23 Temmuz 2010 Cuma

Açık İnsan Korkusuz Toplum



Hayatım boyunca bana en sık yöneltilen eleştiri : “Açık olduğumdur”.
Bu “açıklığın”, rahat tanınmak, görüşlerinin hemen anlaşılması anlamına geldiğini söyleyebiliriz.

Genellikle bu özellik de bana bir zafiyet gibi aksettirilmiş ve dikkatli olmam hususunda uyarılmışımdır.

İşin içindeki “beni” bir kenara bırakırsak…
İnsanların, bir insanın “açıklığını” dostluklarından dolayı bile olsa tehlikeli bulma eğilimlerinin yaygınlığı çok düşündürücü.

Bu, toplumumuzun, öğrenilmiş bir ikiyüzlülükle malûl olduğunu gösteriyor aslında.
İki insanın tanışması, birbirlerini karşılıklı tanımaları demektir. Bu tanıma da iki insanın gönüllü olarak karşılıklı birbirlerine açılması demektir. Tanışmaktan hoşlanmadığımız insanlara daha az açılır ve hatta onlarla fazla konuşmayız.
Ama bunun ötesinde bir toplumun, ferdin kendini ifade etmesi hakkına nasıl baktığına dair çok önemli bir ipucudur, “kendini kapatma” refleksi.

Kendini kapatmak, “saldır veya kaç” hayvanî refleksinin bir şeklidir.
Bu, dış dünyayı peşinen düşman bilmenin bir ifadesidir.

Tabiata söz geçirip de, rüzgârdan, yağmurdan, sıcaktan ve soğuktan kendini koruyacak barınaklar yapıp vahşi hayvanlardan uzaklaşabilen “insan” için kendi dünyası artık büyük ölçüde kontrol altındadır.
Bundan dolayı da insan, temel ihtiyaçlarını gidermenin ötesindeki faaliyetlerle kendini gösterir.

Yani “medeniyet yapar”!

Medeniyet ile insanlar, artık kendilerini geri kalan tek tehlikeye, kural tanımayan insanlara karşı korumaya başlamışlardır.

Medeniyeti var eden, kuralsız yani yıkıcı insanların her zaman azınlıkta kalacaklarına dair zımni mutabakattır.

Eğer hayatımızın korunmasının mutlak bir hak olduğuna dair bir mutabakata varamasaydık barınacak evlerimizi inşa edemez, alış veriş yapamaz, aile kuramazdık.
Kısaca insan olamazdık.

Eğer insan olarak var isek bu hem kuralsızlığın hem sahip olmanın aynı anda var olamayacağını bilmemizdendir.

Günlük hayattan bütün kötü örneklere rağmen canımızın istediği yere gidebileceğimize dair o “kendiliğinden” güven tamamen insanların “âdil” sayılacak davranışlar hakkındaki iradî mutabakatına dayanır. Bu mutabakat toplumun bir araya yığılıp oyladığı bir şey değildir.

Bu mutabakat, “zarar vermemek için gösterilen ferdî iradelerin” ortaya çıkardığı sonuçtur ki bu “ahlâk” dediğimiz şeyin ta kendisidir.

Görüldüğü gibi insanda, hayvanlardaki varoluşsal korku medeniyetle beraber yok olmuştur. Medeniyet ile, yani beraber yaşamak iradesi ile insanlar, “korkuyu” doğal refleksler sahalarından uzaklaştırmışlar, hayatın korkulacak bir şey olmadığı bilincini elde etmişlerdir.

Bundan dolayı da “kendini ifade etmek”, özünde insan için bir korku kaynağı değildir, olmamalıdır. Çünkü kendini ifade etmek “varoluşunu” ilân etmektir.
Çünkü “varoluş” insan tabiatını, tabiatın diğer unsurlarından kesin şekilde ayıran duvardır.

Çünkü insan için varoluş “tehlikeden uzak kalmanın, “ hayatta kalabilmenin” ötesinde geçmiştir. Çünkü insan, var olabilmek için var olduğunu idrak etmek zorunda olan tek canlıdır!

Bundan dolayıdır ki kendisini “kapatamaz”.
İnsanın kendini kapatması, var olduğunu başkalarına göstermekten çekinmesi, kendi toplumunu, kendi varlığına, tabiatın diğer unsurları gibi tahdit olarak görmesi anlamına gelir.

Bu, güçlünün zayıfı, büyüğün küçüğü yediği hayvanî şartların kabulü anlamına gelir.
Bu, kendi hayatını tehdit altında görmenin ev aynı zamanda da başkalarının hayatı için de bizatihi bir tehdit olmanın itirafıdır.
Yani hayvanlaşmanın itirafıdır!

Bir toplumda, kuralları tanımayanlardan duyulan korku, hayatı yönlendirmeye başlamışsa, o toplum insanlıktan çıkmak üzeredir. Çünkü insanoğlu için iki tercih vardır: Medeniyet veya ölüm!

Medeniyet, insanoğlunun dünyada tek varoluş biçimidir.
Ve medeniyet, sözün kuvvete galebe çalması demektir. İknânın zorbalığa, mantığın hiçliğe, eserin reflekse galebe çalması demektir. Kısaca bilincin, hayvanlığa galebe çalması demektir.

İşte “terör” denen eylemi insanlık dışı yapan şey de budur.
Şiddeti, yani hayat hakkını tehdit etmeyi bir “dil olarak” kabul ettirmeye çalışanlar, kafalarımızdaki kelimeleri söküp yerine biçimsiz bir korkuyu yerleştirmeye çalışmaktadırlar.

Varoluşumuzdaki temel güven duygusunun yerine korkuyu getirmeye uğraşmaktadırlar. Onlar herhangi bir davanı haklı savunucusu veya kahramanı değildirler. Onlar insanlığı “korku” vasıtasıyla kendi sürülerine benzetmeye çalışan hayvanlardır.
“Kahramanlık”, “özgürlük”, “ hak” gibi kavramlar insanla ve insandan dolayı var olan kavramlardır. Bunlar, varlığını “sözle” ortaya koyan ve sözün, varoluşunun biricik gerçekliği olduğunu fark edebilen canlının, insanın değerleridir. Bunlar elde edilmek ve korunmak istenen varlıklar oldukları ve sadece insanlar için böyle oldukları için “değer” diye adlandırılan kavramlardır.

Bu yüzdendir ki diğer insanlara karşı kaba güç kullanımını başlatanlar, verdikleri zarara göre haklarını kaybeder, kınanır veya yok edilirler.
İnsanlığın Hitler ve Stalin’le beraber yürütülememesinin sebebi sözün ve şiddetin/korkunun aynı anda bulunamamasındandır.

İnsanın “açık olması” bu yüzden “normaldir”!

İnsanın açık olması, çevresindekilerden emin olması ve kendisinin de bir tehdit olmadığını göstermesidir.

Aksi davranış ise söze güvenmemek, yalanla var olunabileceğini sanmak ve yalanla anlamsızlaştırılan dilin yerine korkunun/ şiddetin geçmesine izin vermek demektir.
Terörün hayatımızı zindan etmesini istemiyorsak şunu bilmeliyiz ki söz hakkını hayat ya söze veya teröre bırakmak dışında bir seçeneğimiz yoktur. Terörün, bizi var eden ifade imkânlarını kullanmasına, bizim değerlerimizden bahsetmesine izin verdiğimiz takdirde bize kalacak tek şey susmak, ve terör mezbahasında yok edilmeyi beklemek olacaktır.












Hiç yorum yok: