18 Temmuz 2010 Pazar

Etnik Irkçılığın Doğal Vahşeti



Ülkemizdeki Kürt etnik ırkçılığı, aslında bütün diğer etnik ırkçılıkların basit bir ahlâkî numunesidir.


Soyut kurallar etrafında bütünleşmiş bir toplumu inkâr edip ırka dayalı benzeşmeyle dünyadan ayrılmayı bize “hak” diye sunmak, Kürt etnik ırkçılarının da diğerleri gibi bize sunduğu, “demokrasi” kaplanmış bir zehir tabletidir.

Kürt etnik ırkçılığı, devletlerin oluşum sebebini idrak edemeyen, sebep sonuç ilişkilerinden mahrum, dolayısıyla ahlâktan mahrum bir harekettir.
Devletler, insanoğlunun, kaba kuvvet dışında, herkes için ve her zaman geçerli olan kurallara bağlanma ihtiyacını izhar etmesinden başka bir şey değildirler.

Şüphesiz “devlet” adıyla anılan pek çok zor kullanıcı örgütlenme kurulmuştur. Mesele odur ki bizi günümüze ulaştıran, medeniyetin maddî ve manevî gelişimini sağlayan “devletler”, üç beş savaş efendisinin, çapulcunun, sürü liderinin tehdit yoluyla sürdürdüğü beraberliklerden daha gelişmiş ve kurala dayanmayı ilke edinmiş örgütlenmelerdir.
Etnik asabiyetin var olma sebebi kural değil benzeşmedir.

Kurala dayalı oluşturulan beraberliklerde yani modern devlet ve onun öncülerinde benzeşme, kurala dayalı beraberliğin doğal sonucuyken etnik ırkçıların “devlet” taleplerinde benzeşme, beraberliğin gerek/şartıdır.

Bunun pratikteki anlamı şudur: “Benze veya öl!”
Nitekim bunun örneği bu gün Kuzey Irak’ta yaşanmaktadır.
Bu haddini aşan bir tespit midir?
Aslında Kürt etnik ırkçılığı hepimizin bildiği medenî beraberliği arzulamakta da Türk çoğunluk mu bunu istememektedir?

Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki “Türk” diye sözüm ona ırken ayrılan çoğunluğun, kimseyi reddettiği, inkâr ettiği yoktur. Öyle olsaydı Kürtler ülkede iş bulamaz, okuyamaz, istedikleri yerde yaşayamazdı.

Ekmek alırken, ayakkabı alırken, saat alırken, tatil yaparken, işyeri sahibinin “etnisitesini” sormayan bir çoğunluğun, ayrımcılık yaptığını söylemek haksızlıktan da öte ahlâksızlıktır.
Çünkü Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Türk’ler için Kürt adının varoluşsal bir uzlaşmazlığı yoktur. Bu uzlaşmazlık, meselâ etnik asabiyesi çok yüksek olan ve Türk’ün milletleşme sürecine hasetle bakan Rum ve Ermeni kavimleri için vardır.

Herhangi bir Türk için bu topraklarda barış içinde yaşayan, bu vatanın diline düşmanlık beslemeyen, bu vatanın bütünlüğünü benimseyen herkes Türktür!
Bu,”farklılıkların inkârı” anlamına gelmemektedir. Bu, bu topraklarda özgürce yaşayabilmenin, bu topraklara anlam vermenin adıdır!


İşte bu yüzden aşiret, kan bağı, akrabalıktan gayrı beraberlik bilmeyen Kürt etnik ırkçıları için bu tip bir soyut mutabakat, fevkalâde anlaşılmaz ve ürkütücüdür.
Ülkenin dört bir yanına özgürce dağılıp iş kurmanın, mülk edinmenin, okumanın özgürlüğünü hangi toplumsal ahlâki kabullere dayandığını düşünmek, aşiret kararıyla evlâtlarını öldürmelerinin engellenmesini bile “asimilasyon” diye niteleyen bir takım vahşiler için erişilmez bir fazilettir. Bu “vahşiler” kendi topluluklarının milletleşme sürecinde kurala bağlanmasını hazmedemeyen etnik ırkçı Kürt siyasetçilerdir.

Onları “vahşi” diye nitelendirmemiz bir tahkir değildir.
Çünkü onlar şiddeti biricik “dil” olarak kullanmaktadırlar.
Çünkü onlar yalnız talep etmekte ve talebi kimin karşılayacağını önemsememektedirler. “Kimin ödeyeceği” onların umurunda değildir. Hak edip etmediklerine, taleplerinin varoluşsal meşruiyetinin olup olmadığına bakmaksızın talep ettikleri için vahşidirler.

Onlar gerçekte hukuk ve demokrasiyle ilgilenmemektedir. Onlar edindikleri kolektivist ideolojileri ile hak ve demokrasi kelimelerini amaçlarına uygun olarak kullanabilecekleri, içlerini kendi keyiflerince doldurabilecekleri birer fikrî maymuncuk olarak kullanmaktadır.
Onlar vahşidirler, çünkü kelimelerin anlamlarını çarpıtarak insanları yanıltmaktan utanamamaktadırlar.

Onlar vahşidirler çünkü yalanları ortaya çıktığında benzerlerinin kendileriyle bir tutulmasından hiçbir vicdanî sıkıntı duymamaktadırlar.

Etnik terör örgütü, milyonlarca masum Kürt’ün kendisi gibi vahşi ve katil bilinmesini özellikle istemektedir. Sözüm ona demokratik haklara dayanan bir özerkliğin böyle bir ahlâksızlıkla elde edilmesinden rahatsız olmadıkları için Kürt etnik ırkçıları vahşidirler.
İşte bundan dolayı medeniyet, kendini var eden değerlere düşmanlık besleyenlere hoşgörü gösteremez. Vahşilere yasama organında yer vermek, demokrasinin ölümünü ilân etmek demektir.

Bir topraktaki egemen millî çoğunluğun adını, yasama metinlerinden çıkarmak medeniyeti geliştirmez ama yalnızca vahşilerin ayrışma arzularını, ırkçı saflık histerilerini, keyfi otarşi emellerini daha da azdırmaya yarar. Türkiye’de biz Kürt kardeşlerimizi egemen millî çoğunluğun, “Türk” adının ayrılmaz bir parçası kabul etmişken bu kabulü, ırka ve dile dayanarak reddetmek vahşete kapı aralamaktır.

Türk siyaseti etnik ırkçılıktan arındırılmadıkça, etnik ırkçılığın bir siyaset olmadığı kabul edilmedikçe sükûneti temin etmemiz de mümkün olmayacaktır.


Hiç yorum yok: