“…Dünyada hiç bir erkeğin
Abdullah Öcalan kadar kadınları peşinden koşturamadığını, yürütemediğini ve
onların ruhuna giremediğini söyleyen Sema Irmak, "Şu anda İmralı'da
müzakere masasındaki sayın Abdullah Öcalan'a bu kongremizi atfediyoruz….” (1)
“…Toplantıda son olarak konuşan
Mahalle Kadın Kolu Başkanı Nuran Yıldız'da Ak Parti'ye üye olmanın Başbakan
Recep Tayip Erdoğan 'a nikahla bağlanmak olduğunu vurgulayarak tüm partilileri
bu seferberliğe davet etti…” (2)
İkisi de haber. Yani bir fantezi,
önyargı veya kurmaca falan değil.
İkisi de birer tapınma biçimi.
İkisi de paganik birer tapınma
biçimi…
İkisi de otoriter bir ruh
halinin göstergesi….
Dahası ikisi de bahsedilen kişilerin yaptıkları göz önüne
alındığında, sado mazoşist bir sapkınlığın belirtisi.
Sadizmin kökeni açık. Bu insanlar
kadın , çocuk demeden herkesi öldürmeyi sadece gerekli bulmuyor, bundan
sapkınca bir zevk de alıyor. Bu artık bilinen bir gerçek. İşin mazoşizm yönü biraz daha incelenmeli….
Bu ruh hali muhakkak incelenmeli. Çünkü dinin ahlâkî normlarını cinsellik korkusuna
bağlamasıyla aslında ayna görüntüsü olarak cinsel sapkınlığı meşrulaştırma çabası içine girdiği artık
herkesçe biliniyor sanırım.
İşin ilginç yanı “töre cinayeti”
denen suçların, ensestin, çocuk
tecavüzlerinin, fiilî livatanın en fazla olduğu bölgelerin etnik terör ve sözde etnik siyaset odaklarının
da bir lidere “cinsel karizma” rolü
biçebilmesi.
Kürt toplumunda, bireyin hiçbir değeri
yok. Bu toplumsal yapı içinde birey, insan olmasından ötürü korunmaz;
sadece kitleye getirdiği ek refahtan
dolayı korunur. Kalabalık aile/ aşiret yapılarıyla Kürtler fiziksel imkânları paylaşmak için her türlü güce ihtiyaç duyan bir topluluk. Bu
yüzden de gerek çatışmada nefer üstünlüğü gerekse iş gücü açısından büyük nüfusa ihtiyaç duyan
bir topluluk. Ölçüler bunlar olunca
herhangi bir aşiret üyesinin “birey” olması
aşiretin hayatiyeti açısından tam
anlamıyla bir zehir etkisi yaratıyor.
Peki Kürt toplumundaki bu yapı
acaba Marksist/Stalinist bir örgüt olan PKK da giderilebilmiş mi?
Elbette hayır. Bütün hayatları “ağa”
ve aşirete tapınmak ve onlar için mücadele etmek olan insanların bir anda
kendilerini Marx’ın “özgürleştirici” ideolojisine açarak birey olmalarını
beklemek safdillik olurdu ki zaten ne Marx’ın ne de Stalin’in böyle bir arzusu
veya hedefi vardı.
PKK, aşiret kitleleşmesinin
yerine örgütü, ağa figürü yerine Apo’yu koyan
ateist/ Yezidi bir terör örgütü.
Örgüte katılan kadınlarda,
aşiretçiliğin, kadını yerleştirdiği ikinci sınıflıktan kurtulup aydın ve
mücadeleci bireyler olmak isteği, herhalde ortak… Yaşları daha küçük olup da
telkinlerle veya kaçırılarak gelen kadınlar dışında son birkaç yıldır basınımızda yaratılmaya çalışılan “PKK’nın entelektüel
savaşçı amazonları” algısı bunu
sağlamaya yönelik gibi…
Apo o denli aşkın bir figür
olarak sunulmaktadır ki örgüt üyelerinin, karşılarında konuşan adamın tam bir
psikopat olduğunu anlayabilmeleri bile mümkün değildir. Apo bir korkaktır.
Çünkü bir zorbadır. Otoriter kafa yapısı, onu güçlünün köpeği, zayıfın sahibi
yapmaya yöneliktir. Kibirlidir çünkü korkak olduğunu bilmekte ve
bunun yarattığı kalıcı ve derin aşağılık kompleksini ancak kibirle yenebileceğini sanmaktadır.
Sözlerindeki tutarsızlıklar, meseleyi sürekli
“ben merkezli” bir evrende
görmesi hep onun karmaşık ve hastalıklı ruhunun birer göstergesidir.
Bütün bu hastalıklı belirtiler birbiriyle
o kadar iç içe girmiştir ki ağalarına tapınmaktan kurtulmak isteyen kadınlar
için yepyeni ve üstün bir “süper ağa” figürü olarak ortaya çıkmaktadır. Örgüt
içinde kadın militanlara yönelik
hayvanca tavırları defalarca gündeme gelmesine rağmen örgüt militanları onu toplumsal yapılarından
bir kaçış aracı olarak görmekte ama bambaşka ve cidden sapık bir “ağa”
figürüyle karşılaşmaktadır.
Dinci partinin kadın kollarında
ise erkeğin mutlak ve aşılamaz iktidarının din (Tanrı) tarafından onaylandığı
inancı, aşılamayan bu otoriteye karşı bir tür “fahişe rahibe” psikolojisinin
gelişmesine sebep oluyor. Tanrı’nın, kutsalların kutsalının mekânında, tanrıya
hizmetin bütün ahlâk kurallarından
kurtularak edilmesi gibi bir ruh halidir bu.
Çünkü erkek madem ki yaratılışın
başlangıcıdır ve özüdür, tanrı’dan sonraki en büyük saygıyı hak etmelidir. Kaldı
ki eğer bir erkek bir de Tanrısal bir lütufla bir otorite kazanmışsa onun artık
her türlü günahtan masun sayılması dinin gereğidir. Dolayısıyla kendisine karşı zaten hiçbir direnç imkânı bırakılmamış
bu üstün yaratılmışın bir de Allah indinde tanınmış bir otoritesi varsa, onun
sıradan erkekleri sınırlayan her türlü ahlâk kuralından masun sayılması kadar doğal bir şey olamaz.
Dolayısıyla mantıksal olarak
açıkça tutarsız, ruh hali dengesiz, katı
otoriter, sevgisiz, ve şefkatsiz bir figür aslında dinciliğin kafasındaki “intikamcı”,
“öfkeli”, “kahredici” Tanrı figürünün dünyaya inmiş hali gibidir. “Ona dokunmak
peygambere dokunmak gibidir….” “ Allah’ın sıfatlarını üstünde taşıyor!” gibi
akla ziyan zevzeklikleri benimseyerek bunlara hiç itiraz etmeyen bir kişilik
yapısı, kendisinin tanrı’nın erkeklere sunduğu bir tatmin aracı
olarak gören kadın kitlesi arasında kelimenin tam anlamıyla bir insanlaştırma/antorpomorfizm
nesnesi yaratmıştır.
Bu iki figür da bu gün hukukun
temel manti olan Anayasayı açıkça beraber yapmak arzusunu dile getirmiştir. “Apoya
sormadan olmaz…” mealinde sözler, dinci partini bireysel çıkışları olarak
görmek yanlıştır. Bu “Tanrısal liderin” arzularının neferlerce ifade edilmesidir.
Kadını etnik veya dini baskıyla
ezen iki hareket de ondan kendisine bir
cinsel sömürü aracı çıkarmaya çalışıyor ve bunu başarıyor da…
Apo’ya ya da dinci partini liderine kendisini “nikâhlı
saymak” sınırsız bir zevk arayışının ifadesi değil.
Kadınlar ruhlarını, tapınılası
erkek figürlerine teslim ederek aslında kadınlıktan kaçmaya ve intihar etmeye
çalışıyor. Çünkü biliyorlar ki irade sahibi bir kadın olmak, ne etnik Kürt
otoritesinde ne de bir şer’i düzende
mümkündür. Bundan dolayı o
liderlerde kendisini gösteren tanrısal
otoriteye, bir volkana atlar gibi
kendilerini teslim ederek o insanlara artık daha fazla şiddet ve kötülük
imkânı vermemek arzusunun bir ifadesi bu. “Yandığımda benden geriye kötülük
yapabileceğin hiçbir şey kalmayacak!” demenin bir diğer söyleyişi aslında…
Kadına kendi başına var olabilmek
imkânını veren Türk Cumhuriyeti’nde, hâlâ bu denli umutsuz kadınların var
olması gerçekten esef verici. Daha üzücü olan ise o kadınların kendi
iradelerine sahip çıkmak yerine sahte Tanrıların yanardağlarında, şehvet ve
iktidar lavlarında kendilerini yok etmeye
gönüllü olmaları
2)
http://ohaber.com/-ak-parti-li-olmak-basbakan-a-nikahla-baglanmaktir--h-315194.html
4 yorum:
"
Bundan dolayı o liderlerde kendisini gösteren tanrısal otoriteye, bir volkana atlar gibi kendilerini teslim ederek o insanlara artık daha fazla şiddet ve kötülük imkânı vermemek arzusunun bir ifadesi bu. “Yandığımda benden geriye kötülük yapabileceğin hiçbir şey kalmayacak!” demenin bir diğer söyleyişi aslında…"
Bu ifade beni, çok üzdü.O kadınların umutsuzluğu çok güzel anlatılmış.Sağolun.
İnsan var olmaya çalışır.
Var olamıyorsa da yok olmaya...
Vakit ayırıp okuduğunuz için teşekkürler.
Saygılar.
Afşar Abicim ellerine ve yüreğine sağlık!
Uğruna yaşayacak akılcı değerleri olmayan insanlar bu şekilde sapkın düşünceler peşinde koşuyorlar sanırım.
"Ben ne için yaşıyorum?" sorgulamasını fark etmeden yapıyorlar, elle tutulur bir şey bulamayınca da ya dini, ya etnik ırkçılığı, ya da körü körüne peşinden koşulan ideolojileri yaşama amaçları halinde getiriyorlar, onlara bel bağlıyorlar. Çünkü bunu yapmak, savaş verecek akılcı değerlere sahip olmaya çabalamaktan, yani düşünmekten daha kolay geliyor insanlara.Bir nevi boşluktan neye sarılacağını bilememe hali olabilir mi tüm bu sapkın düşünceler?
Bahsi geçen kadınlar da varoluşlarına dair; kendilerini inandırdıkları ve saygı duyulmasını bekledikleri, kendilerince mantıklı bir senaryo yazarak ve tabii ki kendilerini kandırarak iç huzurlarını sağlamaya çalışıyor olabilirler mi? Kendini Allah'a kulluk etmek ve başbakana her türlü hizmette bulunmakla yükümlü hisseden bir insanın, hatta bu şekilde cennete gideceğine inanan bir insanın, düşünmesi, kaygılanması, planlaması, kazanması, üretmesi gereken şeyler inanılmaz bir şekilde kısıtlı hale geliyor ve bu, vatandaşın beyni rahatlıyor ya. Oh bee, diyor belki, kafam rahat!Tam olarak ifade edemedim sanırım ama, bu şekilde de olabilir mi ki acaba?
Yelizciğim,
Sen sağ ol. Kadının normal, karar veren, sorumluluk sahibi bir İNSAN olduğunu, en başta kendisinin kabul etmesi gerekiyor. Böyle oluyor mu? Çoğunlukla maalesef...
Peki cumhuriyetin kadınlara verdiği değer ortada mı? Evet. Yeni başlarına türbanlarını takıp kocalarının cariyesi olmaya heves eden kadınlar, ellerine oy pusulası veren bir sistemin hangi mantıkla, hangi ahlâkla var edildiğinin farkında değil.
Sanalağda çarşafı savunan kadın videoları türedi. "Canım teknoloji herkesin!" diyebiliriz. Tamam da aynı teknoloji İran'da da var orada neden kullanılamıyor?
Yani var olan nimetlerin kullanımıyla ilgili özgürlük ortamı ve o ortamı mümkün hale getiren zihniyet henüz anlaşılmamış ki...
Bu noktada kadınların cahil bırakıldığı vs tezlerine hiç katılmıyorum. Geçit vermez Kürt köyleri için belki düşünülebilir ki artık oralarda bile okul var, bu tez açıkça saçma...
Kadının kendi başına düşünebileceği her ortam şimdilik var. (Aslında bu iyi bir yazı konusu olabilir...) Kadında bir irade olmalı...
Dur ben bu konuda biraz daha düşüneyim.
Ben çok teşekkür ederim, kazandan yorumlarını esirgemediğin için... Sağlıcakla...
Yorum Gönder