Bazen sadece kitap eleştirisi yapmak istiyorum. Memleketin ahvaline endişelenip durmakla bir yere varılmıyor. Halbuki hemen hemen her kitap kafamda belli bir imge lekesi bırakıp gidiyor. “Hemen hemen” diyorum, çünkü bazılarını unutmak için hızla hafızamın çöplüğüne yolluyorum.
“Koloni’ye” gelecek olursak… Sabırsızlıkla sonucu söylemeliyim ki “Taş Meclisi’nden” bu yana Grangé’nin en sevdiğim kitabı.
Peki ama neden böyle? Filmleri çevrilen “Kurtlar İmparatorluğu”, “Kızıl nehirler” de güçlü kitapları değil miydi yazarın?
Belki zayıflamış hafızamdaki silikleşmiş lekeleri belki… Bilemiyorum ama “Koloni” tek kelimeyle dopdolu bir kitap. Peki ama hangi anlamda dopdolu? Şüphesiz bir çok satanlar edebiyatı için dopdolu. Çok satanları bedaatle birleştiremeyenlerin çoğunluk teşkil ettiğini söyleyebilirim herhalde? Onlara sadece akıllarına gelen en uçuk şeyleri akıllarına geliverdiği gibi yazdıklarında neden Sherlock Holmes olmadığını sormak isterdim.
Kitabın zayıf yanı, daha ilk sayfalarda Türk okurlarının pek çoğunda mide bulantısı yaratacak bir tarihsel Ermenicilik dalkavukluğu yapması. Allah’tan bu yaranma çabaları, o ilk sayfalarda kalıyor da sabredenlerimiz cidden değerli bir maceraya devam edebiliyor.
Grangée “Koloni”de her biri bağımsız birer kısa öykü sayılabilecek bölümlerle çalışmış. Bu bağımsız bölümlerin her biri, kesinlikle çarpıcı sonlarla bitiyor. Çarpıcı sonlar, kısa ve çarpıcı cümlelerden oluşuyor.
Grangé kaynakların Ermeni yırtıcılığından ibaret olmadığı yakın tarih dışında iyi bir araştırmacı. Bunun yanında, Fransa’yı doğrudan ilgilendiren yakın tarih unsurlarını, kurmacasına çok güzel yerleştirmiş, gerçekle kurmacanın iç içe geçtiği, eklemlendiği enfes bir bütünlük yaratmış. Öykünün ana karakterleri dışındakiler, bu bütünün içinde kayan yıldızlar gibi karanlığı bir anlığına yarıp sonra kayboluyorlar. Her “egzotik” toplulukta” yaşatılan o “ eşsiz güçlülük” duygusunu sürekli okşayıp duruyor, Ermeni bir kahraman seçerek.
Toplumsal açıdan belki bilerek belki bilmeden “etnik ırkçılığa” güzel bir kuş bakışı analiz getiriyor Grangé… kaybolmuşluk ve köksüzlük duygusunun yol açtığı mensubiyet açlığını, kaybolmuş bir askeri, bir kabile ilkelliğinin ritüellerine sığındırarak incelikle ortaya koyuyor. “Kendinden başkasına” bir isim vermek (Ermeniler “odar” dermiş) geleneğinin “etnik bilincin” içindeki yerine değiniyor ve böylece gerilimi etnik ırkçılığın doğasındaki ötekileştiricilikle sürekli besliyor.
Olayları takip edilebilir bir biçimde “montajlıyor” ve bu da belki onun neden çok sattığını gösteriyor. Çünkü kafamızda kolaylıkla izlendikleri için sinematografik bir bütünlük haline gelen imgeler yaratabiliyor. Bu kurguya soktuğu her bir film karesi kesinlikle sert ve mükemmel birer “bütünlüklü” parça. Sanırım bu yüzden kitapları hemen filmleştirilebiliyor ama şurası bir gerçek ki maalesef filmleri kitaplarındaki imgesel zenginliği yansıtmakta o kadar başarılı olamıyor. Grangé filmleriyle değil, kitaplarıyla akılda kalan bir yazar.
Bu açıdan o, hem bir kurmaca hem bir kurgu ustası.
“Koloni” belli bir olay çekirdeğinden filizlenip dallanıp budaklanan ve en nihayetinde sizi düşme korkusu yaşadığınız tepe dallarına doğru hızla büyüyerek sürükleyen bir ağaç gibi.
Okumanızı kesinlikle öneriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder