1 Şubat 2015 Pazar

Şehvetin Ve İktidarın Volkanlarında

 Türkiye’de dinci ve etnik ilkelliğin kadın  trajedisi

“…Dünyada hiç bir erkeğin Abdullah Öcalan kadar kadınları peşinden koşturamadığını, yürütemediğini ve onların ruhuna giremediğini söyleyen Sema Irmak, "Şu anda İmralı'da müzakere masasındaki sayın Abdullah Öcalan'a bu kongremizi atfediyoruz….” (1)

“…Toplantıda son olarak konuşan Mahalle Kadın Kolu Başkanı Nuran Yıldız'da Ak Parti'ye üye olmanın Başbakan Recep Tayip Erdoğan 'a nikahla bağlanmak olduğunu vurgulayarak tüm partilileri bu seferberliğe davet etti…” (2)

İkisi de haber. Yani bir fantezi, önyargı veya kurmaca falan değil.

İkisi de birer  tapınma biçimi.

İkisi de paganik birer tapınma biçimi…

İkisi de otoriter bir ruh halinin  göstergesi….

Dahası ikisi de  bahsedilen kişilerin yaptıkları göz önüne alındığında, sado mazoşist bir sapkınlığın belirtisi.

Sadizmin kökeni açık. Bu insanlar kadın , çocuk demeden herkesi öldürmeyi sadece gerekli bulmuyor, bundan sapkınca bir zevk de alıyor. Bu artık bilinen bir gerçek. İşin mazoşizm yönü  biraz daha incelenmeli….

Bu ruh hali muhakkak  incelenmeli. Çünkü dinin  ahlâkî normlarını cinsellik korkusuna bağlamasıyla aslında ayna görüntüsü olarak cinsel sapkınlığı  meşrulaştırma çabası içine girdiği  artık  herkesçe biliniyor sanırım.

İşin ilginç yanı “töre cinayeti” denen suçların, ensestin,  çocuk tecavüzlerinin, fiilî livatanın en fazla olduğu bölgelerin etnik  terör ve sözde etnik siyaset odaklarının da  bir lidere “cinsel karizma” rolü biçebilmesi.

Kürt toplumunda, bireyin hiçbir değeri yok. Bu toplumsal yapı içinde birey, insan olmasından ötürü korunmaz; sadece  kitleye getirdiği ek refahtan dolayı korunur. Kalabalık aile/ aşiret yapılarıyla Kürtler  fiziksel imkânları paylaşmak için  her türlü güce ihtiyaç duyan bir topluluk. Bu yüzden de gerek çatışmada nefer üstünlüğü gerekse  iş gücü açısından büyük nüfusa ihtiyaç duyan bir topluluk.  Ölçüler bunlar olunca herhangi bir aşiret üyesinin “birey” olması  aşiretin hayatiyeti açısından  tam anlamıyla bir zehir etkisi yaratıyor.
Peki Kürt toplumundaki bu yapı acaba Marksist/Stalinist bir örgüt olan PKK da giderilebilmiş mi?

Elbette hayır. Bütün hayatları “ağa” ve aşirete tapınmak ve onlar için mücadele etmek olan insanların bir anda kendilerini Marx’ın “özgürleştirici” ideolojisine açarak birey olmalarını beklemek safdillik olurdu ki zaten ne Marx’ın ne de Stalin’in böyle bir arzusu veya hedefi vardı.

PKK, aşiret kitleleşmesinin yerine örgütü, ağa figürü yerine Apo’yu koyan  ateist/ Yezidi bir terör örgütü.

Örgüte katılan kadınlarda, aşiretçiliğin, kadını yerleştirdiği ikinci sınıflıktan kurtulup aydın ve mücadeleci bireyler olmak isteği, herhalde ortak… Yaşları daha küçük olup da telkinlerle veya kaçırılarak gelen kadınlar dışında  son birkaç yıldır  basınımızda yaratılmaya çalışılan “PKK’nın entelektüel savaşçı amazonları”  algısı bunu sağlamaya yönelik gibi…

Apo o denli aşkın bir figür olarak sunulmaktadır ki örgüt üyelerinin, karşılarında konuşan adamın tam bir psikopat olduğunu anlayabilmeleri bile mümkün değildir. Apo bir korkaktır. Çünkü bir zorbadır. Otoriter kafa yapısı, onu güçlünün köpeği, zayıfın sahibi yapmaya  yöneliktir.  Kibirlidir çünkü korkak olduğunu bilmekte ve bunun yarattığı kalıcı ve derin aşağılık kompleksini ancak  kibirle yenebileceğini sanmaktadır. Sözlerindeki tutarsızlıklar, meseleyi sürekli  “ben merkezli” bir evrende  görmesi hep onun karmaşık ve hastalıklı ruhunun birer göstergesidir.

Bütün bu hastalıklı belirtiler birbiriyle o kadar iç içe girmiştir ki ağalarına tapınmaktan kurtulmak isteyen kadınlar için yepyeni ve üstün bir “süper ağa” figürü olarak ortaya çıkmaktadır. Örgüt içinde kadın militanlara  yönelik hayvanca tavırları defalarca gündeme gelmesine rağmen  örgüt militanları onu toplumsal yapılarından bir kaçış aracı olarak görmekte ama bambaşka ve cidden sapık bir “ağa” figürüyle karşılaşmaktadır.

Dinci partinin kadın kollarında ise erkeğin mutlak ve aşılamaz iktidarının din (Tanrı) tarafından onaylandığı inancı, aşılamayan bu otoriteye karşı bir tür “fahişe rahibe” psikolojisinin gelişmesine sebep oluyor. Tanrı’nın, kutsalların kutsalının mekânında, tanrıya hizmetin  bütün ahlâk kurallarından kurtularak edilmesi gibi bir ruh halidir bu.

Çünkü erkek madem ki yaratılışın başlangıcıdır ve özüdür, tanrı’dan sonraki en büyük saygıyı hak etmelidir. Kaldı ki eğer bir erkek bir de Tanrısal bir lütufla bir otorite kazanmışsa onun artık her türlü günahtan masun sayılması dinin gereğidir. Dolayısıyla kendisine  karşı zaten hiçbir direnç imkânı bırakılmamış bu üstün yaratılmışın bir de Allah indinde tanınmış bir otoritesi varsa, onun sıradan erkekleri sınırlayan her türlü ahlâk kuralından   masun sayılması kadar doğal bir şey olamaz.

Dolayısıyla mantıksal olarak açıkça tutarsız,  ruh hali dengesiz, katı otoriter, sevgisiz, ve şefkatsiz bir figür aslında dinciliğin kafasındaki “intikamcı”, “öfkeli”, “kahredici” Tanrı figürünün dünyaya inmiş hali gibidir. “Ona dokunmak peygambere dokunmak gibidir….” “ Allah’ın sıfatlarını üstünde taşıyor!” gibi akla ziyan zevzeklikleri benimseyerek bunlara hiç itiraz etmeyen bir kişilik yapısı,  kendisinin  tanrı’nın erkeklere sunduğu bir tatmin aracı olarak gören kadın kitlesi arasında kelimenin tam anlamıyla bir insanlaştırma/antorpomorfizm nesnesi yaratmıştır.

Bu iki figür da bu gün hukukun temel manti olan Anayasayı açıkça beraber yapmak arzusunu dile getirmiştir. “Apoya sormadan olmaz…” mealinde sözler, dinci partini bireysel çıkışları olarak görmek yanlıştır. Bu “Tanrısal liderin” arzularının neferlerce  ifade edilmesidir.

Kadını etnik veya dini baskıyla ezen iki hareket de ondan kendisine  bir cinsel sömürü aracı çıkarmaya çalışıyor ve bunu başarıyor da…
 
Apo’ya ya  da dinci partini liderine kendisini “nikâhlı saymak” sınırsız bir zevk arayışının ifadesi değil.

Kadınlar ruhlarını, tapınılası erkek figürlerine teslim ederek aslında kadınlıktan kaçmaya ve intihar etmeye çalışıyor. Çünkü biliyorlar ki irade sahibi bir kadın olmak, ne etnik Kürt otoritesinde ne de  bir şer’i düzende mümkündür.  Bundan dolayı o liderlerde  kendisini gösteren tanrısal otoriteye, bir volkana atlar gibi  kendilerini teslim ederek o insanlara artık daha fazla şiddet ve kötülük imkânı vermemek arzusunun bir ifadesi bu. “Yandığımda benden geriye kötülük yapabileceğin hiçbir şey kalmayacak!” demenin bir diğer söyleyişi aslında…

Kadına kendi başına var olabilmek imkânını veren Türk Cumhuriyeti’nde, hâlâ bu denli umutsuz kadınların var olması gerçekten esef verici. Daha üzücü olan ise o kadınların kendi iradelerine sahip çıkmak yerine sahte Tanrıların yanardağlarında, şehvet ve iktidar lavlarında kendilerini yok etmeye  gönüllü  olmaları
















2)      http://ohaber.com/-ak-parti-li-olmak-basbakan-a-nikahla-baglanmaktir--h-315194.html

4 yorum:

selcen dedi ki...

"



Bundan dolayı o liderlerde kendisini gösteren tanrısal otoriteye, bir volkana atlar gibi kendilerini teslim ederek o insanlara artık daha fazla şiddet ve kötülük imkânı vermemek arzusunun bir ifadesi bu. “Yandığımda benden geriye kötülük yapabileceğin hiçbir şey kalmayacak!” demenin bir diğer söyleyişi aslında…"
Bu ifade beni, çok üzdü.O kadınların umutsuzluğu çok güzel anlatılmış.Sağolun.


Afşar Çelik dedi ki...

İnsan var olmaya çalışır.

Var olamıyorsa da yok olmaya...

Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.

Saygılar.

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

Afşar Abicim ellerine ve yüreğine sağlık!

Uğruna yaşayacak akılcı değerleri olmayan insanlar bu şekilde sapkın düşünceler peşinde koşuyorlar sanırım.

"Ben ne için yaşıyorum?" sorgulamasını fark etmeden yapıyorlar, elle tutulur bir şey bulamayınca da ya dini, ya etnik ırkçılığı, ya da körü körüne peşinden koşulan ideolojileri yaşama amaçları halinde getiriyorlar, onlara bel bağlıyorlar. Çünkü bunu yapmak, savaş verecek akılcı değerlere sahip olmaya çabalamaktan, yani düşünmekten daha kolay geliyor insanlara.Bir nevi boşluktan neye sarılacağını bilememe hali olabilir mi tüm bu sapkın düşünceler?

Bahsi geçen kadınlar da varoluşlarına dair; kendilerini inandırdıkları ve saygı duyulmasını bekledikleri, kendilerince mantıklı bir senaryo yazarak ve tabii ki kendilerini kandırarak iç huzurlarını sağlamaya çalışıyor olabilirler mi? Kendini Allah'a kulluk etmek ve başbakana her türlü hizmette bulunmakla yükümlü hisseden bir insanın, hatta bu şekilde cennete gideceğine inanan bir insanın, düşünmesi, kaygılanması, planlaması, kazanması, üretmesi gereken şeyler inanılmaz bir şekilde kısıtlı hale geliyor ve bu, vatandaşın beyni rahatlıyor ya. Oh bee, diyor belki, kafam rahat!Tam olarak ifade edemedim sanırım ama, bu şekilde de olabilir mi ki acaba?

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğim,

Sen sağ ol. Kadının normal, karar veren, sorumluluk sahibi bir İNSAN olduğunu, en başta kendisinin kabul etmesi gerekiyor. Böyle oluyor mu? Çoğunlukla maalesef...

Peki cumhuriyetin kadınlara verdiği değer ortada mı? Evet. Yeni başlarına türbanlarını takıp kocalarının cariyesi olmaya heves eden kadınlar, ellerine oy pusulası veren bir sistemin hangi mantıkla, hangi ahlâkla var edildiğinin farkında değil.

Sanalağda çarşafı savunan kadın videoları türedi. "Canım teknoloji herkesin!" diyebiliriz. Tamam da aynı teknoloji İran'da da var orada neden kullanılamıyor?

Yani var olan nimetlerin kullanımıyla ilgili özgürlük ortamı ve o ortamı mümkün hale getiren zihniyet henüz anlaşılmamış ki...

Bu noktada kadınların cahil bırakıldığı vs tezlerine hiç katılmıyorum. Geçit vermez Kürt köyleri için belki düşünülebilir ki artık oralarda bile okul var, bu tez açıkça saçma...

Kadının kendi başına düşünebileceği her ortam şimdilik var. (Aslında bu iyi bir yazı konusu olabilir...) Kadında bir irade olmalı...

Dur ben bu konuda biraz daha düşüneyim.

Ben çok teşekkür ederim, kazandan yorumlarını esirgemediğin için... Sağlıcakla...