“Cemaat” derken akla hemen
Nurcular geliyor elbette. Ama iş bundan
ibaret değil.
Sosyalistler zaten gayet sağlam
bir ideolojik cemaatleşme gerçekleştirmişti. Dindar cemaatler bir başka
kutsallık ve düşmanlık güdüsüyle, ayrıca
“apolitik” görünümleriyle gençlere “masum” bir beraberlik imkânı sundu. Öyle ya cemaat siyasetle ilgilenmiyor,
kimseye zarar vermiyor, yalnızca “iyiliği emredip kötüyü nehyeden dinin”
gereklerini “tebliğ” ediyordu.
Sonra liberaller çıktı piyasaya. Normalde fikir
örgütleri orta yaşlıların ağabeylik ettiği kayırmacı beraberliklerdi.
Liberaller ilk defa gençleri yaratıcı olarak kullandı.
Şüphesiz insanlar, aynı fikirde
olduklarıyla bir arada bulunmaktan memnuniyet duyar. Peki ama böyle bir
beraberlikte bireyin egosu “cemaatle” nasıl etkileşir?
Bizimki gibi geri bir toplumda
cemaat, bireyin önündedir. Birey “egosunu” cemaate borçludur. Cemaat hele de maddi
imkânlara sahipse mensuplarını yavaş yavaş bir yerlere getirir, zenginleştirir,
saygınlaştırır.
Bu özellikle bizim toplumumuzda o kadar kanıksanmıştır
ki bireyin başka türlü bir varoluşu, hayal bile edilemez.
Cemaatinden bağımsız bir akıl
bizim toplumumuzda neredeyse imkânsızdır.
Özellikle gençler, hangi görüşte olurlarsa olsunlar daima bir “hocanın”,
bir “mürşitin”, bir “ağabeyin”
çobanlığına ihtiyaç duyar.
Hayatının merkezinde din olan,
dolayısıyla ne düşünürse düşünsün; aslında düşündüğünü “dinleştirecek” kadar
tutucu davranan insanların, cemaatleşmeyi bu kadar benimsemesi şaşırtıcı değil.
Bir de bu düşünüşü, güçlü bir dayanışma
ve kayırmayla besleyin; özellikle
gençlerin, nasıl cemaat çalışmasına kapıldıklarını rahatlıkla anlayabilirsiniz. Hangi türden
olursa olsun, benzeşmenin, aynılaşmanın insana verdiği güven duygusuna sonuna kadar muhtaç olan, bundan ayrılmak da
istemeyen “geçkin bebeklerin”, kendilerine ait bir akıl geliştirmeleri çok zor.
Ego hayatın merkezidir. O
olmaksızın var olmak için çabalamayız. Bu basit bir zorunluluktur.
Mesele şudur: Ego, varoluşu,
zaman geçtikçe daha gelişmiş bir biçimde
anlamlandırır veya anlamlandırmalıdır.
Egonun varoluşu gittikçe daha geniş bir çapla anlamlandırması,
olgunlaşmadır.
Bebeklerin hayatlarında pek az
varlığa yer vardır. Çocuklukta yakın aile bireylerini, ergenlikte
arkadaşlarımızı ve yetişkinlikte
toplumun geri kalanını, varoluşumuza dahil ederiz. Yetişkin bir bireyin egosu, var olabilmek
için doğrudan temas edilmeyen bireylerin dahi varlığının gerekli olduğuna dair bir
feraset geliştirir.
Gelişmiş bir toplumda bireyler
aileleri tarafından hayata hazırlandıktan sonra tek başlarına diğer bireylerle
karşılaşır.
Geri bir toplumda ise bireyler ancak cemaatler içinde “sosyalleşebilir”.
Bu yüzden geri toplumların bireyleri cemaat içinde yaşadıkları doğrudan menfaat
ilişkileri dışında kalan toplumun diğer bireylerin hayatlarının neden değerli
olması gerektiğini fark edemezler. Buna
etnik gruplar da dahildir. Herhangi bir Kürt’e meselâ bu yüzden uluslaşmanın büyük katılımlı
çevresini anlatmanız çok zordur.
Cemaat yalnızca kendisiyle
ilgilenir. Cemaat bu şekilde artık başkalarıyla da ilgilenmesi gereken
bireyleri, yetişkinlikten men edip onlara yetişkinlik öncesi bir psikolojiyi
dayatır. Bunu yaparken cemaatin ona sağladığı güven ortamını kullanır. Buna
karşılık da bireyden, cemaate kayıtsız şartsız bir itaat bekler.
Sanal ortamın yaygınlaşması,
özellikle gençler arasında da cemaatleşmeyi hızlandırdı.
Yeni cemaatleşmede, gençler “kendilerinden
bahseden” dolayısıyla onları kestirmeden şöhrete ulaştırabilen beraberlikler
veya “kalabalıklar” oluşturabiliyor. Bu ihtiyaç, görünen o ki “ağabeyler”, “hocalar”
vs tarafından organize edilerek kullanılıyor.
Ne yazık ki milliyetçiler de cemaatleşmeden kendilerini
kurtaramıyor. Milliyetçiler arasında, “kendi aklıyla düşünmek” hâlâ “ajanlık”
veya “ihanet” sayılıyor. Çünkü
milliyetçiler birbirlerini hâlâ “bağımsız ve onurlu” bireyler olarak
göremiyor. Milliyetçi denen insanların ezici çoğunluğu, birbirlerini “din
kardeşleri” olarak görüyor. Ve dine
dayalı bir benzeşmenin bozulmasını doğrudan doğruya dine ve dinden neşet eden
cemaatleşmeye ihanet olarak görüyor.
Türk İslâm ülküsü denen, ideolojileştirilmiş din
düşüncesi, ego ve cemaat
ilişkisini bir kısır döngü haline
getiriyor. Böylece eninde sonunda
din referanslı yeknesak bir kitle
meydana geliyor.
Bu yüzden milliyetçiler içinden
çıkan, yeni ve genç yazar “illüzyonu” dikkatle ele alınmalı. Cemaatleşmenin perde arkasından yürüyen
menfaat ilişkilerinin, genç egoları
nasıl bağımlı kıldığını kimse görmek veya telaffuz etmek istemiyor. Bundan ayrı şekilde
egoların bağımsız tercihlerle mi yoksa cemaatleşmenin müdahalesiyle mi
şekillendiği artık dürüstçe tartışılmalı.
Liberaller, nurcular vs.
kendilerine bağımlı, kalaylanmış genç şöhretler yarattılar ama bu şöhretlerden
ne gibi bir entelektüel miras kalacağı meçhul. Aynı cemaatleşmeye milliyetçiler
de özendi ve aynı vasıfta patlamış mısır lezzetinde akıllar yaratmak için
uğraşıp duruyorlar.
Cemaatleşme bağımlı egolar yaratıyor ve egolar
istedikleri teşviki bu dar çerçeveden elde ediyor. Cemaatleşmenin
yarattığı bu gelişmemiş akılların
gelişmemiş vicdanlarının niteliksiz işleri, ülkemizi entelektüel bir çöplükle işgal ediliyor.
Ego ve cemaat arasındaki bu
çarpık bağımlılık ilişkisi kurumsal olarak kırılabilir mi? Bunu bilmek zor.
Ama cemaatleşmeye karşı bireysel üretimlerle
mücadele etmek, hem ahlâkî hem fikirsel anlamda tutarlı ve kalıcı bir yol gibi
görünüyor.
4 yorum:
Mürşitsiz iman bile sahhih olmuyor bunlara göre.Bir de Atatürk'ün sözüne bakalım"En hakiki mürşit ,ilimdir fendir."
Üniversitelerde meydanlara stant kurup sabahtan akşama kadar yeşil parkalarıyla boş boş oturan sol görüşlü arkadaşları da, İslam birliği güden yeni nesil ülküocakları toplantılarını da bu kategoriye koyabiliriz o halde; hepsinde anafikir bu insanların " hayatta tutunacak bir şeyler arayışının (şahane tanımınla 'ego ve varoluşu anlamlandırma ilişkisi') bir sonucu.
Aynı fikirlere sahip olduğumuz için bir arada olmayı tercih ettiğimiz zaman bir grup ile başlayıp ulusa kadar giden bir süreçten; kendine fellik fellik, sorgulamadan benimseyecek fikir arayışına girip bu fikirleri edinebileceği insan yığınlarının içine girince ise cemaatten bahsediyoruz. Bu yığınlar azıcık kalabalıklaştığı zaman ise bugünkü gibi sağa sola saldıran aşiretler ortaya çıkıyor.
Ve ben yine düşünüp düşünüp aynı noktaya geliyorum, insanlar her zaman kolay olanı seçiyor. Bir cemaate dahil olup onlar ne diyorsa " arkadaşlara katılıyorum." demek, kendi fikirlerini üretme çabasından daha kolay ve pratik geliyor sanırım insanlara.
Selcen Hanım,
Blogu yorumsuz bırakmadığınız için teşekkürler.
Gayet güzel bir özetle konuyu bağlamışsınız, teşekkürler efendim
Yelizciğim, hoşgelmişsin. Aynen! İnsanlar kolaylarına geleni yapıyor.
İnsanlar tutunacak şeyleri kendi dışlarında aramaktan galiba hiç vazgeçemeyecek...
Zaman ayırdığın ve hele yorumladığın için çok teşekkürler!
Yorum Gönder