24 Şubat 2015 Salı

Muhtemel Bir İç Savaş Üzerine Düşünceler



Gitgide daha sık telâffuz edilen iç savaş konusunda, hem Kürtçü hem İslâmcı siyasî cephelerde büyük bir ciddiyetsizlik dikkatimizi hemen çekiyor.

İslâmcılar da Kürtçüler de iç savaşı Türkiye Cumhuriyet’ini yenmek için bir vesile olarak görüyor olmalı. Muhtemeldir ki İslâmcılar, bir daha geri dönülemeyecek bir şer’i devletin kurulması için ülkenin iç savaşa sürüklenmesine ses çıkarmazken Kürtçüler, Kürtlerin Türkleri istedikleri gibi tehdit edip sömürebilecekleri sosyalist bir Kürt egemenliği hayali ile  yangına körükle gidiyor. Bunlara sol örgütleri de dahil edebiliriz. Muhtemeldir ki silâhlı ve silâhsız solun büyük kısmı da Kürtçü etnikçi  cephenin yanında yer alacaktır.

Herhangi bir dış düşmanla nizamî bir savaşın belli kuralları vardır. Bundan ayrı bir dış düşman, ayırt edilebilir bir varlıktır. Ona karşı öfke meşrudur ve  bu öfkenin haklılığı bizi güçlendirir.

Öte yandan “iç  savaş”, ülkenin vatandaşlarının bir kısmının artık “düşman” haline gelmesi anlamına gelir.

Muhtemeldir ki Kürtçüler, herhangi bir iç savaştan galip çıkacaklarını, şehirlerdeki katil adaylarıyla yaratacakları dehşet ortamı sayesinde Türkleri yenebileceklerini düşünmektedirler. Bu şekilde bir Kürt bağımsızlığı sağlamasalar bile  Türklerin devletteki egemenliğini kırıp Türkleri alabildiğine sömürebilecekleri yeni bir devlet yapılanmasını sağlayabileceklerini düşünüyorlar. Bunu nereden çıkarıyoruz? Bunu her seçim öncesi PKK’nın insanlara dağıttığı “Kürdistan’da  iş, para ve mevkii” vaatlerinden anlıyoruz.

Dış düşmanla savaşta öncelikli sorumluluk orduya düşer. Halk da ordunun plânları gereği sivil direnişi örgütler  ve düşmanın hayatta kalmasını  güçleştirir.

Sorun savaşın kendi yurdumuzda olması ihtimalidir. Böyle bir ihtimali düşünmekten kaçınmak çare değildir.

Bir iç savaş çıkması durumunda bu büyük ihtimalle Kürt etnik ırkçılarının Türk Milleti’ne karşı açacağı ( aslında çoktan ilân etmişlerdir ama…) bir savaş olacaktır.

Bu durumda en kötü ihtimalle ordu ve  polis içindeki etnik unsurlar da  Kürtçü saldırganların safına geçerek silâhlı direnişimizi kırmak isteyebilirler. Nitekim geçenlerde sosyal medyada paylaşılan Kürtçü erlerin  Kürtçe yazılı pankart açma fotoğrafı, bu ihtimali ortaya çıkarmıştır.

Bu yüzdendir ki iç savaş ihtimalinin konuşulduğu şu günlerde  devletin silâhlı unsurları içindeki Kürtçü ve İslâmcı kişiler tesit edilmelidir. Görünen o ki  egemenliği kullanan devlet güçleri zaten onların elindedir ama savaş sonrası ülkenin yeniden düzenlenmesi  esnasında, tespit edilenlerin memuriyetten yasaklanması, suçlarının ağırlığına göre vatandaşlıktan çıkarılması veya idamı için  bu çalışma elzemdir.

Bir iç savaş durumunda iç düzen tamamen bozulacağı için devletin silâhlı unsurlarının sadakatinden asla emin olunamaz. Çünkü bir kısım silâhlı memurlar, muhtemeldir ki artık Türk devletinin ortada kalmadığını dolayısıyla maaş almak için ettiği yeminin artık geçerli olmadığını düşünebilecektir.

Ki bu iç savaşın en korkunç ( elbette düşmanlar için) yönünü oluşturacaktır.

Çünkü artık ortada savunmadan sorumlu, maaşlı bir memur zümresi kalmayacak, Türk vatanını savunmak bizzat Türklere düşecektir.

Bu durumda meselâ Kürtçüler ve IŞİD destekçisi siyasal İslâmcılar şu anda yararlandıkları Türkiye Cumhuriyeti kanun  önünde eşitlik hakkından yararlanamayacaklardır, çünkü haklarını koruyan devleti yıkmış olacaklardır.

Bu durumda dış düşmanla savaşırken uyulması gereken kuralların hiçbir geçerliliği kalmayacaktır. Kaldı ki dış düşmanın doğal saldırganlığına karşı iç düşmanın “ihanet” suçu çok daha ağır  ve öfkeyi çok daha fazla müstahak olacaktır.

Hal böyle olunca çoluk çocuk katledip, insanları yaktıktan sonra kendilerini  Türk Milleti’nin öfkesinden koruyacak herhangi bir kanun ve kanun uygulayıcısı bulamayacaklardır!

İç savaş, “adil yargılanma” hakkını var eden egemenliğe karşı yöneltilen iç düşmanlığın yaratacağı bir savaş olacaktır k iböyle bir savaşta “esir almak”, “Cenevre sözleşmesi” vb. kısıtlamalar söz konusu olmayacaktır.

Kürtçüler ve IŞİDçi mevcut iktidar taraftarları, hücre evlerinde  yaptıkları plânların ve silahlanmanın, ordusuz ve polissiz kalmış bir milleti yok etmeye yetmeyeceğini  düşünememektedir.( Bugün ülkede 50 binden fazla IŞİD militanının, iktidarın bilgisi  dışında  barınabildiğini düşünmemiz mümkün müdür? Kaldı ki bu militanların olası bir iç savaşta “şeriat birlikleri” olarak kullanılmayacağını kim iddia edebilir?)
Elbette her ulus savaşla yüzleşebilir. Hatta bu savaş bir iç savaş da olabilir.

Dış düşmanla savaş ulusun birliği ve bütünlüğü için yararlı olabilirken iç savaşlar ciddi toplumsal yarılmalara sebep olurlar.

Türkiye’de bir iç savaş çıkarsa   bu güne kadar “Türk”  adıyla dünyaya kendini göstermiş bir ulus artık etnik  ve dinî unusurların resmi düşmanlıklarıyla  karşı karşıya kalır.

Böyle bir savaşta ordunun ve polisin varlığına ve sadakatine kesin olarak güvenilemeyeceğinden dolayı da savaşın Türklerle Kürtler başta olmak üzere diğer etnik gruplar ve  şeriatçı güçler arasında geçeceğini düşünmek sanırım  yeterince gerçekçi bir tahmin olur.

Muhtemel bir iç savaşta Kürtçü/etnikçi- Şeriatçı koalisyonu başarıya ulaşırsa Türkiye  siyasi anlamda bölünür. Bölünmese dahi, özerk bölgelerin oluşumuyla eski üniter yapısını artık sürdüremez hale gelir. Bununla beraber söz konusu güçlerin kazanması halinde, ülkenin etnik ve mezhepsel özerk bölgelere bölünmesi büyük ihtimaldir. Kaldı ki Kürt silâhlı güçlerinin galibiyeti halinde, Kürdistan’ın kurulması önünde hiçbir engel kalmaz.

Böyle bir savaşta Türk Milleti, devletin silâhlı güçlerinin herhangi bir desteğinin olmayacağı ihtimalini şimdiden düşünmelidir. Çünkü silahlı ya da silâhsız memurlar için maaş  ve mevkii her şeyden önemlidir ve bunları da memurlara sadece siyasi irade verir. Siyasi iradenin Türk devletini  yıkmak için zaten açık çaba gösterdiği ortadayken herhangi bir Türk evlâdının, Fırat’ı katleden Kürt teröristlerden korunmak için herhangi bir  silâhlı memurdan medet umması saçma olacaktır. Nitekim bunun örneği Merhum Fırat Çakıroğlu  vakasında görülmüştür.

İşte bu ahval ve şerait dahilinde, Türk Milleti’nin iç savaştan galip çıkması durumunda, artık savaş sebebi olan Kürtlük ve şeriat  kimliklerini, yurdunda barındırması mümkün olmayacaktır. Şüphesiz Kürt kökenli yurttaşlarımızın bir kısmı, Türk milli savunmasına destek vereceklerdir. Ama bu savunmaya katılmayan ve düşman tarafını tutan Kürt kökenli yurttaşlarımız için artık bu yurdun vatandaşlığı söz konusu olamayacaktır.  Vatandaşlıktan çıkarılması gereken diğer bir grup da Türk adını Anayasadan silmek maksadını barış zamanında açıklayarak iç savaşta Türk Milletin’e silâh çeken şeriatçı unsurlar olacaktır.

Muhtemel bir iç savaş nasıl neticelenirse neticelensin, artık uzlaşmaz bir Türk Kürt ayrımı ortaya çıkacaktır. Kürtçü etnikçilerin  galibiyeti halinde devletin resmi dilinden vatandaşlığa kadar her şey etnik temelde teşkilatlanacağı için bu ayrım resmileşecektir. Bu ayrım resmîleştikten sonra “Birbirinden kız alıp veren toplumlar” masalı bitecektir. Kürtlerin  Türk milli egemenliğini kırması topluma barış getiremez.  Aksine böyle bir durumda Türkler için Kürtler, devleti yıkıp vatana ihanet eden zalimler olacaktır.

Türk Milelti İstiklâ Harbi vermiş ve  milletleşmiş bir toplumdur. Bu açıdan savaş tecrübesi, eli kanlı bir avuç Kürt eşkıyasından çok daha fazladır.

Türk Milleti’nin kendisi bir ordudur.  Atatürk bunu “Türkler ordu sahibi bir millet değildir, millet sahibi bir ordudur!” direk belirtmiştir. Dolayısıyla silâhlı memurları ne yapar onu bilemeyiz ama bir kere vatanını savunmuş ve damgasını bu topraklara vurmuş Türk Milleti herhangi bir iç savaşı da kazanmak kudretine sahiptir ve kazanacaktır!

Türk Milleti’nin zaferi belki milletin şefkat ve merhametiyle bazı toplumsal bağların yenilenmesine vesile olabilir ama gene de Kürt kimliği için toplum bünyesinde açılan yaraların kapanması, imkânsıza yakın derecede sor olacaktır.

Muhtemel bir iç savaş sonucunda Türkiye’de artık bırakınız egemenliğe ortaklığı iddia edilen bir başka ulustan bahsetmeyi, dinin siyasi alanda  görünür kılınması gibi bir şeyi telaffuz etmek bile imkânsız olacaktır. Böylesi bir savaştan sonra özellikle savaşa girmiş etnik ve şeriatçı unsurların bu topraklara barındırılması mümkün olmayacaktır. Muhtemel bir iç savaş mevcut dinci egemenliğin ve Kürtçü siyasetin  mensuplarının büyük çoğunluğunun  vatandaşlıktan tard edilmesini gerektirecektir. Kalanların da toplumda artık “hain” olarak görülmesini kimse engelleyemeyecektir.

Böylesi bir savaştan sonra toplum mutlaka yarılacaktır! Türk’ten ayrılığı iddia edilen hiçbir unsur , milletin nazarında artık masum ve makbul sayılmayacaktır.

Çünkü muhtemel bir iç savaş, zaten mevcut bölücü ve ayrıştırıcı  siyasi aktörlerin kışkırtmalarından dolayı çıkacaktır.

Şüphesi bir iç savaşın çıkmasını aklı başında hiçbir  Türk vatandaşı istemez ama zaten sorun, “aklı başında” ve Türk olan insanların memleketin idaresinde söz sahibi  olmamasıdır.















4 yorum:

Orhun dedi ki...

Hocam merhaba
Doğrudan konuya gireyim: Yazınız netleşmemiş bir çok fikrin neticeye varmamış kompozisyonundan oluşmuş. Gerçi başlık da kendini belli etmiş ama gerek bilgi yetersizliği gerekse bitmemiş& olgunlaşmamış düşünceler diğer yazılardaki tadı bana vermedi.
Kuşkular üzerinden gidelim ve tarihe bakalım: Türk Kurtuluş Savaşı bir avuç Osmanlı askerinin çabasıdır özünde. Ağır ve kötümser olmasın ama Türk Uluslaşması belki biraz da bu varoluş mücadelesinden sonra gelmiştir. Önce savaş ve sonuç sonra sürüklenen bir toplum görmekteyiz. Netice, sandığımız kadar bilinçli bir millet olmadığımızdır.
Peki, bugün ne durumdayız? Bilinçlenme, 20'lerin Türkiyesinden ilerdedir muhakkak. Ama cehaletin üstünlüğü ve korkaklık da öyledir. "Silahlı ve silahsız memurlar" kitlesinin beklentisini ifade ettiğiniz satırlar çok güzeldir. Buna bir de siyasi partiler ve medyayı eklesek daha tamam olur gibime geliyor.
Dinci kitle, laik ve milliyetçi grubun geneli gibi istikrarda rahat eder. Düzenin olmadığı yerde en yakın düzeni arar, Işid benzeri her gruba yanaşmaya da müsaittir. Onun en büyük tehdit olduğu zaman bugünler -düzenin illüzyonunun olduğu günler- gibime geliyor. Düzenin olmadığı yerde dinci kitle -yahut "mütedeyyin" kesim- kendi başına bir düzen kuracak yetkinliğe sahip değildir.
Kürtçülere gelince, onlar bitmez bir mücadele/ yok oluşun peşindeler. Ama güçleri tek başlarına baskın olmaya dahi yetmeyecektir.
Sorular şunlar: Halihazırda memur da olsalar, ordu ne kadar bizimdir? Bizim olmazsa, kendi başımıza neyi yapacağız, ne kadar "ileri" gideceğiz? Solun Türk bir tarafı da var, bizi tamamen terkedecekler mi? Sağın milliyetçi damarı milliyeti mi, dinciliği mi seçecek?
Türk Milletinin, Suriye'deki yarı ulus Arap kitlesinin yapabildiğini yapmadan ülkesini bölünmeye götüreceğine inanmak istemiyorum. Gene de kuşkularım var.
Bizi öldürecek ve mücadele azmimizi bitirecek bugünkü normal görünen gidiştir. Bizi millet olmaktan çıkaracak bu süreçtir.
Aslında en büyük tehdit rutinlik ve alışmışlık olacaktır.
Sürekli bir okur olarak yazıya getirdiğim eleştiriden fazlasına ben düşerek ve samimiyetinize inanarak deşiyorum.
Her daim saygılar...

Afşar Çelik dedi ki...

"Bilgi yetersizliği" derken? :)

Bu epey iddialı bir eleştiri ve alınganlığımı tırmalıyor :).
Sebebi açıklanmazsa hırçınlaştırabilecek bir ifade :) (Şaka şaka)

Zaten başlıktan anladığınız gibi yazı bilgi vermek amacı taşımıyor. Bir senaryo oluşturuyor.

Neticeye varmamasının sebebi sanırım farklı neticeler üzerinde düşünmesi.

Ben de yorumunuzdaki grup davranışı tahminlerine katılamıyorum. Grup davranışlarıyla ilgili tahminlerinizi özür dileyerek çocukça iyimser buluyorum.

Görece egemen olduğumuz şu şartlarda polis gücüyle tepemize binen dincilerin düzen kuramayacağı fikriniz beni gülümsetti.

Kürtlerin "tek başlarına " güçlerinin yetmeyeceğine zaten fakir de işaret etmiş ama buna dayanılarak rehavete kapılamayız.

Öte yandan sorularınızı yazıyı yazdıktan sonra ben de düşündüm ve "Keşke bunları da düşünseydim!" dedim eksiği tamamlamışsınız, çok teşekkürler!

Milletleşme ve savaşla ilgili yorumunuz kesinlikle gerçekçi! Tamamıyla katılıyorum.

Öte yandan bizim milletleşme sürecimiz epey eski. Öyle olmasaydı İstiklâl Harbi'nden sonra bu hızda toparlanamazdık.

Sizin yorumu yazının sonuna eklesek mukayeseli kara senaryolar denemesi olarak nefis bir yazı haline gelebilirdi.

Sorun, bana katılıp katılmamanız değil. Sorun, yazıyı içselleştirerek okuyup okumamanız ki sizin samimi dikkatiniz yorumunuzu kesinlikle yapıcı kılıyor.

Bence kendi blogunuzu (sanalağ günlüğünüzü) açmalısınız.

Lütfen fakirhaneyi boş bırakmayın. Yorumlarınızla zihnimizi aydınlatmanızı ve uyarmanızı istirham ederim.

Yorumunuzu zevkle okudum ve yazı size vasat geldiği için de üzüldüm.

Her zaman beklerim. Saygılar.





Orhun dedi ki...

Şaka yollu cevap vermişsiniz ama gene da yanlış ifade etmiş olmayayım: "Bilgi eksikliği" derken gidişata dair bilgimizin eksikliğini kastettim. Yazınızı kesinlikle vasat değil bilakis her zamanki gibi aydınlatıcı buldum. Zaten gerek blogda gerek sosyal medyada gerekse internet sitesindeki hiç bir yazıda vasatlık görmedim.
Blogu her gün takip ediyorum. Boş işlerle geçen saatlerden sonra tam anlamıyla ufuk açıcı oluyor.
Sadık ama yazılara az yorum yazan hayırsız bir takipçiyim vesselam :)
Kara senaryolar derken doğrudur iyimser olmak neredeyse imkansız oldu sanırım.
Grup davranışı umarım naif yaklaşım geçerli olur ve bir uçuruma düşmeden kurtuluruz.
Yoksa yazıda da hissettiğim üzere "gerekenin yapılması"nda tereddüt etmeyecek bir ruh hali var üstümüzde. Sonu hayırlı değil. Her durumda...

Afşar Çelik dedi ki...

Evvela, ikinci yorumunuzu nasıl olup da başardıysam sildiğimi belirtir, özür dilerim.

Haklısınız, gündem o kadar hızlı değişiyor ki çok ciddi bir bilgi eksikliği içindeyim.( Iığğğğ eski başbakan gibi konuştum. İçinde olmanın içinde omasının içinde olanların içinde oldukları durumun içinde olmayacağız!)

Diğer bütün övgülerinizi ancak mahcubiyetle karşılıyor amma ve lâkin kabulde tereddüt gösteriyorum.

Devir masumiyetin ve meşruiyetin ihlal edildiği bir devir. Dolayısıyla mevcut şartlardan zaten haklı ve meşru bir seçim veya demokrasi çıkacağını beklemek yanlış ki bu ne zamandır kafamda dönüp duran şeyi ortaya çıkardı, teşekkürler!

Sizin de bir sanal ağ günlüğü oluşturmanızı samimiyetle teklif ediyorum. Lütfen bu teklifi göz ardı etmeyin.

İkinci yorumunuzu tekrar yollarsanız sevinirim.

Yorum blogun kanıdır, az sayıdaki okurlarımızdan biri olarak blogu yorumsuz bırakmamanız bizi sevindirirdi.

Saygılar.