24 Şubat 2015 Salı

Uzlaşma Manisi Ve Kabileler Medyası

Uzlaşma!
Doğru olanı yap!Hakikat için  cesur ol!
Hakikati öğretmekte tavizsiz ol!
Ve hakikati seven herkes seni onaylayacaktır.
Geri kalan diğerleri için telâşlanmana gerek yok.
Geçenlerde bir sosyal medya ortamında, bir sosyalistle tartıştık. Dişe dokunur  ve ikna edici tek fikri bile yoktu. Ama gene de kendinde, karşısındakine tepeden bakma hakkını bulabiliyordu.  O bütün dünyayı alaya alıp aşağılayabilirdi, çünkü o bir sosyalistti! Ahlâk, erdem, bilgi ve akıl ondan geliyordu ve onun hakkıydı!

Bu akıldışı kibrinin saçmalığını ona kendi alaycı tavrını yansıtarak gösterdiğimde, şaşırdı. Çünkü  amentüsünün alaya alınmasına alışık değildi. Çünkü "pratik sosyalizmin", muhaliflerini ortadan kaldırarak sınıfsal çelişkileri çözebilmek kutsal yetkisine sahip olduğuna, yürekten inanıyordu.

Dolayısıyla “insan olan” herkes, onunla uzlaşmak, onun rızasını almak zorundaydı! Onunla uzlaşmayacağımı ve fikirlerini insanlık dışı bulmamın son derece akılcı sebepleri olduğunu  defalarca anlatmama rağmen yorum ilmeğinin sahibi ahbabımın hatırına, yorumlarımı sildim. Çünkü o sosyalist, bir kabile halinde yaşıyordu ve onun kabilesi “huzursuzluk çıkartabilecek” bir potansiyele sahipti. Çünkü onlar, uzlaşmaz, katı ve tehditkârdı ve benim elimde, sadece uzlaşmazlığım vardı! Elbette ahbabımın hangi sebepten olursa olsun huzursuz edilmesine razı değildim ve bunun için yorumlarımı sildim.

Uzlaşma ihtiyacı nereden kaynaklanıyor?

Özellikle sosyal medyadaki tartışmalarda uzlaşma ihtiyacı, nezaketin  bir gereği olarak sunuluyor  .

Öyle ki uzlaşmamak tercihi, bilhassa kabalık olarak addediliyor ve derhal bir usul ve  üslup tartışması başlatılıyor.

Sosyal medya bu yönüyle cemaatleşmenin, kabileleşmenin yepyeni, teknolojik yüzü haline geliyor. Öyle ki yaygın bir kanaatin karşısında, kesin bir reddedişle durmak, neredeyse artık “insanlık dışı” sayılıyor.

Meselâ bir sosyalistle tartışırken onun ideolojik söyleminin “saçmalık” olduğunu söylemeye kalktığınızda derhal “bencil”, “sömürücü”, “kapitalist”, “ dinci/gerici”, “ katil”, “faşist” vs olarak etiketlenip ya tartışmanın dışına atılıyorsunuz ya da sözleriniz bir laubalilik havuzunda boğuluyor.

Bu sadece  sosyalistlere özgü bir tutum da değil. Aynı tutumu   liberallerin çoğu da benimsiyor. Bütün bildikleri serbest piyasa ezberinden ibaret olan liberallere, tarihten, sosyolojiden veya hukuktan bahsettiğinizde, “Bu bizim konumuz değil!” ukalaca kayıtsızlığı dışında bir cevap alamıyorsunuz. Ve insan olmanın gereği benimsediğiniz ciddiyetinizi ,aynen sosyalistlerin yaptığı gibi lâubali ezberlerin ve alaycılığın bataklığında boğuyorlar.

Dincilerin tavırları çok daha saldırgan. Onlar sizi derhal dava etmekle tehdit edebiliyor ki yargının  mevcut haline bakıldığında, bu tehditlerin hiç de küçümsenemeyeceğini artık anlıyorsunuz.

Etnil ırkçılar zaten kendi “kurtarılmış alanlarında” korkusuzca tehdit ve hakaret yağdırabiliyor.

Uzlaşmazlık,  bireyin ifade hürriyetinin bir meyvesi olarak yaşatılmalıyken maalesef artık bu topraklarda barındırılmıyor, yaşatılmıyor.

Uzlaşmazlık bireyin “Ben varım!” demesidir. Oysa sosyal medya bizim ülkemizde bireyin  “sosyale”  tesir etmesini  sağlayamıyor. Bizde sosyal medya , cemaatleşmenin, kabileleşmenin elektronik ortamı anlamına geliyor.

Uzlaşma ancak ortak değerleri paylaşanlar arasında  var olabilir. Ortak değerleri paylaşmayanlar arasındaki uzlaşma, ancak taraflardan biri, kendi değerlerini diğerine zorla kabul ettirdiğinde, var olabilir.

Bu yüzden  meselâ sosyalizmle uzlaşılamaz. Çünkü elinizdeki varlığı bizatihi bir hırsızlık malı olarak görüp de en yakın fırsatta  onu sizden zorla alacağını açık açık söyleyen biriyle uzlaşmaya çalışmanız mümkün değildir!

Bu uzlaşmazlık durumu dinciler içinde geçerli. Sizi ancak kendi kanunlarına uyduğunuzda, din kardeşi sayacağını ve sizi din kardeşi yapabilmek için gerekirse kellenizi keseceğini söyleyen bir manyakla bir uzlaşma sağlayamazsınız!

Veya meşru devletinize ve ulusunuza silâh çekip de sizden uzlaşma isteyen bir etnik ırkçıyla…

Uzlaşma ortak değerlerin sahipleri arasında bir rızalaşma işidir.

Uzlaşma ortak değer sahiplerinin, “varoluşu güçlendirmek” için daha doğru olana, gerçeğe daha yakın olana yönelmesinin adıdır.

Varoluşumuzu en baştan onaylamayan kişiyle yani düşmanla uzlaşmak ise bu yüzden mümkün değildir ve savaş bu açıdan,  düşmanla aramızdaki  yegâne diyalog biçimidir!

Ama uzlaşmamanın bir anlamı olabilmesi için bireyin toplumda, kendi başına, ifade hürriyeti ile bir değer  olarak kabul edilmesi gerekir.

Bireyin değer olarak kabul edildiği bir toplumda sosyal medya bireylerin tek tek ifadelerinin toplumda yankı bulabilmesi potansiyelini ifade eder.

Bizde ise sosyalleşme ancak “cemaatleşme” anlamına geliyor ki böyle bir ilkellik içinde “uzlaşmamak”  en büyük suç olur.

Evet … Sonuçta ne oldu? Sosyal medyanın uzlaşmaz kabileleri karşısında, geri çekildim ve kabilenin sözleri tarihe kazınırken ben silindim! Uzlaşmayı kutsal bir şey sananların, kiminle ve nasıl uzlaşmaya zorlandıklarına bakmaları, basit bir ahlâkî lüks değil; başlı başına bir hayat memat meselesi!






3 yorum:

Orhun dedi ki...

Hocam tekrar merhaba
Gerçek ve doğru üzerine yazılarınızı okuyup kendimce değerlendikten sonra size pratikçe bir iki sormak isterim: Gerçeği bildiğimiz anlamda ortaya koymak ana fikir de olsa, her gerçek "sonuna kadar" uğraşılmayı hak eder mi? Yani amiyane tabirle atılan taş ürkütülen kurbağaya değer mi?
Sosyalizm ve liberalizm konusundaki yazılarınızı da dikkatle takip ediyorum. Fikir özgürlüğü ve bireysellik anlamında da eleştirmiyorum -yanlış anlamayın. Amma ve lakin tarihin bizi getirdiği yerde Türk adının bu topraktan silinmesi mi önemli, yoksa uzlaşamadığımız konularda dolanıp kalmak mı? Bu konularda farklıyız belli kabullerde tamam, bizim için daha önemli hususlarda mutabıksak neyi zorlayalım?
Benim de anlaşamadığım bir sürü sol cenahtan insan var. Kısa vadede değişmeleri/ her hangi bir değişimi kabul etmeleri de mümkün değil! Kafalarında kurdukları "devrimci, Lenin karışımı Che kılığındaki Mustafa Kemal ve Türk tarihi" beni çok rahatsız ediyor. Ama çarpık fikirlerine muhalif de olsam, Kürtçülük ve dinciliğe karşı oluşlarında yakınlık görüyorum. Bu da bir tür "cemaatleşme" gibi anlaşılmasın ama tek başına kalmak birey olmanın zorunluluğu değil diye düşünüyorum.
Sosyal medyadaki sosyalist kişi ile tartışmanın zeminini bilmeden yazıyorum. Bence o yorumları -gereksiz bir düşmanlık yaratmadıysa- silmeseydiniz daha da iyi olurdu. Yorum zenginliği olurdu.
Gene de size neyin daha önemli olduğunu vurgulamak anlamlı olacaktır.
Nicedir yorum yazayım diyordum ancak fırsat oldu.
Saygılar...

selcen dedi ki...

Demek ki dinlerarası diyalog ve Çözüm süreci denen safsata diyalog boştur.Birincisi Vatikanın ,ikincisi de pkk nın değerlerini üstün tanıma yoluyla mümkün olabilir ancak.O zaman ona uzlaşma mı diyeceğiz,boyun eğme mi?Mesele budur.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım!

Mükemmel özet bir yorum! Aynen! Saygılar!