Bertrand Russel “Sorgulayan
Denemeler” adlı kitabında makineleşmeyle ilgili olarak “ …Daha alt düzeyde
duygularına hitap eden yayınları
kolaylaştırırlar” (1) der. ( Tahmin edebileceğiniz gibi şu anda okuduğum kitaptır)
Sosyal medya ortamlarının birinde, metroda kitap
okuyan Japon kızları ve ellerinde son model akıllı telefonlarıyla Türk
gençlerini beraber gösteren bir görsele rastladım.
Son olarak sanalağ üzerinde pornografik sayfaların,
Müslüman ülkelerde inanılmaz boyutlarda
olduğu sık sık telâffuz edilir, oldu. İslâm’a karşı batının önyargısına
bağlayıverecek olsak da mesele o kadar basit değil.
Matbaanın yaygınlaşmaya başladığı
dönemlerde, erotik/pornografik kitapların veya dergilerin yaygın olarak
basıldığını öğrendiğimde de çok şaşırmıştım. Demek ki modern uygarlığın
kurucularında da bu cinsel açlık yaşanmış.
Bütün bunlardan ne çıkarmalıyım,
ne anlamalıyım?
Bertrand Russel, “sanayii
devrimini” yapan bir milletin mensubu. (İnsanları güdülerine göre yargılayan
sığ ve ikiyüzlü “Marksist ahlâka” göre
onu reddedivermek elbette pek kolaydır… Marksist, normatif ahlâkı başka bir yazıda düşünmeli…
İlginç konudur.) O makineleşme hakkında düşünürken, makineleşmeyi yaratan
zekâların düşünüş biçimlerini, felsefelerini birebir yaşayarak eleştiren bir
insan. Dolayısıyla bizim gibi arabayı, elimizde tespit gibi taşınan bir uzaktan
kumandayla çalıştırılan bir itibar nesnesi falan olarak görmüyor.
Beni düşündüren makineleşmenin,
bugünkü yaygın kullanımıyla teknolojinin, “daha alt düzeyde duygularına hitap
eden yayınlarla ilgisi… Aslında tam olarak bu da değil… Çünkü teknoloji bunu
kendi başına yapmıyor. Yani hiçbir bilgisayar insanlara kendiliğinden bir porno
sayfası hazırlamaz.
Batıda pornografi başlı başına bir
sektör… İnsanlar bu işten ciddi paralar kazanıyorlar.
Müslüman toplumlar/toplulukların
teknolojiye ciddi bir katkıları yok. Kapitalist
seri üretim ( ki böyle söylenince hemen arkasından “insanlık dışı” gibi bir
kötüleme beklemek neredeyse refleks olmuştur…) her bir birim tüketim malını, git gide daha ucuza mal
ettiği için de Müslümanların teknoloji üretmek, yaratıcı süreçlere katılmak
gibi bir heves duymalarını beklemek şu saatten sonra zor görünüyor.
Teknolojinin yaratıcıları gerek maliyetleri düşürmek gerekse yaratıcılıktan
duydukları zevkle her gün yeni yöntemler icat ediyor bu icatlarla yeni imkânlar
keşfediyorlar. Bunu yaparken ilk
zamanlarda yaygın pornografi ile
kendisine gelir elde etmiş matbaanın birikimini, mirasını kullanıyorlar.
Akıllı cep telefonlarının
mucitlerinin toplumlarında insanlar, birbirlerinin fikirlerinden aldıkları ilhamlarla
yepyeni düşünce çerçeveleri çiziyor, yeni icatlar için bambaşka bilimsel önermeler
ortaya koyuyorlar.
Oysa büyük bir Müslüman nüfus
barındıran doğu, elindeki akıllı cep telefonundan dünyanın en aykırı porno
sitelerine rahatlıkla girebilirken bütün bunlardan habersiz bir yaşam
sürdürüyor…
Belki de doğuyu artık yeniden
tanımlamalıyız. Doğu salt kültürel bir yön veya çerçeve değil artık. Doğu,
insanı var eden uygarlık anlayışının birey kavramına, bu kavrama dayalı
özgürlük, hukuk ve saygı kurumlarına karşı toplumsal direnç geliştirmiş, bütün
insan beraberliklerinin genel adı veya yönü.
Doğunun en doğusundaki Japonya ve
Güney Kore’de belki şirketler hâlâ eski kabile geleneklerine göre idare
ediliyor ama toplumsal düzen, yani devletle bireyin ilişkilerinde kabileciliğin yerini açıkça
liberal demokrasini normları ve kuralları almıştır. Telif hakları, fikir
mülkiyeti bu ülkelerin kültürel üretiminde de ciddi bir şekilde kendisini
gösteriyor.
Doğunun uygarlığa katılması,
batılılaşmayla oluyor. Belki içlerine, eskiden bilmedikleri pek çok aykırılık
ve belki “ahlâksızlık” da giriyor ama kabileciliğin güce dayalı ikiyüzlülüğü
yerine bireyin sorumluluğu anlayışıyla yaratıcılık için özgür bir ortam
oluşturabiliyorlar.
Buna karşılık petrol zengini Arap
ülkelerinde satın alınan en son teknoloji ne bir özgürlük ortamı
yaratabiliyor ne de hukuk devleti… Çünkü
Arap toplumunun batınınki gibi sürdürebildiği ve dahası geliştirebildiği bir
entelektüel mirası yok. Dolayısıyla doğu, teknolojiyi tuzluk gibi kullanmaktan fazlasıyla tatmin olan
bir ilkel insan beraberliği olarak
yaşamını sürdürüyor.
Buna karşılık, ellerindeki akıllı
cep telefonlarını durmadan kurcalayan “Müslüman gençlerin” kaçta kaçının, o cep
telefonlarındaki elektronik kitap seçeneğini kullandığını şahsen çok merak
ediyorum.
Bütün bunlar bana doğunun bu
üretim çağında, matbaanın icadından sonra meydana gelen ve aradaki
kapanamayacak kadar derin bilgi ve felsefe mirası yüzünden ebediyen kendi
başına gelişemeyeceği düşüncesini uyandırıyor. Elbette toplumsal olaylarda “çizgisel
bir nedensellik” aranmaz ama “başımıza gelenler” de belli davranışlarımızın ve
bunların “birikimlerinin” bir sonucu olmalı gibime geliyor.
1) Russel B.; "Sorgulayan Denemeler"; Shf:92: TÜBİTAK Yayınları:2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder