30 Temmuz 2010 Cuma

Etnik Irkçılığın Açmazında

Habur’dan davul zurnayla gelip sonra inlerine geri dönen teröristlerin o devirde “ferman” gibi buyurdukları talep mektubunun madde madde eleştirisi yapıldı mı bilmiyorum. Ama “çözüm” diye sunulan şeylerin bir anlamının olup olmadığını bir kere daha gözden geçirmekte sayısız faydalar var. Aşağıda mektubun taleplerle ilgili kısmı, http://www.netkeyfim.com/guncel-haberler/teslim-olan-pkklilar.html adresinden alıntılanmıştır.

Şimdi mektubun satır satır eleştirisine/ yorumlanmasına geçelim:

Türk devlet yetkililerinin ve tüm barışseverlerin attığımız bu adımlar karşısında gereken sorumlulukla hareket edeceklerine inanıyoruz. Kısaca ve özce ortaya koyduğumuz mesajlarımızın pratikte hayat bulması ve ortak yaşam koşullarının olgunlaşması için en öncelikli taleplerimizi şöyle sıralayabiliriz;
TALEPLER
- Abdullah Öcalan’ın hazırladığı Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümü için yol haritasının ilgili muhataplarına verilmesini ve tüm kamuoyuna açıklanması,
Abdullah Öcalan, Türk kanunlarına göre iki defa yargılanmış, temel haklarına kısıtlama getirilmiş, cinayetlerden, terörden ve insanlığa ihanetten hüküm giymiş ahlâken de dışlanmış bir suçludur. Dolayısıyla hayatının, kişiliğinin ve fikirlerinin toplumumuz için hiçbir önemi yoktur. Kendisi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla toplumun geri kalanıyla ilişki kurması engellenmiş bir mahkûmdur. Dolayısıyla onun bize herhangi bir “yol haritası” sunmaya hakkı yoktur.

- Askeri ve siyasi alana dönük operasyonların durdurulmasını ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümünün önünün açılmasını ve bu çözümün Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesine bağlı olarak Kürt halkının özgür iradesini esas alma temelinde diyalog ve müzakere yöntemiyle gerçekleştirilmesini,

“Askeri ve siyasi alana” dönük operasyonlar ifadesi PKK’yı bir tür “asker” saymanın ve siyasî alan denen şeyin de bu ülkenin kanunları çerçevesinde meşru bir siyaset mekânı olduğunu söylemektir. PKK ve onun silahsız uzantıları ne meşru bir askeri güçtür ne de meşru siyaset yapıcılarıdır. Etnik ırkçılık bir siyaset konusu olamaz. Bu gün siyaset sahasında etnik ırkçılık yapanlar, diğer ülkelerdeki “ vatana ihanet” benzeri yasanın bizde olmamasından yararlanmaktadırlar. Oysa hırsızlık, hakkında bir yasa olmasa bile suç sayılan bir eylemken etnik ırkçılığın siyaset konusu yapılabilmesinin engellenmesi de aynı şekilde temel haklar ilkesi açısından gerekirdi. Ne silâhlı ne de silâhsız organlarıyla bir meşruiyet taşıyan etnik ırkçılığın Türkiye’nin demokrasisinde söz sahibi olması, demokrasi ve haklar kuramı açısından çelişkidir. Fikirlerini ikna yoluyla değil de silâhla ve tehditle kabul ettirmeye çalışan, fikirlerinin temelinde de ırkçılık yatan oluşumlar, gayrı meşrudurlar ve muhatap alınamazlar. Bunun yanında meşru bir devletin vatandaşlarına yönelik silâhlı bir tehdidi kabul etmesi, onunla müzakereye oturması söz konusu olamaz. Vatana ve millete yönelik silahlı tehdidin önünde iki seçenek vardır: Adalete teslim olmak veya yok edilmek.
- Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak Kürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak,
Türkiye bir ulus değil bir ülkedir. Demokrasi uluslar için bir niteleme değildir. Demokratik ulus olmaz. Kürt kimliğinin temelinde isteyen istediği şeyi ifade edebilir. Bunun için zaten hiçbir engel yoktur. Eğer Kürt’ler Kürt oldukları için eğitimden uzaklaştırılmıyor, mülk edinmeleri engellenmiyor, sağlık hizmetinden ayrımsız yararlanabiliyor ve mahkemelerde herkes gibi dava açıp yargılanabiliyorlarsa “Kürt halk kimliği temelinde” bir çözümden bahsetmek saçmalıktır. Söyleyen şey , Kürt olunduğu için ütün bunlardan ayrıca yararlanmak gibi bir imtiyaz talebidir. Bu talep bir hak talebi değil bir kayırılma arzusunun ifadesidir.
- Anadilimiz olan Kürtçeyi her yerde özgürce konuşmak, öğrenmek, geliştirmek ve tarihi değerlerimizi, kültürümüzü ve coğrafyamızı anadilimizde yaşamak,
Eğer bir Kürt coğrafyası var idiyse nende Kürtlerin çoğunluğu batıda yaşamaktadır? Bunun sebebi, bu toprakları vatanlaştırıp üstüne kendi damgasını vuran ve kendisine Kürtlerinde dahil olduğu büyük Türk Milleti’nin, kendi egemenlik sahasındaki ayrımsız hukuk biriliğidir. Bu talep tam bir anakronizm örneğidir. Ülkede yirmi yılı aşkın bir süredir zaten Kürtçe rahatlıkla konuşulabilmekte ve bununla ilgili her türlü yayın da yapılabilmektedir. Bu ir ifade hürriyeti talebidir.

- Çocuklarımızı Kürtçe adlandırmak, Kürtçe eğitmek ve büyütmek,
Bu zaten yapılmaktadır. Çocukları Kürtçe büyütürken Türkçe öğrenmelerini engellemek mi gerekmektedir? Bu gün yaşları yirmiyi bulan hatta belki daha da büyük Kürtçe isim taşıyan pek çok vatandaşımız vardır. bu yapılabilirken bunu bir talep diye öne sürmek iki yüzlülüktür. Bu da bir ifade hürriyeti talebidir.
- Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanat ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak,
Tamamen havada bir taleptir. Kimsenin hangi dilde ne yazdığını kimse zaten umursamamaktadır. Bu da bir ifade hürriyeti talebidir.
- Kendi kimliğimizle demokratik toplumsal örgütlenmemizi geliştirmek, demokratik siyaset yapmak ve kendimizi özgürce ifade etmek,
“Kendi kimliğimizle” tabirinin içi boştur. Bundan ne anlamamız gerekmektedir? Etnik ırkçılık temelinde siyaset yapmaktan bahsediliyorsa ki herhalde kasıt budur, bunun ifade hürriyetiyle de demokrasiyle de bir ilgisi yoktur. Burada adı geçen kimliğin bağlamı belli değildir. Ayrıca demokratik siyaset yapmayı talep eden bir örgütün demokrasi dışı metotlarla hak talep etmesi de ayrı bir ikiyüzlülüktür. Bu da temelde ifade hürriyeti ile ilgili bir taleptir.
- Kürdistan’ın köy, kasaba ve şehirlerinde özel harekatçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkanlara kavuşmuş ve güvenlik içinde yaşamak,
Kürdistan diye bir yer yoktur. Çünkü Kürt kardeşlerimiz zaten uluslaşma maceramızda gerek coğrafi gerek tarihi olarak zaten bizimle iç içe geçmiştir. Kaldı ki “Kürdistan” diye bahsedilen her neresi ise oradaki “Türk” diye ayrıştırılmak istenen nüfus dikkate alınırsa bu tabirin öyle kolayca kullanılamayacağı anlaşılır. Buradaki gülünesi saçmalık şudur ki bizden egemenlik sahamızın koruyucularını bölgeden uzaklaştırmamız istenmektedir. Bu madde ile bölgenin bizim egemenliğimizden çıkarılması, PKK denen terör örgütünün insafına bırakılması istenmektedir. PKK gayrı meşru bir örgüttür. Amacı ve kuruluş şekli ırkçıdır. Yöntemi ölümdür. Bir devletin görevi zaten milletin egemenlik sahasında böyle örgütleri yok etmektir. Dolaysıyla gayrı meşru bir örgüt ve devletimizin düşmanı olarak PKK’nın bize güvenlik güçlerimizi nasıl kullanacağımızı söylemeye hakkı yoktur. Onun iki hakkı olabilir: Teslim olmak veya yok edilmek.
- Türkiye’nin demokratikleşmesini ve bunun için sivil-demokratik bir anayasanın hazırlanmasını istiyoruz.

Bir terör örgütünün bizim anayasamızla herhangi bir ilişkisi olamaz.
- Bu taleplerimiz temelinde, Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye’de barış ve demokrasi isteyen herkesle tartışmak ve birlikte çalışmak için bu adımı atıyoruz. Biz bu adımımızla tarihi yaşamaya geliyoruz. Adımımızın başarılı olacağına inanıyor ve bu temelde tüm barışseverleri saygıyla selamlıyoruz”

Taleplerin çoğunluğu, ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilebilecek taleplerdir. Bu taleplerin karşılanması, birincisi zaten hemen hepsinin karşılanmış olması, ikincisi de bir devletten ifade hürriyeti hakkını talep edeceklerin o ülkenin meşru ve kabul edilmiş vatandaşları olması gereklerinden dolayı zaten imkânsızdır. Bu talepleri dile getirenler bu ülkeye kafa tutan etnik ırkçı terör örgütünün mensuplarıdır.
Yoksa herkes bilmektedir ki bu neredeyse otuz yıldır gerek basılı gerekse işitsel olarak Türkiye’de sayısız Kürtçe yayın yapılmakta, isim konulabilmektedir. İnsanların seçme seçilme haklarını kullanırken ırksal bağlantılarının sorulmaması eğer medeniyet değilse insanları ırksal bağlantılarına göre resmen ayrıştırmanın nasıl bir medeniyet olacağı sorusu cevaplanmalıdır.
Bu talepleri ileri süren örgütün ırkçılığını kınamayan başta liberaller olmak üzere Türk adına düşman enternasyonalist sosyalistler ve dincilerin, bu talepleri bize dayatmaya kalkan örgütün her türlü kaçakçılıkla kendisini finanse etmesinden, hırsızlık, haraç gibi yan gelirlerle beslenmesinden neden rahatsız olmadıklarını ayrıca sormak isterdik. Sosyalistler ve dinciler zaten “Amaç güdülü” ahlaklarıyla amaca giden her yolu ve vasıtayı meşru sayarlar, tamam… Ama hiç olmazsa liberaller bu konuda ideolojilerinin gerektirdiği ahlâkî tutarlılığı göstermeliydiler.

Bir çözüm olacaksa, bu, eli kanlı bir etnik ırkçı yağma örgütünü aklıyla değil, çözüm, meşruiyet sınırlarına dikkat ederek bu ülkenin ve milletin bölünmezliğini benimseyen insanların samimi ve barışçı aklıyla meydana gelebilir. Zaten bu açıdan bir sorun olmaması etnik ırkçılığın vahşetini tetiklemektedir.

Hiç yorum yok: