10 Ocak 2014 Cuma

Devletleşme Milletleşme Ve Egemenliğin Doğallığı Üzerine

Türkiye’nin gündemi yolsuzlukla sulandırılırken Kürt etnik ırkçılığının egemenlik  talebi  gizlenmeye çalışılıyor.

Mises “kadir-i Mutlak Devlet” adlı kitabında  “milleti”  dil beraberliği olarak yanımlar ve  dil gruplarının egemenlik tercihlerini onların kararına bırakır. Sorun, egemen milletlerin egemenliğinin dilsel azınlıkların kararına bırakılıp bırakılamayacağıdır.

Egemen çoğunluğun egemenliği nereden kaynaklanır? Egemenlik kavramı meşru mudur?

Liberal okul  egemenlik kavramına  mesafeli bakar.

Burada egemenliğin sebebine bakmak yerine sonuçlarına bakmak yanlışına düşer. Egemenliğin, kayıtsız şartsız bir zorbalıkla sonuçlanacağına dair bir önyargıyı “özgürlükçülük”  adına benimser.

Peki ama egemenlik gerçekten kayıtsız şartsız bir zorbalık getirir mi?

Egemenlik buna yol açabilir ama egemenliğin ortadan kaldırılması, kuralın uygulanması için gereken zor kullanma aygıtını ortadan kaldırdığı için adaletin sağlanması imkânını kesinlikle ortadan kaldırır.

O halde egemenlik kavramının kaynağı nedir?

Egemenlik kavramının kaynağı devletleşme ihtiyacıdır.  Devletleşme, etnik, dinî veya başka  cemaatleşme şekillerinin, birbirleriyle yaşadıkları anlaşmazlıkların, tarafsız, aşkın ve daha önemlisi uygulayıcılığı mutlak ve tartışmasız  bir adalet sağlayıcı tarafından giderilmesi ihtiyacının eseridir.

Burada devletleşmenin, cemaatlerin/ toplulukların veya kabilelerin kendi içlerindeki  kurallara göre  dünya ile etkileşimlerinde sınırlı kalmalarıyla ilgisi birinci derecede önemlidir. Bu şu anlama gelir: İnsan toplulukları için “büyümek ve genişlemek” kabileleşmekten daha önemli ve yararlıdır.

Kabile halinde kalmak  artan nüfusun maddî ihtiyaçlaırnın giderilmesini imkânsız hale getirir. Ayrıca  kabile ancak diğer kabilelerden tamamen kopuksa belki kendi kurallarıyla yaşaması mümkün olabilir. Diğer kabilelerle /topluluklarla etkileşime girilmesi halinde ise  topluluğun kurallarının artık  ortaya çıkan yeni sorunların çözümünde etkisiz kalması durumu ortaya çıkar ki bu kaçınılmazdır.

Kabile veya toplulukta kurallar atalar kültüne, şahıs otoritesine veya dini inanca dayanır.   Kabile/cemaat üyelerinin başka  topluluklarla etkileşmesi sorunların ortaya çıkmasına yol açar. Zamanla kabile/cemaat üyeleri, sahip odlukları kuralların ve şahıs otoritesinin cevaplayıcılığından memnuniyetsizlik duymaya başlar. Bu durumda bazı kabile/ cemaat üyeleri başka  topluluklara özenmeye başlar. Böylece kabile içinde bağlılık zayıflar.

İnsanlar, kuralların herkes için aynı olduğu, işbölümüne ve işbirliğine  bu kurallar altında daha rahat dahil olabildikleri beraberlikleri gördüklerinde artık beraberliğin ölçüsünün etnik aynılık/benzerlik, dini beraberlik gibi sebepler olması onlara yetersiz ve hatta saçma gelir.

Kabile de insanlara düşmanlara karşı bir güvenlik sunarken kabile/cemaat içinde otoriteye karşı hayatın emniyeti konusu tamamen keyfi bir iradeye bırakılmıştır.

Oysa “devletleşme” insanlara önceki aidiyetleri ne olursa olsun herkes için ve her zaman geçerli kurallar altında  yaşayabilmek imkânı sunar.

Bu durumun gereği ise kural hâkimiyeti altında beraber olmak isteyenlerin, eski beraberliklerinin ölçülerini ve asabiyesini geride bırakmaları ve yeni düzenin kurallarını “herkes gibi” ve “herkes kadar” kabul etmeleridir. Yani meselâ hem Zulu kabilesinin  kabile liderinin otoritesini kabul edip hem de İngiliz toplumunun refah kaynaklarına ulaşamazsınız.

Peki ama bu durum bir tür “eşitlikçi demokrasi ile mi meydana gelir? İşin içinde kuralları uygulamak için zor kullanma tekeline sahip birileri olacaksa bu kim olacaktır. Bir kabileler koalisyonu mu buna karar verir?

Bunun nasıl meydana geldiği hem tam olarak bilinemez hem de açıkça önemsizdir. Her ne şekilde oluşursa oluşsun şurası kesindir ki bir baskın ve kalabalık grup mutlaka kural uygulayıcılığı tekelini eline alır ve kendi “büyük kültürünü” kendiliğinden hâkim hale getirir. Zulu genci Londra’ya geldiğinde  kendisiyle beraber sadece teninin rengini getirir. Gerisi beyaz adamın sağladığı ve uyulması zorunlu kural beraberliğidir. O beraberlik içinde kuralları anlamak için zorunlu olan dil, o kuralları anlayabilmek için kuralların içinde oluştuğu kültür ve medeniyet vardır. Böylece Zulu genci sırada beklemenin, sözü kesmemenin, ısrarcı olmamanın herkes için geçerli olduğu, bu kurallara ve elbette hukuk oluşturucunun kanunlarına uyulmasının işbirliğini ve iş bölümünü temin ettiği ve gene böylece ihtiyaçların ve emniyetin kendi kabilesinden daha  iyi karşılanabildiği bir toplumun parçası haline gelir ve bir “İngiliz” olur!

Burada devletleşmenin kökenine ve oluşumuna bakarken kendiliğinden aslında milletleşmenin oluşumuna da bakmış olduk

Bu durumda milletleşme, egemenlik kavramının oluşumuyla, kendiliğinden meydana gelen bir sosyolojik yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Zulu genci, bir kere Londra’da hayatını kazanmaya çevre edinmeye, aşık olmaya, eğlenmeye başladığında artık ondan beklenen, ona bunu veren toplumu benimsemesi ve o toplumun, vatanı ve kurallarıyla bölünmez bütünlüğüne dahil olmasıdır. Zulu genci, belki kabilesinin kıyafetlerini ve şarkılarını Hyde Park’ta sergileyebilir ama mesela Hackney’de, Dalston’da, Schorditch’te, bir “Zulu özerk bölgesi” kurmak gibi bir  şey isteyemez. Veya İngiltere’de neden sadece İngilizce konuşulması gerektiğini anlayamadığını soramaz.

Egemenlik, kural  koyuculuk ve uygulayıcılık tekelinden başka bir şey değildir. Bunu tek başına yapmak yetkisine sahip bir toplumu gerektirdiği kadar kural hâkimiyetini de gerektirir.  Kurala dayanmayan  zor kullanıcılık, egemenlik değildir ancak  eşkıyalıktır.

Bundan dolayıdır ki meselâ Kuzey Irak yığışmasındaki zor kullanıcılık, devletleşme ve  milletleşmeyle karakterize edilebilecek bir egemenlikten ziyade bir eşkıya baskıdır.

 Egemenlik olmaksızın hukuk devletinin, kanun hâkimiyetinin işletilebilmesi mümkün değildir. Milletleşme egemenlik kurumunun işletilebilmesinin sosyolojik gereğidir. Bundan dolayıdır ki ulusal devletlerin bütünlükleri   hayatîdir. Milletleşme, devletleşme ve egemenlik ilişkisi anlaşılmadıkça  liberal demokratik bir hukuk devletinden bahsetmek mümkün olamaz. Liberaller öncelikle bunu anlamalıdır.





3 yorum:

N.G. dedi ki...

Geniş zaman büyük enerji Kalemine sağlık

N.G. dedi ki...

Kalemine sağlık Okuyorum Okutuyorum

Afşar Çelik dedi ki...

Asıl ben zaman ayırıp okuduğunuz ve yorumladığınız için teşekkür ediyorum. Saygılarımla...