28 Temmuz 2010 Çarşamba

Türk Adını Silmek



Bir AKP milletvekili Türk adının Anayasadan kaldırılacağını, böylece demokratikleşmenin önündeki engellin de kaldırılacağını söylemiş.


Anayasadan “Türk” adını çıkarmak mantıksızlığının saçma dayanağı var:

Birincisi Türk’ü bir kabile, bir etnisite, bir ırki homojenite bağı olarak görmek…

İkincisi, demokrasiyi, herkesin oyu nispetinde egemen olduğu bir rejim sanmak…

İktidar partisinin sözde ideolojisine göre insanlar dinlerine göre ayrılmaktadır. Siyaset bir fikir pazarıdır. İktidar partisinin geldiği siyasî düşünce, dini, doğrudan bir siyasî doktrin olarak kabul ettiğinden, fikrini pazarlayacağı müşteri kitlesini de buna göre belirlemiştir. Buna göre de “millî görüş” denen görüşün muhatabı “Müslümanlardır”.
Dolayısıyla bu kitlenin dışındakilerin ne olup ne olmadıkları iktidar partisinin görüşüne göre önemsizdir.


Sorunun yukarıdaki iki yanılgıdan daha önemli yönü iktidar partisinin, aldığı oy oranı ile toplumu kendi dünya görüşüne göre dizayn edebileceğini sanmasıdır.
O halde iktidar partisinin bilgisizliğini ortaya koymalıyız.


Birincisi, Türk’ün bir etnik ad olmadığı, etnik bağların, kabile asabiyesinin çok üstünde bir soyut ad olduğudur. Bu ad, aile, aşiret, kabile, kavim gibi somut beraberlikleri aşan ve insan ilişkilerinin akrabalıkla, ırkla, etnisiteyle değil de kurallarla kurulduğu bir beraberliğin adıdır.

Dolayısıyla “Türk” adı ile herhangi bir aile, aşiret, kabile kavim adı aynı anlama gelmemektedir.
Bu gün etnik ırkçıların öne sürdüğü tezlerin temel yanlışlılığı budur. Onlar ilkel ve ırka dayalı bir “halk” Marksist anlayışını, demokrasideki parçalarla bir tutmakta ve toplumu bölmekte bu yanlış parçalılık anlayışını bize dayatmaya kalkmaktadırlar. Etnik ırkçılar için Kürt bir ırkın adıdır. Onlar Türk’ü de aynı seviyeye indirmek istemektedirler ve iktidar partisi sahip olduğu dünya görüşüyle bu sosyolojiye aykırı ırkçı görüşü desteklemektedir.


Türk, tarihi derinliğe sahip, hukuk birliği çevresinde bir araya gelmiş, çok geniş katılımlı bir kavimler birliğinin adıdır! Dolayısıyla böylesine derin ve geniş bir beraberlik, adı yalnızca aile ilişkilerine, kan bağına dayalı aşiretçi, kabileci, ve nihayetinde ırkçı siyasetçiler için ulaşılamaz bir nimettir. Siyasî dinciler, dinin bir türlü sağlayamadığı bütünlüğe karşı millî bütünlüklere daime hasetle bakmaktadır.


Bundan dolayı, iktidar partisinin dünya görüşünde “Türk” nefret edilesi bir addır. Bir vakit sosyalistlerin materyalist enternasyonalizmlerine hedef olan Türk adı bu gün dinci bir enternasyonalizmin nefretiyle karşı karşıyadır. Bu gün Türk adının telaffuzuna, siyasal dincilerin, “ırkçı” , kafatasçı” diye yaklaşmaları tesadüf değildir.


İkinci yanlış demokrasinin bir parçalı egemenlik alanı olduğunun sanılmasıdır. Buna göre bir grup çoğunluktan farklıysa ondan farklı ve ayrı egemenlik alanı/ yasama alanına sahip olabilmeli. Yani çoğunluğun belirleyiciliğinden kendini ayırabilmeli.


Bu anlayışı öne sürenler, istedikleri gibi yaşanan etnik temelli, harita devletlerinde süregelen katliam ve vahşeti gözlerden gizlemek istemektedirler. Onlar kurucu millî çoğunluğa dayanmayan, çok etnisiteli, milletleşememiş toplulukların içine tıkıldığı harita devletlerinin durumundan ders almamaktadırlar. Bu tür devletlerde her aşiret, devlet otoritesinden ayrı egemenlik alanı istemektedir. Irak’ın durumu budur. ABD sözüm ona demokrasi vaadiyle girdiği ülkede, aşiretlerin devletleşmekten uzak, kuralsız ve güce dayalı yönetim anlayışlarını bir araya getirememiştir. Ülkemizdeki etnik ırkçılar da tam bunu arzulamaktadır.


Millî devletin koruyuculuğuyla meydana getirilmiş maddi bütünlükten yararlanmak ama millî bütünlüğü reddetmek istemektedirler.
Yeşil kartla bedava tedavi, edilmek ama bunu sağlayan Türk kimliğini reddetmek istemektedirler.


Ülkenin istenen yerinde yaşamak istemekte ama kendilerine bunu sağlayan millî kimliğin çevrelerinde olmasını istememektedirler.


Millî devletin bütünlüğüyle sağlanan vergi havuzundan yararlanarak, içinde Türk olmayan üniversitelerde okumak istemektedirler.


Millî devletin düşük maliyetleriyle sağlanan enerjiyi kullanmak ama o millî bütünlüğü tanımamak istemektedirler.


Millî devletin sağladığı emniyet ortamında yaşamak istemekte ama kendilerine özel güvenlik işletmelerinin gene millî devletçe finanse edilmesini istemektedirler.
Bir yandan ülkenin her yanında çalışmak istemekte ama millî çoğunluğun vergileriyle Türkçesiz üniversite diplomalarıyla çalışmak istemektedirler.

Bütün bunları da “oy oranından” başka bir şeye dayanmaksızın yapmak istemektedirler.
Ve hiç kimse bu taleplerin özünde “ırkçı” olup olmadığını sorgulamamaktadır.
Hiç kimse her “etnik” sayılacak grubun bu tip taleplerinin karşılanması durumunda ne olacağını düşünmek istememektedir. Daha da kötüsü bu talepleri neden bölünmesi istenen milletin karşılaması gerektiğini söylememektedir.

Kimliğinde ırkına dayanarak “Kürt” yazılmış bir insanın, bu günkü konforuna nende sahip olması gerektiğini kimse sormamaktadır. Resmen ve ırken belli şekilde Kürt olmaktan dolayı daha rahat iş imkânlarına kavuşulacağını, mı sanmaktadırlar? İşe girişlerde bir insana etnisitesinin, ırkının sorulmasının önünü açtıklarını fark edememekte midirler?


Alışverişlerde artık insanların birbirlerine ırklarına göre davranacağının farkında değil midirler?
Ancak etnik terörün dayatmasıyla meydana gelebilecek bu tip bir resmi ırk ayrımından sonra insanların birbirlerine güvenebileceğini, birbirleriyle eskisi gibi rahatlıkla komşuluk edebileceğini mi sanmaktadırlar?


Daha da önemlisi şu ki “özerklik” istedikleri bölgede Türk millî çoğunluğunun eskisi gibi hizmet edeceğini mi sanmaktadırlar? Türk’e yabancılaşmış bir bölgede kimden sağlık, eğitim, enerji, bankacılık hizmeti alabileceklerini sanmaktadırlar?


O vakit acaba ülkeyi bir arada tutan millî çoğunluğun “oy oranını” reddetmenin maliyetini şimdiki etnik ırkçı siyasetçiler ve onların sahipleri karşılayacak mıdır?

Şu anda Kuzey Irak’ın hayatta kalması, hâlâ millî bütünlüğünü koruyan bir Türkiye’nin, bu bütünlük sayesinde koltuklarında oturan iktidar partisinin sayesindedir! Türkiye’nin millî bütünlüğü etnikçi siyasetin ırkçılığıyla bozulursa ortada ne şimdiki gibi bir iktidar kalır ne de Kuzey Irak’tan nemalanan cemaatçi sermaye.


Türkiye’nin millî yapısının sosyolojiye, tarihe aykırı şekilde kanunlar vasıtasıyla bozulması halinde öncelikle çoğunluğu ülkenin batı kesiminde yaşayan Kürt kardeşlerimiz artık eskisi kadar huzurlu yaşayamayacaklardır ki bunun ciddi ve düşündürücü örnekleri su yüzüne çıkmaya başlamıştır. Ülkenin millî bütünlüğünün resmen reddi, millî çoğunlukta ciddi bir güvensizlik yaratacaktır. Bu güvensizlik, etnik terörle aynı tarafta görünen herkese mutlaka yansıyacaktır. Bunu söylemek bir tahrik değildir. Nitekim bu güvensizlik kendini göstermiştir.


Eğer millî bütünlüğün kanuna dayalı, anayasal reddi gerçekleşirse bu, millî çoğunlukta egemenlik kaybı ve terörün yeni egemenliği şeklinde anlaşılabilir ki bu, çok da yanlış olmaz.
Ülkemizdeki en büyük eksiklik, Kürt siyaseti içinde, kendini Türk millî bütünlüğü içinde gördüğünü söyleyen, etnik terörü tamamen reddeden, ifade hürriyetinin, etnik ırkçılığın söylemlerinin dışında barışçı şekilde savunulabileceğini söyleyen bir yapının ortaya çıkmamasıdır.

Hal böyle olunca, etnik terör karşısında sessiz kalan, herkes Türk Milleti’ni tedirgin etmektedir.
Birileri Türk Milleti’ne kanunlar yoluyla egemenliğini inkâr ettirmeye çalışmakta, yasama gücü yoluyla onu, egemenliğinden vazgeçmeye zorlayabileceğini sanmaktadır.
Egemenlik, millî devletlerin doğal hakkı ve güdüsüdür.

Diğer her şey bunun üzerine bina edilir. Türk Milleti’nin adını yasalardan silerek onun egemenliğini de yok etmiş olursunuz ve bunun sonunda ortaya çıkacak kaostan ve yıkımdan da ancak kendi etnik ırkçı sapkın “hümanizminiz” sorumlu olacaktır.

Hiç yorum yok: