11 Şubat 2015 Çarşamba

Cemaatim Egom Ve Ben

 Türkiye’de cemaatleşmenin neden bu kadar yaygınlaştığı,  hemen herkesin merak ettiği bir konu…

“Cemaat” derken akla hemen Nurcular geliyor elbette. Ama  iş bundan ibaret değil.

Sosyalistler zaten gayet sağlam bir ideolojik cemaatleşme gerçekleştirmişti. Dindar cemaatler bir başka kutsallık ve düşmanlık  güdüsüyle, ayrıca “apolitik”  görünümleriyle gençlere  “masum” bir beraberlik  imkânı sundu. Öyle ya cemaat siyasetle ilgilenmiyor, kimseye zarar vermiyor, yalnızca “iyiliği emredip kötüyü nehyeden dinin” gereklerini “tebliğ” ediyordu.

Sonra  liberaller çıktı piyasaya. Normalde fikir örgütleri orta yaşlıların ağabeylik ettiği kayırmacı beraberliklerdi. Liberaller ilk defa gençleri yaratıcı olarak kullandı.

Şüphesiz insanlar, aynı fikirde olduklarıyla bir arada bulunmaktan memnuniyet duyar. Peki ama böyle bir beraberlikte bireyin egosu “cemaatle” nasıl etkileşir?

Bizimki gibi geri bir toplumda cemaat, bireyin önündedir. Birey “egosunu” cemaate borçludur. Cemaat hele de maddi imkânlara sahipse mensuplarını yavaş yavaş bir yerlere getirir, zenginleştirir, saygınlaştırır.

Bu  özellikle bizim toplumumuzda o kadar kanıksanmıştır ki bireyin başka türlü bir varoluşu, hayal bile edilemez.

Cemaatinden bağımsız bir akıl bizim toplumumuzda neredeyse imkânsızdır.  Özellikle gençler, hangi görüşte olurlarsa olsunlar daima bir “hocanın”,  bir “mürşitin”, bir “ağabeyin” çobanlığına ihtiyaç duyar.

Hayatının merkezinde din olan, dolayısıyla ne düşünürse düşünsün; aslında düşündüğünü “dinleştirecek” kadar tutucu davranan insanların, cemaatleşmeyi bu kadar benimsemesi şaşırtıcı değil. Bir de bu  düşünüşü, güçlü bir dayanışma ve kayırmayla besleyin;  özellikle gençlerin,  nasıl  cemaat çalışmasına kapıldıklarını  rahatlıkla anlayabilirsiniz. Hangi türden olursa olsun, benzeşmenin, aynılaşmanın insana verdiği güven duygusuna  sonuna kadar muhtaç olan, bundan ayrılmak da istemeyen “geçkin bebeklerin”, kendilerine ait bir akıl geliştirmeleri çok zor.
Ego hayatın merkezidir. O olmaksızın var olmak için çabalamayız. Bu basit bir zorunluluktur.

Mesele şudur: Ego, varoluşu, zaman geçtikçe daha gelişmiş bir biçimde  anlamlandırır veya anlamlandırmalıdır.  Egonun varoluşu gittikçe daha geniş bir çapla anlamlandırması, olgunlaşmadır.

Bebeklerin hayatlarında pek az varlığa yer vardır. Çocuklukta yakın aile bireylerini, ergenlikte arkadaşlarımızı ve yetişkinlikte  toplumun geri kalanını, varoluşumuza dahil ederiz.  Yetişkin bir bireyin egosu, var olabilmek için doğrudan temas edilmeyen bireylerin dahi varlığının gerekli olduğuna dair bir feraset geliştirir.

Gelişmiş bir toplumda bireyler aileleri tarafından hayata hazırlandıktan sonra tek başlarına diğer bireylerle karşılaşır.

Geri bir toplumda ise  bireyler ancak cemaatler içinde “sosyalleşebilir”. Bu yüzden geri toplumların bireyleri cemaat içinde yaşadıkları doğrudan menfaat ilişkileri dışında kalan toplumun diğer bireylerin hayatlarının neden değerli olması gerektiğini  fark edemezler. Buna etnik gruplar da dahildir. Herhangi bir Kürt’e meselâ  bu yüzden uluslaşmanın büyük katılımlı çevresini anlatmanız çok zordur.

Cemaat yalnızca kendisiyle ilgilenir. Cemaat bu şekilde artık başkalarıyla da ilgilenmesi gereken bireyleri, yetişkinlikten men edip onlara yetişkinlik öncesi bir psikolojiyi dayatır. Bunu yaparken cemaatin ona sağladığı güven ortamını kullanır. Buna karşılık da bireyden, cemaate kayıtsız şartsız bir itaat bekler.

Sanal ortamın yaygınlaşması, özellikle gençler arasında da cemaatleşmeyi hızlandırdı.

Yeni cemaatleşmede, gençler   “kendilerinden bahseden” dolayısıyla onları kestirmeden şöhrete ulaştırabilen beraberlikler veya “kalabalıklar” oluşturabiliyor. Bu ihtiyaç, görünen o ki “ağabeyler”, “hocalar” vs tarafından organize edilerek kullanılıyor.

Ne  yazık ki milliyetçiler de cemaatleşmeden kendilerini kurtaramıyor. Milliyetçiler arasında, “kendi aklıyla düşünmek” hâlâ “ajanlık” veya “ihanet” sayılıyor. Çünkü  milliyetçiler birbirlerini hâlâ “bağımsız ve onurlu” bireyler olarak göremiyor. Milliyetçi denen insanların ezici çoğunluğu, birbirlerini “din kardeşleri” olarak görüyor. Ve  dine dayalı bir benzeşmenin bozulmasını doğrudan doğruya dine ve dinden neşet eden cemaatleşmeye ihanet olarak görüyor.

Türk İslâm ülküsü denen,   ideolojileştirilmiş  din  düşüncesi,  ego ve cemaat ilişkisini bir kısır döngü haline  getiriyor. Böylece eninde sonunda  din referanslı yeknesak  bir kitle meydana geliyor.

Bu yüzden milliyetçiler içinden çıkan, yeni ve genç yazar  “illüzyonu” dikkatle ele alınmalı.  Cemaatleşmenin perde arkasından yürüyen menfaat ilişkilerinin, genç egoları  nasıl bağımlı kıldığını kimse  görmek veya  telaffuz etmek istemiyor. Bundan ayrı şekilde egoların bağımsız tercihlerle mi yoksa cemaatleşmenin müdahalesiyle mi şekillendiği artık dürüstçe tartışılmalı.

Liberaller, nurcular vs. kendilerine bağımlı, kalaylanmış genç şöhretler yarattılar ama bu şöhretlerden ne gibi bir entelektüel miras kalacağı meçhul. Aynı cemaatleşmeye milliyetçiler de özendi ve aynı vasıfta patlamış mısır lezzetinde akıllar yaratmak için uğraşıp duruyorlar.

Cemaatleşme  bağımlı egolar yaratıyor ve egolar istedikleri teşviki bu dar çerçeveden elde ediyor. Cemaatleşmenin yarattığı  bu gelişmemiş akılların gelişmemiş vicdanlarının niteliksiz işleri, ülkemizi  entelektüel bir çöplükle işgal ediliyor.

Ego ve cemaat arasındaki bu çarpık bağımlılık ilişkisi kurumsal olarak kırılabilir mi? Bunu bilmek zor. Ama  cemaatleşmeye karşı bireysel üretimlerle mücadele etmek, hem ahlâkî hem fikirsel anlamda tutarlı ve kalıcı bir yol gibi görünüyor.




4 yorum:

selcen dedi ki...

Mürşitsiz iman bile sahhih olmuyor bunlara göre.Bir de Atatürk'ün sözüne bakalım"En hakiki mürşit ,ilimdir fendir."

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

Üniversitelerde meydanlara stant kurup sabahtan akşama kadar yeşil parkalarıyla boş boş oturan sol görüşlü arkadaşları da, İslam birliği güden yeni nesil ülküocakları toplantılarını da bu kategoriye koyabiliriz o halde; hepsinde anafikir bu insanların " hayatta tutunacak bir şeyler arayışının (şahane tanımınla 'ego ve varoluşu anlamlandırma ilişkisi') bir sonucu.

Aynı fikirlere sahip olduğumuz için bir arada olmayı tercih ettiğimiz zaman bir grup ile başlayıp ulusa kadar giden bir süreçten; kendine fellik fellik, sorgulamadan benimseyecek fikir arayışına girip bu fikirleri edinebileceği insan yığınlarının içine girince ise cemaatten bahsediyoruz. Bu yığınlar azıcık kalabalıklaştığı zaman ise bugünkü gibi sağa sola saldıran aşiretler ortaya çıkıyor.

Ve ben yine düşünüp düşünüp aynı noktaya geliyorum, insanlar her zaman kolay olanı seçiyor. Bir cemaate dahil olup onlar ne diyorsa " arkadaşlara katılıyorum." demek, kendi fikirlerini üretme çabasından daha kolay ve pratik geliyor sanırım insanlara.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım,

Blogu yorumsuz bırakmadığınız için teşekkürler.

Gayet güzel bir özetle konuyu bağlamışsınız, teşekkürler efendim

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğim, hoşgelmişsin. Aynen! İnsanlar kolaylarına geleni yapıyor.

İnsanlar tutunacak şeyleri kendi dışlarında aramaktan galiba hiç vazgeçemeyecek...

Zaman ayırdığın ve hele yorumladığın için çok teşekkürler!