleri değerlerden” kurtulmalıyız! SERDAROĞLU vardığı sonucun ideolojik kökenini bilmediğinden olsa gerek; bir muhafazakâr politikacı olarak değerlere saldırmakta beis görmemektedir.
Daha sonra “sosyalist ahlâk kavramını benimseyeceksiniz!” diye kestirip atıyor yazarımız. Bu noktada da kendisini mazur görmemiz için sebepler vardır. Çünkü sol, ideolojisi ile değil, duygusallığı ve hırçınlığı ile bir normatif ahlâka sahip olduğu izlenimini, topluma başarıyla kabul ettirmiştir. Değerli yazar maalesef “sosyalist ahlâktan” neyi anladığını belirtmiyor. Gerçi onun belirtmesine gerek yok… Bunu solcuların kendileri bile bilmiyor. Çünkü böyle bir “ahlâk” yok!
Böyle bir ahlâkın olmadığını görmemizi engelleyen şey, solcuların sahip oldukları ideolojiyi bilmemeleri ve aslında farkında olmadan tam da karşı olmaları gereken normatif ahlâka bağlanmalarıdır.
Normatif ahlâk derken neyi kast ediyoruz?
Değerlerimizi sürdürmemiz için kabul ettiğimiz “kabul edilebilir sınırlar içindeki davranışlar” çerçevesinde, ( veya buna Hayek’in deyimiyle, “kendiliğinden doğmuş adil davranış kuralları” da diyebiliriz…) “zarar vermemek iradesi” göstermek davranışına “normatif ahlâk” diyoruz.
Solun ahlâkı diye bilinen şey nedir? Herkesin aklına ilk gelen şey “dayanışma” davranışıdır. Böylece sosyalistlerin dayanışmadan yana oldukları ve diğerlerinin buna karşı olduğu saçmalığı, görünene taabi olmak isteyen sıradan insan için yeterince tatmin edici bir romantizm halini almıştır.
Dayanışmanın gereği olarak varlıklarımızı “insan kardeşlerimizle” paylaşmak bir sosyalistin olmazsa olmaz, “değeridir”! Sosyalistler bu noktada gayet net biçimde idealisttirler. Dayanışmadan yana olmanın “norm” olduğu fikri ile dayanışmayı idealaştırırlar.
Bunda bir sorun var mıdır? Elbette yoktur. Mesele şudur ki “dayanışma” denen şey sosyalizmin uydurulmasından çok önce, daha insanlar toplumlaştıklarında meydana gelmiş bir davranıştır. Çünkü insanın varlığı, ancak hemcinsleriyle sürdüreceği barışçı işbirliğine bağlıdır. Ve insan denen yaratık da hemcinslerinin varlığının korunmasının, kendisinin varlığının korunmasıyla alâkasını çok çok önceden keşfetmiştir.
O halde? Sosyalizmin ne kötülüğü olabilir?
Sosyalizmin veya solun “kötülüğü”, dayanışmayı “rızaya” dayanan, ferdî bir eylem olmaktan çıkarmasıdır. Bu noktada “dayanışma” kavramının, bizzat sosyalistlerin hayalindeki devlet eliyle yok edildiğini anlamak için “görünene taabi olan insandan” biraz daha fazlası olmaya gayret etmek gerekmektedir.
Neden böyledir? Çünkü ekmeğinizi kendi merhametiniz ve iradenizle komşunuza götürmeniz ile eli kalaşnikoflu birilerinin, sırtınızdan dürtüklemesiyle götürmeniz çok farklı iki davranıştır! Dayanışmayı “devletleştirmek” veya bazı sosyalistlerin bu tabirin sevimsizliğinden kurtulmak için söylediği gibi onu “ kamulaştırmak” veya “kolektifleştirmek” onu buharlaştırır. Çünkü dayanışma, ancak fertlerin iradeleri varsa vardır. Bir insanı, ona hiç sormadan dayanışmaya mecbur etmek dayanışmanın ortadan kalkmasına sebep olur.
Bu durumda yazarımıza sorulmalıdır: “Bir sosyalist olmadığınızı açıkça beyan ettiğiniz halde fitre, zekât, sadaka veya bunlar dışında yaptığınız yardımları hangi ahlâka dayanarak yaptınız?” Şimdiye kadar sayısız hayra girdiğinden hiç şüphemizin olmadığı yazarımız şöyle bir düşünürse; bütün hayırlı işlerini “beynimize şırınga edilen değerler” sayesinde yaptığını derhal fark edecektir.
Eğer “sosyalist” bir ahlâka sahip ise o vakit, kendi sınıfının egemenliğini ve fakirlerin kendisine maddî bağımlılığını sürdürmek için bunları yaptığını söyleyerek öz eleştirisini sunmalıdır.
Öz eleştirinin sosyalizme has bir fazilet olduğu da gene sol karşısında duyulan ezikliğin bir sonucudur. Böyle bir sözü alenen sağcı etiketiyle siyaset yapan biri söylememelidir. Çünkü “kişinin kendini bilmesi”, sosyalizmin uydurulmasından çok önceleri bile bilinen bir değerdir.
Sosyalizmin hiçbir geleneğe bağlanmamak anlamında “sürekli devrim” ve “ilericilik” iddialarının temeli, öz eleştiri değil, “değer düşmanlığıdır”.
Evet… Size aktarılan değerleri reddedip ahlâkınızı temelsiz bıraktıktan sonradır ki bir ekonomik sistemi benimseyeceksiniz ki o sistemin içinde sizin annenizden öğrendiğiniz “beyninize şırınga edilmiş” değerlerden eser bulunmasın… Böyle bir ekonomik sistemde kimse size, kime yardım etmek istediğinizi sormayacaktır çünkü sizin gönüllü yardım yapabildiğiniz sistem “beynimize şırınga edilmiş” proleter dışı sınıfların değerleriyle birlikte çöpe yollanmış olacaktır.
Böyle bir sistemde kimse size, işinizi bilhakkın ve dürüstçe yapmanın, aslında herkese yapabileceğiniz en büyük iyilik olduğunu söylemeyecektir. Böyle bir sistemde siz “kendiniz için” ve “kendinize göre” çalışmak yerine “başkaları için” ve “başkalarına göre” çalışmaya mecbur edilerek “iyileştirilmiş” olacaksınızdır. İşte SERDAROĞLU’nun erişilmesi neredeyse imkânsız, “sosyalist ahlâk zirvesi” böyle bir şeydir.
Yani “değer” kelimesini Sayın SERDAROĞLU gibi özensiz kullanmak daha en başında, ciddi bir yanlıştır.
Bir sağ politikacı olarak SERDAROĞLU’ asıl övünmesi gereken taraftır. Çünkü solcular, ideolojilerinde, “idealizm” denerek küçümsenen bütün normatif ahlâk ilkelerine, yani SERDAROĞLU’nun ezelden politikasını yönlendiren değerlere bağlanarak aslında onun olduğu yere varmağa çalışmaktadırlar. Solcular normatif ahlâkla yaşayıp normatif ahlâkı küçümseyen insanlardır ki hayallerinin gerçekleşmesi halinde meydana geleceklere sanırım en fazla onlar karşı çıkacaklardır.
Öyleyse Sayın SERDAROĞLU’nun yapması gereken şey, ahlâkı solun eline teslim edip onların üstünlüğünü kabul etmek değil; solcuların fiilen kullandığı bütün ahlâkî takım kutusunun aslında, solun karşı olduğu ve kendisinin savunduğu geleneklerden geldiğini onlara anlatmaktır.
Sağdaki felsefe yoksunluğu, solun en büyük silâhıdır. Bu silâh, ferdin hürriyetine yöneltilmiş en büyük tehdittir. Kendisine “sağcı” diyen bütün politikacılar bilmelidir ki “ kanlı canlı fertlerin” gerçek hürriyetleri, hiçbir hayal için feda edilebilecek en ucuz şey değildir. Umuyorum ki Sayın SERDAROĞLU da bunu fark eder ve solcu sayılmakla övünmekten vazgeçer.
“Halbuki solcu olmak, öyle kolay bir iş değildir. Her şeyden evvel, doğduğunuzdan itibaren beyninize şırınga edilen değerleri yıkacak kadar güçlü olacaksınız. Daha sonra, “Sosyalistim” diye ortaya çıkmadan evvel, sosyalist ahlak kavramını benimseyeceksiniz. Hayatınız boyunca özeleştiriyi kendinize ilke edineceksiniz ve de ondan sonra belli bir ekonomik sistemi benimseyeceksiniz, ona göre yaşayacak, ona göre çalışacaksınız. Bu, her babayiğidin harcı değildir.”
Bu satırlar yıllarca “merkez sağda” siyaset yapmış bir politikacının dahi sola karşı nasıl eziklik hissettiğinin ve maalesef siyaset bilimi ve daha da kötüsü ahlâk felsefesi konusunda nasıl eksik kaldığının bir delili.
Solcu olmanın kolay bir şey olmadığını söylüyor SERDAROĞLU. Çünkü bunun için beynimize şırınga edilen değerleri yıkmamız gerektiğini belirtiyor, açıklamasında. Demek ki önce “beynimize şırınga edilen değerlere” düşman olmamız gerekiyor. Dikkat buyrulursa, bu cümleleri “merkez sağ” etiketini sahiplenen bir politikacı ediyor. Yani? Yani “beynimize şırınga edilen değerleri korumak” adına siyaset yapan biri, bu cümleyi sarf ediyor.
Her şeyden önce “beynimize şırınga edilen değer” tabirindeki atıf yanlışlığını gidermeliyiz.
Her fert bir toplumun içinde doğar. Toplumun, kendi düzeninin üzerinde yürüdüğü, işlediği belli bir temel, belli bir zemin vardır ki bu zemin “değerler”dir. Yani? Yani “Sahip olmak ve korumak istediğimiz varlıklar”dır.
Toplumda herkes bu değerlerin korunması yönünde kendiliğinden gelişen bir mutabakata vardığı içindir ki belli bazı şeyleri “normal” ve bunların dışındakileri de “anormal” sayarız.
Peki ama diyelim ki tarihin bir devrinde böyle bir mutabakat sağlanmıştır… Bu mutabakata neden bir sonraki, bir sonraki ve elli nesil sonraki insanlar da uymaktadır? Bizi ecdadımıza bağlayan şey nedir? “Ecdad” kavramını kafamızda oluşturan şey nedir? Altı üstü hepimizi maymunlarla yakın akraba olan, siyaset yapan primatlar değil miyiz? Hangi maymun, dedesini hatırlamak ister ki?
O halde dedelerimiz bizim için sadece biyolojik kökenlerimiz anlamına gelmiyor? Onlar bundan daha fazlasını ifade ediyor… Peki onlar bizim için neyi ifade ediyor? Onlar bizim için yaşadığımız değerlerin, kullandığımız normların yaratıcıları ve aktarıcıları olarak bir anlam ifade ediyorlar! Biz bundan dolayı belli bir milliyete, sosyal kimliğe, dile ve kültüre sahip olabiliyoruz. Yani? Yani ebeveynimiz “beynimizde belli değerleri şırınga etmese” maymunların büyüttüğü Tarzan’dan bir farkımız kalmazdı!
SERDAROĞLU’nun bu anlayışı, geleneği, “ tarihsel bir yanlışlık” olarak görüp de küçümseyen Marx’ın mirasıdır. Marx’a göre bildiğimiz tarih, sınıf çatışmalarından galip çıkan “proleter olmayan” sınıfların tarihidir ve bütün gelenekler de bu sınıfların egemenliğini sürdürmesi için tasarladıkları saçmalıklardan ibarettir. Öyleyse hepimiz önce, bu egemen sınıfların egemenliklerini sürdürmek için birbirlerine aktardıkları, “ beynimize şırınga ettikleri değerlerden” kurtulmalıyız! SERDAROĞLU vardığı sonucun ideolojik kökenini bilmediğinden olsa gerek; bir muhafazakâr politikacı olarak değerlere saldırmakta beis görmemektedir.
Daha sonra “sosyalist ahlâk kavramını benimseyeceksiniz!” diye kestirip atıyor yazarımız. Bu noktada da kendisini mazur görmemiz için sebepler vardır. Çünkü sol, ideolojisi ile değil, duygusallığı ve hırçınlığı ile bir normatif ahlâka sahip olduğu izlenimini, topluma başarıyla kabul ettirmiştir. Değerli yazar maalesef “sosyalist ahlâktan” neyi anladığını belirtmiyor. Gerçi onun belirtmesine gerek yok… Bunu solcuların kendileri bile bilmiyor. Çünkü böyle bir “ahlâk” yok!
Böyle bir ahlâkın olmadığını görmemizi engelleyen şey, solcuların sahip oldukları ideolojiyi bilmemeleri ve aslında farkında olmadan tam da karşı olmaları gereken normatif ahlâka bağlanmalarıdır.
Normatif ahlâk derken neyi kast ediyoruz?
Değerlerimizi sürdürmemiz için kabul ettiğimiz “kabul edilebilir sınırlar içindeki davranışlar” çerçevesinde, ( veya buna Hayek’in deyimiyle, “kendiliğinden doğmuş adil davranış kuralları” da diyebiliriz…) “zarar vermemek iradesi” göstermek davranışına “normatif ahlâk” diyoruz.
Solun ahlâkı diye bilinen şey nedir? Herkesin aklına ilk gelen şey “dayanışma” davranışıdır. Böylece sosyalistlerin dayanışmadan yana oldukları ve diğerlerinin buna karşı olduğu saçmalığı, görünene taabi olmak isteyen sıradan insan için yeterince tatmin edici bir romantizm halini almıştır.
Dayanışmanın gereği olarak varlıklarımızı “insan kardeşlerimizle” paylaşmak bir sosyalistin olmazsa olmaz, “değeridir”! Sosyalistler bu noktada gayet net biçimde idealisttirler. Dayanışmadan yana olmanın “norm” olduğu fikri ile dayanışmayı idealaştırırlar.
Bunda bir sorun var mıdır? Elbette yoktur. Mesele şudur ki “dayanışma” denen şey sosyalizmin uydurulmasından çok önce, daha insanlar toplumlaştıklarında meydana gelmiş bir davranıştır. Çünkü insanın varlığı, ancak hemcinsleriyle sürdüreceği barışçı işbirliğine bağlıdır. Ve insan denen yaratık da hemcinslerinin varlığının korunmasının, kendisinin varlığının korunmasıyla alâkasını çok çok önceden keşfetmiştir.
O halde? Sosyalizmin ne kötülüğü olabilir?
Sosyalizmin veya solun “kötülüğü”, dayanışmayı “rızaya” dayanan, ferdî bir eylem olmaktan çıkarmasıdır. Bu noktada “dayanışma” kavramının, bizzat sosyalistlerin hayalindeki devlet eliyle yok edildiğini anlamak için “görünene taabi olan insandan” biraz daha fazlası olmaya gayret etmek gerekmektedir.
Neden böyledir? Çünkü ekmeğinizi kendi merhametiniz ve iradenizle komşunuza götürmeniz ile eli kalaşnikoflu birilerinin, sırtınızdan dürtüklemesiyle götürmeniz çok farklı iki davranıştır! Dayanışmayı “devletleştirmek” veya bazı sosyalistlerin bu tabirin sevimsizliğinden kurtulmak için söylediği gibi onu “ kamulaştırmak” veya “kolektifleştirmek” onu buharlaştırır. Çünkü dayanışma, ancak fertlerin iradeleri varsa vardır. Bir insanı, ona hiç sormadan dayanışmaya mecbur etmek dayanışmanın ortadan kalkmasına sebep olur.
Bu durumda yazarımıza sorulmalıdır: “Bir sosyalist olmadığınızı açıkça beyan ettiğiniz halde fitre, zekât, sadaka veya bunlar dışında yaptığınız yardımları hangi ahlâka dayanarak yaptınız?” Şimdiye kadar sayısız hayra girdiğinden hiç şüphemizin olmadığı yazarımız şöyle bir düşünürse; bütün hayırlı işlerini “beynimize şırınga edilen değerler” sayesinde yaptığını derhal fark edecektir.
Eğer “sosyalist” bir ahlâka sahip ise o vakit, kendi sınıfının egemenliğini ve fakirlerin kendisine maddî bağımlılığını sürdürmek için bunları yaptığını söyleyerek öz eleştirisini sunmalıdır.
Öz eleştirinin sosyalizme has bir fazilet olduğu da gene sol karşısında duyulan ezikliğin bir sonucudur. Böyle bir sözü alenen sağcı etiketiyle siyaset yapan biri söylememelidir. Çünkü “kişinin kendini bilmesi”, sosyalizmin uydurulmasından çok önceleri bile bilinen bir değerdir.
Sosyalizmin hiçbir geleneğe bağlanmamak anlamında “sürekli devrim” ve “ilericilik” iddialarının temeli, öz eleştiri değil, “değer düşmanlığıdır”.
Evet… Size aktarılan değerleri reddedip ahlâkınızı temelsiz bıraktıktan sonradır ki bir ekonomik sistemi benimseyeceksiniz ki o sistemin içinde sizin annenizden öğrendiğiniz “beyninize şırınga edilmiş” değerlerden eser bulunmasın… Böyle bir ekonomik sistemde kimse size, kime yardım etmek istediğinizi sormayacaktır çünkü sizin gönüllü yardım yapabildiğiniz sistem “beynimize şırınga edilmiş” proleter dışı sınıfların değerleriyle birlikte çöpe yollanmış olacaktır.
Böyle bir sistemde kimse size, işinizi bilhakkın ve dürüstçe yapmanın, aslında herkese yapabileceğiniz en büyük iyilik olduğunu söylemeyecektir. Böyle bir sistemde siz “kendiniz için” ve “kendinize göre” çalışmak yerine “başkaları için” ve “başkalarına göre” çalışmaya mecbur edilerek “iyileştirilmiş” olacaksınızdır. İşte SERDAROĞLU’nun erişilmesi neredeyse imkânsız, “sosyalist ahlâk zirvesi” böyle bir şeydir.
Yani “değer” kelimesini Sayın SERDAROĞLU gibi özensiz kullanmak daha en başında, ciddi bir yanlıştır.
Bir sağ politikacı olarak SERDAROĞLU’ asıl övünmesi gereken taraftır. Çünkü solcular, ideolojilerinde, “idealizm” denerek küçümsenen bütün normatif ahlâk ilkelerine, yani SERDAROĞLU’nun ezelden politikasını yönlendiren değerlere bağlanarak aslında onun olduğu yere varmağa çalışmaktadırlar. Solcular normatif ahlâkla yaşayıp normatif ahlâkı küçümseyen insanlardır ki hayallerinin gerçekleşmesi halinde meydana geleceklere sanırım en fazla onlar karşı çıkacaklardır.
Öyleyse Sayın SERDAROĞLU’nun yapması gereken şey, ahlâkı solun eline teslim edip onların üstünlüğünü kabul etmek değil; solcuların fiilen kullandığı bütün ahlâkî takım kutusunun aslında, solun karşı olduğu ve kendisinin savunduğu geleneklerden geldiğini onlara anlatmaktır.
Sağdaki felsefe yoksunluğu, solun en büyük silâhıdır. Bu silâh, ferdin hürriyetine yöneltilmiş en büyük tehdittir. Kendisine “sağcı” diyen bütün politikacılar bilmelidir ki “ kanlı canlı fertlerin” gerçek hürriyetleri, hiçbir hayal için feda edilebilecek en ucuz şey değildir. Umuyorum ki Sayın SERDAROĞLU da bunu fark eder ve solcu sayılmakla övünmekten vazgeçer.
http://www.egedesonsoz.com/default.asp?sayfa=kose-yazilari&kyID=2511&ky=sagci-veya-solcu-olmak-
2 yorum:
Bu yazıyı Serdaroğluna gönderip cevabını beklemeli derim ben.Bakalım ne diyecek.
Ona değil de gazeteye yolladım ama ses yok henüz...
Yorum Gönder