7 Aralık 2010 Salı

Memur İmtiyazını Derinleştirmek Ve Yasamanın Sınırı



Ülkemizde sürekli askeri vesayetten bahsedip de “millî irade” formülüyle yürütmeyi aşırı yetkilendirmeyi mazur görenlerimiz herhalde son yasa teklifinden bihaber. Veya haberdar olmamayı seçiyorlar.

İşin özü şu:
BelTürk’ün haberinden alıntı yaparak: “Teklif, devletin, ödediği tazminattan dolayı hakim ve savcılara rücu hakkını da sınırlandırdı. Anayasa´ya göre devletin ödediği tazminattan dolayı, zarara neden olan kamu görevlisine rücu etmesi bir zorunluluk olmasına rağmen teklifte devletin ödemek zorunda olduğu tazminatın ilgili hakim ve savcıya rücu edilmesi için "görevi kötüye kullanma" suçundan mahkum olması şartı getirildi. Böylece, verdiği karar nedeniyle devletin tazminat ödemesine neden olan hakim-savcı, bu suçtan yargılanmaz ya da beraat ederse, devlet o hakim ve savcıya rücu edemeyecek.”

Bu yasa teklifi kabul edilirse ne olacaktır?

Her şeyden evvel.. “Efendim biz meşru seçilmiş hükûmetiz, millî iradeyiz! İşimiz yasama yapmaktır, biz de usulüne uygun olarak yapıyoruz!” demek kâfi değildir. Neden değildir? Çünkü hukukta bir kurallar hiyerarşisi vardır. Hukukun temelini teşkil eden karinelere aykırı yasama yapamazsınız!

Bir görevi usulsüzce yapmak, yetkiyi kötüye kullanmak birer suçtur! Bunlardan dolayı da diğer suçlar gibi yargılanırlar!

Peki suçlarla ilgili en temel gereklilik nedir? Fiilin bir temel hakkı ihlal etmesi! Yetkisini kullanarak âdil yargılamayı” engelleyen herhangi bir yargı mensubu, adil savunma hakkını, ifade hürriyeti hakkını ve yerine göre mülkiyet hakkını ihlal eder. Bu ihlâli de “gerçek” bir kişiye karşı gerçek bir kişi olarak yapar! Mahkemeler dahil, devlet organlarının her görevlisi, görev alanları içinde diğer insanlardan daha yetkili ve korunmalı olarak bulunmak imtiyazlarını göreve tahsis ederek kullanmazlarsa aynen diğer vatandaşlar gibi suç işlemiş sayılırlar. Bir hukuk devletinde, işlerin yürütülebilmesi adına tanınan mevkii yetkiler, “hukuku aşmak” için kullanılamaz.

Peki mevcut mevzuatımız böyle mi işliyor? Hayır! Yargılanması ancak âmirinin iznine bağlanmış bir memur kendiliğinden hukuken imtiyazlı ve birinci sınıf vatandaş haline gelmektedir. Yani? Bir hakkı ihlal edip etmediğine dair âmirinin keyfî kanaatine göre ancak bir memuru yargı önüne çıkarabilirsiniz.

Yeni tasa teklifinin hukukun en temel karinesine aykırılığı kabul edilemez! Bu da “suçun şahsîliği” karinesidir. Yani? Ceza, suçu işleyene verilir. Bu durumda yeni teklifte zararın tazmini, zarara sebep olandan değil de devletten istendiğinde, zaten yargılanmaları ayrıcalıklı olan devlet memurlarının veya mensuplarının vatandaşının herhangi bir hakkını gasp etmesini engelleyen hiçbir şey kalmayacaktır. Zararı devletin karşılaması memurların ve belki yargı mensuplarının çok daha özensiz davranmasına ve ferdin zararına hiç aldırmamasına sebep olacaktır. Böylece memurlar ve yargı mensupları artık neredeyse sorgulanamaz, eleştirilemez hale gelecektir. Bu yasa teklifi “suçta bedavacılık” döneminin başlatıcısı olabilir.

Bu yasa teklifi, yasama ve yürütmenin tek elde toplandığı bir rejimin hukuka aykırı davranışlarıyla demokrasi aygıtını nasıl tahrip edebileceğinin dehşetengiz bir örneğidir. Şüphesiz yasama için seçilmiş meclis tek yetkilidir ama bu yetki hukuku aşmayı kapsamaz! Bundan dolayı demokrasi diğerlerine nazaran daha muteberdir, yoksa en kalabalık kabilenin keyfî kararlarını hayata geçirebildiği için değil! Bundan dolayıdır ki yasama organının her kararı “kanun” sıfatına uymayabilir! Evet adı kanun olan pek çok şey yapabilirsiniz ama bu yaptıklarınız hukuka uygunlukla rı test edilmiş kanunlar değil, ancak “talimatname” olabilir.

Anayasa ve Devlet Memurları Kanunu’nun ilgili maddelerinde memurun verdiği zararlar dahi çok sınırlı ele alınmış olup bu kapsam yeterli değildir.( 2709 sayılı Anayasamızın 129/5 maddesi ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13. Maddesi uyarınca ; Mahkeme kararlarının süresi içinde uygulanmaması ile kin, garez husumet duygularıyla ve hizmetle bağdaştırılamaz ağır kişisel kusurla işlenen eylemler hariç) Mahkeme kararlarını bırakınız süresinde, hiç uygulamayan, iktidara yakın hiçbir bürokratın bu maddelerden yargılandığı görülmemiştir. Ve gene bırakınız bunları, terör örgütüne yardım ve yataklık yaparken suçüstü yakalanan memurların dahi göreve iadeleri gerçekleşebilmektedir.

Yapılması gereken şey, tek tek bu halleri saymak değil, kişinin uğradığı zarardan veya hak ihlalinden, dolayı zarara sebebiyet veren memurun veya yargı mensubunun doğrudan sorumlu tutulmasını sağlamaktır. Burada tek tek durumları ele almak kendiliğinden bir boşluk yaratmakta ve bu halleri kapsamadığı düşünülen her türlü kötü muameleye kapı aralamaktadır. Devlet dairelerinin keyfî uygulamalarından doğan zararların acilen giderilmesinin önü zaten şu an için bile neredeyse imkânsızken “millî irade” olduğunu iddia eden, halkı temsil iddiasıyla var olan bir iktidar hukuk devletinde vatandaşın devletin keyfiliğine karşı yürütebileceği bütün hukukî araçlardan, halkı mahrum etmek istemektedir.

Millî irade bir Tanrı değildir. Ancak ve yalnız hukuka uygunlukla kullanıldığında vardır. Millî iradeyi hukuka aykırı kullanmak istediğinizde onu kendiliğinden yok etmiş, yerinize kendi iradenizi geçirmiş olursunuz. Millî irade kavramının yasma-yürütme tröstünde bu kadar hoyratça kullanılması ne millete ne de iradesine fayda getirir. Bundan dolayı Türk Milleti uyanık olmalı ve artık demokrasinin “ Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” tarzı bir umursamazlığı kaldırmadığını idrak etmeli, siyasi rolünü ona göre oynamalıdır. Aksi takdirde kendisini, her türlü yarım akıllının sırf seçim mekanizması sayesinde sınırsız yetkilenerek aklına esen her şeyi yapabildiği bir yasama cehenneminin tam ortasında bulabilir!





Hiç yorum yok: